SEKSEN OLMAZSA GÖNÜL KORUM !

 

            Müdür Mehmet Usta Goca Hocanın okumuş olduğu ezan sesiyle dalmış olduğu "kendisini her daim

 hüzünlendiren geçim sıkıntısının verdiği ağır yükten" birden silkinip kurtulmayı bildi.

           Baharın ortalarına gelindiği halde köyde ne bir dam yaptıran, ne de “şu duvarım yıkıldı gel de tamir et” diyen birisi daha kapısını çalmamıştı.


           Köyde insanlar hayvancılık, çiftçilik gibi işlerle geçimini temin ederken o da öğrendiği, herkesin gıpta ile özendiği dam, duvar ustalığı ile rızkını temin ediyordu. Oğlu İsmail, baba mesleğine pek itibar etmemiş, biriktirdiği üç-beş lirayla ağabeyi Ziya gibi çerçilik yapmaya heves etmişti.
           Oğullarının evlerini ayırdığında hanımı öldüğü için bekar kalan Müdür Mehmet, oğlu İsmail'in yanında kalmış, “Ziya senin horantan kalabalık sen bana boş yere ısrar etme İsmail'in çocuğu yok ben onlara can şenliği olurum” demişti. Gelini Urguya onu bir baba gibi sever, sayar, kocasına diyemediği evin eksiğini gediğini kayın babasına demede bir sakınca görmezdi.


           İkindi namazını kıldıktan sonra sabahleyin Urguya'nın siparişlerini almak için Hafız Mehmet’in dükkanına girip utana, sıkıla ihtiyaçlarını sıraladı. Hafız Mehmet komşusunun istediklerini ayrı ayrı kesekâğıdına koyarken hal, hatır sormayı ihmal etmiyordu. Oğlu Cuma'yı çağırıp, “Hadi oğlum şunları Urguya bacına teslim et biz Mehmet ağa ile hem laflayalım, hem de az sonra radyoda başlayacak acansı dinleyelim” derdi...
             Aradan üç-dört gün geçtiği halde kapılarını çalan hiç kimse olmayınca “Gelinim benim eşşağami hazırla, iş başa düştü, şöyle köylere açılayım bakalım kısmette ne çıkar” deyip edevat torbası-nı eline aldı. İçinde kendisine lazım ola-cak olan şakülünü, ipini, küllüğünü, ke-serini, testeresini tek tek gözden geçirdi.

 

            Urguya gelin eşeğin semerini vurduktan sonra, “Hadi baba eşşek hazır,  Allah işini rast getirsin, güle güle git, arkayı unutma” deyip elindeki bir bardak suyu onun arkasından yere döktü.

            Mehmet ağa uğradığı birkaç köyde kendisine uygun tatmin edici iş bulamadı. Kendisi köyünde ayağına hazır iş beklerken diğer köylerin işlerini başka ustalar kapmıştı bile. Ya kısmet deyip tekrar yollara düştü. Akşam vaktine yakın bir köye vardığında köylüler bir çeşme başında namaz için abdest alıyorlardı. Selam verip o da abdest almak için oturup kollarını sıvadığında omzuna samimi bir elin değdiğini fark etti.  Adam o köyün zenginlerinden olup herkese kapısı ve sofrası açık, misafirperver, ustanın, amelenin, ırgatın hakkını fazlasıyla veren birisiydi. Mehmet ağa zamanında bu adamın yanında birkaç kez çalışmış, çok ekmeğini yemiş, “yüzüm kara çıkmasın” diye işine çok önem vermişti.
            Akşam  namazından sonra adam  tuttuğu gibi Mehmet ağayı konağına götürüp misafir etti. Sağdan, soldan lafladıktan sonra adam, “Mehmet ağa nerelerdesin, kaç sefer sana haber saldım, ol görüp gelmedin” dedi. Çayından bir yudum içtikten sonra, “On gün önce buraya Dalakçı köyünden olduklarını söyleyen iki usta geldi, bir bakışta onların usta olmadıklarını anladım”
            Çayından bir yudum daha höpürdettikten sonra bunlara, “Giden sene samanlık yaptırıyordum  ustalar sizin gibi acemiydi, neredeyse traktörümü yakacaklardı, siz de bana kızgınlıkla biçer döver imi yaktırma dan şu ahırın yapımını bırakın alın paranızı gidin" diyerek onları kovdum, iyi ki sen geldin Mehmet ağa” deyip bir sigara yaktı.     
             Müdür Mehmet adamın ahırını, samanlığını bir ay gibi yorucu bir çalışmadan sonra tamamladığında aldığı paranın yanında kendisine ayrıca verilen bahşişin haddi hesabı yoktu. Köylüler onun işini beğenmiş, “İlla bizim işlerimizi de yap” diye neredeyse onun karşısında el pençe durur olmuşlardı. Gündüz onun bunun işinde çalışıp yorgun düşen Mehmet ustayı adam çalıştığı yerden alarak akşam evine götürüyor, hiçbir ikramından geri koymuyordu .                                                                                                               .......Günün birinde bir akşam vakti adamın akrabası olan iki kardeş karısı kadınlar, “Aman Mehmet ağa senin işini, gücünü pek beğendik, bizi kırmazsan sana ara duvarı çektireceğiz. Kocalarımız öldü, bizler artık yaşlandık, torunlar bir arada kaldığından havluda her gün dövüş çıkarıyorlar, elindeki işi bitirince bizi bu dertten kurtar sana duacı oluruz” diye yalvardılar. Adamın da Mehmet ağaya ricacı olmasıyla  Mehmet usta biraz kem küm lesede arada kendisine sahip çıkan Kadir ağa var işi kabul etmek zorunda kaldı. Üç gün sonra köyün muhtarı ve birkaç akrabanın bir araya gelmesiyle evleri arasındaki arsa ölçülüp kadınların rızası alındıktan sonra Müdür Mehmet ağa temel iplerini işaretlenen yere gerip amelelere “temeli eşin” işaretini verdi. Mehmet ağa işi bir an evvel bitirip köyüne dönmek için can atıyordu. Bir iki gün sonra duvar meydana çıkmaya başlamıştı. Kadınlar oturup ustanın amelenin çalışmalarını izliyorlar, gelinleri de sırayla ortaya koyacakları öğünleri (yemekleri) vaktinde yetiştirmeye çalışıyorlardı.
            Eli boş köylü ahır, samanlık işlerini bitirdikten sonra oraya gelip ustanın, amelenin çalışmasını izliyorlar, amelenin çamur karışına, Mehmet ağanın külünk le taşı kırıp duvarda dümdüz örmesine hayretle bakıyorlar, “Sen bu köyünde hangi ustadan öğrendin bu sanatını” diye çalışanları oyalıyorlardı.
            Duvarın  boyu  neredeyse  bir buçuk-iki metreye yaklaşmış  çelen  vurma yüksekliğine gelmişti, ihtişamıyla ustasının taştaki
bütün maharetlerini sergiliyordu. Nerede var, nerede yok "ağzında bir kenger sakızı, bir elinde üç el tespih, diğer elindeki değneğine yaslanarak oraya  elinden yüzünden şer akan yaşlı bir kadın" geldi. Daha “kolay gelsin usta” gibi iyi temennilerde bulunmadan, “Vaaa Sultan bacım, benim gördüğüm gadarıynan duvar senin arsana fazladan girmiş” dedi. Mehmet usta yaşlı ve biraz sinirli birisiydi, pişmiş aşa su katan bu kadına çatmamak için kafayı beri-öte çevirirken kendisini güç tutuyordu ki başka bir kadında oradan atıldı
“Aboo, yok, anam yok, ölçün de bakın, duvar Ayşe teyzenin dediğinin tam tersi Fadime bacının arsasına daha çok girmiş…”
           Oraya toplanan seyirci kalabalığı da sağdan soldan işe karışıp “vay doğru, vay yanlış” deyip hüküm yürütünce iki eltinin de  kafası karışmaya başladı. Bir birine önceleri yumuşak davranırken önce işi cebelleşmeye, sonra da ağız dalaşına getirdiler. Kalabalığında etkisiyle “kazı, koz anlamalar” sonra kakınç kakmayı, daha sonra da birbirinin ağzına gözüne artırmak suretiyle “  şu kadar neylerim” diyerek miktarı artırmaya başladılar. Biri diğerine “atmış sefer” derken öbürü de ondan geri kalacak değil ya “bende senin ağzının orta yerine tam yetmiş dokuz kere  şey ede…” lafı ağzında yarım kaldı. O anda işi gücü bir yana bırakıp belki de yarım saat'tir onların dalaşını çömelmiş olduğu halde sabırla seyredip dinleyen Müdür Mehmet Usta, bir elinde kırmaya hazır taş, diğer bir elinde de külünk olduğu halde duvarın üstünde yavaşça doğrulduktan sonra, “DURUN KADINLAR DURUN, ŞU İŞİ SEKSENE BAĞLAMAZSANIZ  İKİNİZE DE
 GÖNÜL KORUM” dediğinde ortadaki dövüşün, kakıçın yerini gülüşmeler almıştı.

ERDOĞAN ÇALIŞKAN  04 08 2014  GERÇEK YAŞANMIŞLIKLARDAN

NOT: Öyküleri şahısları küçük düşürmek mirasçılarını rencide etmek için yazmadım.
( Seksen Olmazsa Gönül Korum başlıklı yazı İpciERDOĞAN tarafından 18.01.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.