O DEDECİK KİM BABA?
Otuz beş yaşlarında
üniversite mezunu bir devlet memuru olan Tamer bey, pazar günü evinde çok canı
sıkılmıştı. “Hanım hadi parka gezmeye gidelim dedi.” Eşi Necla hanım da memur
olduğu için işler pazara birikmişti. “Hayatım benim yarım kalan işlerimi bitirmem
lazım, sen çocuklarımızla parka gider misin. Hem onlar da temiz hava alarak
hereket etmiş olurlar.”
Parka şehrin en kalabalık
caddelerinin birinden gidiliyordu. 8 yaşındaki oğlu Tanju ve 4 yaşındaki kızı
Aysun’u da alıp, hanımına iyi günler ve iyi çalışmalar dileyerek merdivenlerden
yavaş yavaş inmeye başladılar.
Çocuklar çok iyi
yetiştirilmişti maşallah. Babalarından hiç ayrılmıyorlar, ellerini
bırakmıyorlar ve Tamer beyi hiç üzmüyorlardı.
Bir ara büyük oğlan
geriye doğru bakarak babasının elini arkaya doğru çekmeye başladı. Baba sesini
yükselterek “yürüsene oğlum” dedi. Tanju’nun kafası hala geride ve babasının
elini istemeden geriye çekmekte idi. Tanju’nun evde dedesi ve ninesi yoktu. Gözü
duvarın dibinde asasını dayanak yaparak hüzünlü bir şekilde oturan saçı sakalı
birbirine karışmış, üzgün, düşüncelere dalmış, üstü başı yırtık pırtık, kafasında 8 köşe Elazığ şapkası olan,
ceketinin içinde mor koyun yününden örülmüş avcı yeleği olan, ayaklarındaki
koyun yününden yapılmış çorapları eskimiş, gözleri çok az gören, 85 yaşlarında bir
dedeciğe gözü takılmıştı Tanju’nun…
Tanju, kafası yine
geride, gözünü o çınar ağacından ayırmadan, babasının elini tüm gücüyle
asılarak: “Baba, o dedecik kim? Diye sordu. Tamer bey oğlunun ısrarla kafasını
çevirmediği yöne gönülsüzce baktı ve “Ne bileyim oğlum bir dedecik işte”. Dedi.
Tanju, dedeciğin
görüntüsü kaybolana kadar kafasını öne çevirmedi ve dedeciği gözünden kaybedene
dek ona baktı.
Sayın devlet memurum,
otuzbeş yaşlarındaki Tamer bey: O bir dedecik değildi.
O, hayatın her türlü
çilesini çekmiş, ömrünün sonuna gelmiş, koca bir çınardı.
O, senin gibi kaç tane
Vatana Millete hayırlı evlat yetiştirmiş, evlatlarına sırtlarını dayamaları
için koca bir dağ olan bir babaydı.
O, çocukluğunda ayağına
giyecek çarık bulamayarak ayaklarını taşlar keserek büyüyen bir efsaneydi.
O, senin gibi
üniversite okuyarak devlet memuru olamadı. Karasabanla çift sürdü. Öküzünün biri
hastalanıp ölünce, karasabanın yönetimini eşine bırakıp, kendisini tek öküzüne
eş koştu.
O, Atatürk’ümüzle birlikte
İstiklal Harbimizde bıyığı bitmemiş bir delikanlı olarak cepheden cepheye
koştu.
O, şimdikiler gibi 21
gün askerlik yapmadı. Her ihtiyaç duyulduğunda bir ayağı cephedeydi.
O, evlendiği zaman,
gerdek gecesinde eski evlerinin kalın sıvası üzerlerine düşmüştü.
O, gençliğinde evin
suyunu 5 km. uzaktan güğümlerle sırtında getiriyordu.
O, gençliğinde hiçbir ulaşım
vasıtası olmayan yollarda her türlü eşyayı, gıdayı, sapı, samanı, desteyi,
yığını hep sırtında taşıdı.
O, bu kadar işin
arasında, Camisini hiç aksatmadı. Tamamen eskimiş, yıkılmaya yüz tutmuş köy
camisini birkaç arkadaşıyla birlikte meccanen tamir etmişti.
O, gençliğinde sigara,
alkol nedir hiç bilmedi. Hem o ürünlere ulaşmak çok zordu, hem de alacak hiç
parası olmadı.
O, parasızlıktan,
işten, kayıttan, yorgunluktan, yıllarca evlenemedi. Evliliği aklına bile
getiremedi.
O, eşi ilk doğumunu
mezradaki orak tarlasında yapmak zorunda kalınca, eli ayağı birbirine karıştı. Nerde,
doktor? Nerde ebe? Nerde sağlık memuru???
O, altısı ilk eşinden,
beşi de ikinci eşinden yarısı kız yarısı erkek 11 çocuk büyüttü. Ama nasıl ve
hangi şartlarda büyüttüğünü sen asla hayal bile edemezsin Tamer bey…
O, yeri geldi Birleşmiş
Milletler talimatı ile Kore’ ye gitti. Yeri geldi, biriktirdiği üç beş kuruşla,
binbir zorluklarla Hicaz’a bile gitti.
O, yeri geldi imamı
olmayan köy camisinde imamlık ve müezzinlik yaptı. Doğan çocuklarının hepsinin
kulaklarına Ezan okudu.
O, ilk okula dahi
gidemedi. Ama satacağı ve alacağı ürünler için gerekli matamatiği öğrendi.
O, bütün çocuklarının
ve torunlarının her türlü iaşe, eğitim, terbiye, kültür vb. hizmetlerini zorluklarla
ama coşkuyla yerine getirdi.
O, sadece bir dedecik
değildi Tamer bey.
O, bir eğitmendi,
kahramandı, babaydı, eşdi, Vatanseverdi, kamil insandı. Şimdi ki o yaşlı ve
bakımsız haline bakıp, ona dilenci veya kirli bir adammış gibi, “Ne bileyim
işte bir dedecik” dememeliydin oğluna. Sana hiç yakışmadı memur bey.
Oğluna o koca çınarın
böyle doğmadığını, bizim de günün birinde Allah ömür verirse öyle olacağımızı
anlatmalıydın. Küçük çocukların için eğitimin ve öğretmenin bir parçasıydı bu.
Yaşlılarımız,
toplumumuzun en saygın, en ilgilenilir, en değer verilir, her an hatırları sorulur,
tecrübelerinden hakkıyla yararlanılır çınarları olmalıdırlar…
Selam, sevgi ve
dualarımla. Allah’a (cc) emanet olunuz.
16 Aralık 2018. Saat:
17.00 Antalya
Doç.Dr. Süleyman
COŞKUNER
Kaliteli Yaşam Uzmanı