ANA  ATMIŞ  BEŞE KAKA GODUM 

          İnsanlar doğuşta yaratıcının bütün güzelliklerini ve özelliklerini üzerinde taşıyarak dünyaya gelir derler ilmin alimleri. 

           Bunun yanında bünye ve zeka olarak eşit doğanların yetişme şartlarından dolayı kimileri zeki, kimileri saf, kimileri de uyanık olarak gelişimlerini tamamlarlar.

        -Saf  yada  tahsili, bilgisi başkalarına göre zayıf olanların ‘kendilerini uyanık sanan’ bazı kişilerce onların bu zaaflarından faydalanmaya kalkması kadar dünya da başka bir ayıp var mı bilemem.

         -Kırklı yılların birinde Kasım ayına kadar sanki gökyüzü muhanet olmuştu da yere bir damla olsun yağmur tanesi düşmemişti. Tohumunu kuruya eken çiftçilerin gözleri her gün gökyüzüne ümitle bakıyordu. Aralık ayında nasıl olduysa gökten birkaç yağmur damlası düşmüş Ocak ayında da kuru ayazla beraber ekinleri örtmeyecek kadar bir sefer kar yağmış bu da rüzgarla toz olup havaya uçmuştu.

          -Orta Anadolu’nun her köyünde olduğu gibi İbili nin köyünde de ahaliyi kıtlık korkusu sarmıştı. Baharın gelmesiyle gökyüzünü kara bulutlar kaplamasına rağmen yağmur vicdana gelip bir türlü yağmıyordu.

Köyde yapılan yağmur dualarında semaya kalkan eller boş kalmış haliyle yağış olmadığından dolayı ekinler, otlar sararmış, kavak, söğüt gibi ağaçlarla beraber kuruyup gitmişti.

        -Köyde her evde olduğu gibi Emine bacının evinde de kış katığı neredeyse bitmek üzereydi. Zamanla

baharın gelmesiyle beraber bahçeye ekilen domates, patates, fasulye gibi sebzeler yeterli su alamadığından ‘maşalasında’ geçmişti (kurumuştu.)

         -Emine bacıyı kara bir düşünce almıştı. Üzüntüden aynı açılıp yüzü gülmüyor, “bir kalbur horantaya (aile efradı) ne yedirir, ne içiririm” derdine düşmüştü.

         -Eve geçim lazımdı, koca bir ev olmuşlardı, iyi-kötü çeşitli ihtiyaçları oluyordu. Düşünürken birden aklına ahırdaki dana geldi. Ona hiç kıyamazdı ama “mal canın yongası” derler “cana geleceğine mala gelsin” diyerek onu satmaya karar verdi.

         -Sabah erken kalkan İbili eşeğinin semerini vurduktan sonra danayı kendisi gibi hayvan pazarına satmaya gidenlerin hayvanlarına katarak Daşlıgedikten şehrin yolunu tuttular. Kervansaray dağlarının şehir tarafına laflaya laflaya bazen eşek üstünde bazen de yaya olarak hayvanları yaya yaya (otlatarak) geldiklerinde güneş arkalarından bir minare boyu kadar yükselmişti.

       -Güneş yükseldikçe havada ısınmaya başlamıştı. Birden nasıl oldu, neden oldu hem otlamakta hem de yürütmekte olan o masum hayvanlar kuyruklarını diktikleri gibi delicesine sağa sola bir şeyden korkarcasına pirem-pirem dağılıp kaçışıyorlardı. Meğerse hayvanları halk arasında “buvelek” denilen sinekler tutmuştu (ısırmıştı.)

       -İbili’nin de danası bu hengabe de kaybolmuştu. Uzun aramalardan sonra kan-ter ve telaş içerisinde kaldığı bir anda danasını Kırşehir Kındam Mahallesi’nin kenar semtlerinden birisinde bir ağacın gölgesinde kuyruğunu sağa sola sallarken bulduğunda o an neşesine diyecek yoktu. Ama köylülerini kaybetmenin hüznü daha ağır bastı.

         İbili Kındam da edindiği bir yuları dananın boynuna geçirdikten sonra eşeğine binip kendi önde, yuları elinde olan dana arkada hayvan pazarının yolunu tuttu.

         O gün hayvan pazarı çok kalabalıktı. Pazar girişinde ‘iri yarı pala bıyıklı’ bir adam “hemşerim danayı satacaksan ben onu şu fiyata alırım” diyerek değerinin iki katını verdi. Aslında bu adam satıcıya sabah tuzak kurup akşama kadar onun verdiği paranın fazlasına hayvanını satamayanlara akşam dönüşte verdiğinin dört de birini verip naçar kalana tepik vuran cinsten birisiydi.

        -İbili adama pek aldırış etmeden yoluna devam etti. Onun derdi hem danayı adamın verdiğinden fazlaya satmak hem de kaybettiği köylülerini pazarda bulmaktı. Bunun için pazarın altını üstüne getirmesine rağmen ne köylülerinden birine rastlayabildi ne de adamın verdiği paranın fazlasını veren bir alacıyı bulabildi.

        Vakit ilerliyor, kafasından geçenlerin hiç birisi gerçekleşmiyor, pazarın ortamı da adeta başını döndürüyor, aynı zamanda üstüne bir ezginlik çöküyordu. Sersemlemişti. Ne yapacağını şaşırmış bir haldeyken “İrbaam; İrbaam; tertibim” diye arkasından çağıran ve kendisine hiçte yabancı gelmeyen sese doğru başını çevirdiğinde gördüğü kişiyi hemen tanımıştı. Bu askerlik yaparken acemi birliğinde tanıştığı arkadaşlarının “fırfır” dedikleri asker arkadaşı  Necati’ydi.

       -Hoş, beş, hal, hatır derken Necati İbili’yi pazarın kenarında bulunan bir ağacın gölgesine götürdü. Orada Necati’nin üç-dört kadar daha arkadaşı bulunuyordu. Adamlar ortaya diktikleri  rakıdan, şaraptan arada sırada atıyor, sırasıyla da pazarda olup biteni tetkik ediyorlardı.

        Necati İbili’yi arkadaşlarına tanıştırdıktan sonra eline aldığı kadehi İbili her ne kadar “ben onu asla kullanmam” dese de yemin billah edip içmeğe zorluyordu. “Arkadaş hatırına çiğ et yenir” diyen İbili tiksinerek de olsa on dakika arayla bilmeden iki duble ‘göölemeyi’arkadaş hatırırına midesine indirmiş oldu.

       -Aslında bu kişiler İbili’nin Pazar girişinde rastladığı ‘kelepirci alınıcının’ adamlarıydı. Aradan bir müddet geçtikten sonra İbili’nin ayakları yerden kesilmiş, kafası zoklamaya, başı dönmeye, dili peltekleşmeye başlamıştı. Böyle bir şey yaşamında ilk defa başına geliyordu.

         Necati İbili’nin bu durumunu fark ettikten sonra onun danasına müşteri oldu. Diğer meyacıların da (Necati’nin arkadaşları) araya girmesiyle pazarlık başladı. Ne verilen fiyatı,  ne de danasına kendisi ne istedi, aklı karışan İbili bunları düşünecek halde değildi. Adeta Pazar üstüne üstüne yıkılıyor, danaya verilen paranın azını çok, çoğunu az zannediyordu.

         Danayı nasıl teslim ettiğini, oradan nasıl ayrıldığını hatırlamıyor, sadece Necati’nin “sıkı sahip ol” dediği atmış beş lirayı cebinde eliyle tutuyordu. Rast geldiği bir çeşme başında elini-yüzünü iyice yıkadıktan sonra gelene geçene aldırış etmeden orada bir süre oturmak süretiyle kendisini biraz toparlar gibi oldu. Bir süre sonra

anasının salık verdiği ısmarıçları almak için şehrin çarşısına yöneldi .Aklına az buçuk düşenleri tedarikleyip aldıktan sonra bunları eşeğin heybesine ezilmesine, bozulmasına bakmaksızın yerleştirdi. Yola düştüğünde baş dönmesi devam ediyor, “acaba benim eşek ayağını bir yere mi vurdu da topallıyor” diye iç geçiriyordu. Yol aldıkça dağın temiz havası onu kendisine getiriyor, beynin de doksan, seksen beş, atmış beş gibi rakamlar oluşuyordu.

         Köye geldiğinde hayatın kapısında anası ile hanımı kendisini karşıladı. Hanımı onun eşekten inmesine, heybesini kaldırmasına yardım ederken üstüne çavan ‘ne idiği belirsiz’ bir kokudan dolayı da burnunun deliklerini tutuyordu. İbili’nin elleri ateş gibi yanarken yüzü de kulaklarına kadar kızarıyordu. Bu durum anası Emine’nin gözünden kaçmasa da bu durumu onun yol yorgunluğuna veriyordu. “Gel bakalım yanıma İrbaam, ne ettin, ne yaptın, danayı kaça sattın oğul anlat bakalım?..”

          İbili sendeleyerek anasının yanına vardığında aradan bunca zaman geçmesine rağmen daha kendisini henüz toparlayamamış, beyninde danaya verilen paranın azlarını çok, çoklarını da az bilmesi halen devam etmekteydi. Atmış beşi doksandan büyük sayıyor “enayileri amma kandırdım” diye kendi kendine gurur duyup keyfleniyor, hanımı Sariyeye de anasına göstermeden tebessüm atıyordu.

         -İbili bu durumdan biraz cesaret alarak büyük bir vakar içerisinde “Ana; danaya (taa çocukluğundan beri tıkalı burnundan doğan boğuk ses tonuyla) doksan verdiler vermedim, seksen beş verdiler vermedim, atmış beşe kaka kodum” deyip olduğu yere yığılırken “iyi halt etmişsin İrbaam”diyen anasının sesini duymamıştı bile.

         -Aradan bunca yıl geçmesine rağmen İbili nin köyünde insanlar halen alış-verişlerin de “aman İbili’nin dana sattığına dönmesin” derler de, İbili’nin bir arkadaş hatırına onun kalleşçe tuzağına nasıl düştüğünü bilmezler. Uyanıklara saf olmayalım.

ERDOĞAN ÇALIŞKAN  23 7 2012 GERÇEK YAŞANMIŞLIKLARDAN.

Öyküleri şahısları küçük düşürmek, mirasçılarını rencide etmek için yazmıyorum.

( Atmış Beşe Kaga Godum Ana başlıklı yazı İpciERDOĞAN tarafından 24.11.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.