Gökyüzüne komşu, başımın bulutlara dokunduğu köyümde
sürekli yağmur yağacak değil ya… Temmuza bismillah dedik. Havalar açtı.
Yağmurların arkası kesildi. Çayır biçme zamanı geldi. Kışın bolca yağan karlar
toprakların su ihtiyacını yetesiye gidermiş. İlkbahar yağmurları düzenli yağdı.
Hava sıcaklıkları da çimenlerin büyümesine uygun gitti. Çayır, çimen boy attı.
Tırpancılara sarılma vakti geldi.
Her yıl
Temmuz ayının ortalarında başlardık çayırları biçmeye. Biçim işi bu yıl on gün
erken başladı. Çimenlerin dip kısımlarının hafiften sararmaya başlaması biçim
zamanının geldiğine delaletti.
Tırpanımı
akşamdan dövdüm. Sabahleyin erkenden işbaşı yaparsam sıcak başlamadan epeyce iş
yapmış olurum kaygısı var içimde. Erkenden de yattım. Bu yıl biçme sezonu nasıl
geçecek. Biçilen otları ıslatmadan kurutabilecek miyiz?.. Böylesi düşünceler
kafamın içinde dönüp durdu.
Güzel bir uyku uyuyamadım. Elimde kör bir
tırpan kendimi çayır biçerken gördüm rüyamda. Tırpanım hiç iyi kesmiyor. Ne
kadar bilesem olumlu sonuç alamıyorum. Sık sık tırpan dövüyorum. Hak getire.
Nuh diyor peygamber demiyor tırpanım bir türlü. Neyse ki horozun ötüşüyle
uyandım.
Şükür
gördüklerim rüyaymış. Ne güzel. Hoş olmayan rüyaların gerçekte zıttı yaşanırmış
diye bir inanış var bizim yerlerde. Umarım böyle olur. Tırpanım gece yaşadığım
kâbusları yaşatmaz. Araç işler el övünür demişler. Tırpanın iyi kesmemesi biçim
yapan kişi için bir zulümdür. Çabucak giyindim. Birazcık bir şeyler atıştırıp
çayıra yöneldim. Tırpan, örs ve çekiç ver elini yemyeşil çayırlar.
Çimenler
alabildiğine gür çıkmış. Bazı yerlerde boyları bir metreyi geçmiş. Gök mavi
çayırlar alabildiğine yeşildi. Gök kuşağının renk çeşitlerine eş her renkten
çiçekler yemyeşil çimenlerinin görüntüsünü daha da güzelleştiriyordu. Karşımda
yeşillik denizi alabildiğine uzanıyordu. Güneş henüz doğmamıştı. Çok hafif esen
bir rüzgâr ve mis gibi tertemiz hava bana çalışma azmi verdi. Karşı ormandan gelen
kuş sesleri ortama daha bir hoşluk katıyordu.
Bileğe
kuvvet deyip tırpana sarıldım. Gece gördüğüm kâbuslar gerçekleşmedi. İyi iş
çıkarıyordum. Her sallanışımda yeşil çimenler önüme seriliyordu. Tırpanımın
kesmesine diyecek yoktu. Az ilerideki çayırlarda komşularda iş başı yaptılar.
Tırpanları bileme sesleri ve otların kesilirken ortaya çıkan seslerden öte
başka bir ses duyulmuyordu. Güneş yavaş yavaş ufuktan yükselmeye hava ısınmaya
başladı.
Tırpanla
ilk tanıştığım yılları anımsadım bir an. Rahmetli babam benim için satın aldığı
tırpanı dövüp elime vermişti. Henüz on üç yaşında ilk gençlik yıllarıma adım
atan bir yeni yetmeydim. Tam gücümü kullanarak tırpanı sallıyordum. Ne kadar
özensem babam gibi biçemiyordum. Yüzmek için ilk kez göle dayan çaylak bir
ördek yavrusundan farksızdım. Kısa süre sonra avuç içlerim kabardı. Bu durumu
babama söylemedim. Delikanlılığıma toz kondurmak olmazdı elbet.
Annemin
getirdiği soğuk suyla belden yukarı soyunup yüzümü, kollarımı ve omuz başlarını
iyice yıkadım. Böylece birazcık ferahlamıştım. Aradan yıllar geçti her biçime
başladığım yıl tırpanla ilk tanıştığım günü dün gibi anımsarım.
Başımda kavak yelleri esiyordu o yıllarda.
Geleceğe dair ne büyük umutlarım vardı. Yaz mevsiminin bitip sonbaharın
gelmesini iple çekerdim. Sonbahar gelince okullar açılacak. Derslerime çok çok
çalışacağım. Yüksekokullar bitireceğim. İyi yerlere geleceğim. Âdem baba usulü
toprakla güreşir gibi çalışmaktan anne-babamı kurtaracağım…
Böylesi tatlı hayaller
kurarken zaman hayli ilerledi. Güneşin altın ışıkları her tarafı kapladı. Günün
ilk mola saati geldi. Evden de kahvaltının hazır olduğunu söylediler. Tırpanımı
çayırın üst başındaki elma ağacının dalına asıp eve döndüm.
Kapımızın önünde gece-gündüz
şırıl şırıl akan çeşmemiz var. Çeşmeye yaklaştım. Çeşme suyumuzun ilginç bir
özelliği vardır. Güzel havalarda su buz gibi soğuk akar. Bozuk havalarda ise
suyun tadı bozulur güzel havalardaki soğukluğu kalmaz. Hava güzel olduğuna göre
su soğuktu. Tıpkı tırpanla tanıştığım ilk günkü gibi belden yukarı soyunup
özellikle omuz başlarımı iyice yıkadım.
Köyde iş bitmez. Çapaları
bitireli fazla zaman geçmemişti. Bedenen çalışmanın hamlığı yoktu üzerimde.
Lakin tırpan çekmenin farklı bir hamlığı oluşur vücutta. Soğuk suyla kolları,
omuz başlarını yıkamak hamlığı yenmenin en kolay yoludur. Birazcık dinlendim. Güzel
bir kahvaltı yapıp tekrar çayıra döndüm.
Çayır biçenler bir araya
toplandık. Başta Hüseyin ağabey olmak
üzere, Serdar amca, İsmail ağabey, Nuri amca elma ağacının gölgesinde oturup
tırpanlarımızı dövecektik. Tırpan dövmek için mola verildiğinde erkek erkeğe
yapılan sohbetlerin, anlatılan fıkraların tadına doyum olmaz. Hüseyin ağabeyin
fıkra dağarcığı çok zengindir. Her buluştuğumuzda güler yüzü, tatlı diliyle
anlattığı fıkralar hiç bitmez.
Hüseyin ağabey köyün en
sevilen bir komşudur. Elinden ustalık isteyen her iş gelir. İyi de bir
marangozdur. Kapısına gelen hiçbir
vatandaşa hayır demez. İlkbahar geldiğinde ağaçlara çoban aşısı yaptırmak için
köylüler kapısında sıraya dizilirler. Köyün bütün bahçelerinde aşı yaptığı
birçok ağaç vardır. Yaptığı iş için para kabul etmez. Bana bir Allah razı olsun
deyin yeter diyerek evine yollanır.
Hüseyin ağabey babasının
kendisini ilkokuldan sonra okutmadığından sık sık yakınır. Okulda derslerinin
çok iyi olduğunu söylerdi. Eğer babam beni okullara gönderseydi bir baltaya sap
olur nasırlı ellerimle yaşamak zorunda kalmazdım diye anlatırdı. Hüseyin
ağabeyden Meydancıklı adamın fıkrasını anlatmasını istedik. Elinden çekici
bırakıp başladı anlatmaya:
Ali dayımla birkaç sene
önce tohumluk patates almak için Meydancık’a dedemin köyüne gittik. Bilirsiniz
dedem eski yılların birinde Meydancık’tan bizim köye içgüveysi gelmiş. Neyse
biz köye dönelim. Köye vardık. Selam, aleykümüs selam derken köyün kahvesinin
önünde oturanlarla hasbihâlle başladık. İki adam aniden parladı. Başladılar bir
birlerine bağırmaya. Birisi, benim tarlamın kenarındaki ağaçları niçin kestin?
Senden yaptığın işin acısını çıkarmasam bu köylü benim anamı, avradımı …. Sin! Diye sövüp sayıyordu. Az
ileride şal çokadan eski elbiseli, her halinden özürlü olduğu anlaşılan bir
adam ortaya çıktı. Dudaklarını şişirerek:
Köyden biraz uzak diye
bizim mahalleyi niçin seçiyorsun? Bizler adam değil miyiz? Belimizde kuvvet yok
mu? Diye ağaçları kesilen adama sordu… Ortalık
o anda süt liman oldu. Herkes kahkaha ile gülmeye başladı. Hüseyin ağabeyin
fıkrasına bizler de güldük.
Uzun süre oturmak olmaz.
Havalar güzel giderken başlanılan işi bir an önce bitirmek gerekir. Bir
bakmışsın aniden hava kararır yağmur başlar, biçilen otlardan hayır gelmez.
İyisi mi muhabbeti kısa kesmek gerek. Tırpanını döven herkes, iş başı yapmak
üzere kendi çayırına yönlendi.
Devam edecek…