Kötü geçen bir geceden sonra kendimi aceleyle dışarı attım. Yangından kaçar gibiydim. Buradan, bu birkaç metrelik odadan; yok hücreden uzaklaşmalıydım. Sinirlerim tepemdeydi, belki dolaşırsam yatışırdı. Otomobil ve insan kalabalığı yüzünden tam aksi oldu. Bunların olmadığı ya da çok az olduğu bir yer bulmak için saatlerce yürüdüm. Etrafı ağaçlarla dolu on binlerce metrekarelik bir arazinin olduğu yere geldim. Burada üzerindeki demirden aksamlar indirilen iki büyük kamyon ve bu işi yapan yedi-sekiz adam vardı. Kamyonlardan yirmi metre kadar ötede de indirilenleri monte eden dört kişi. Onlara yaklaşıp ne yaptıklarını sordum.
-Dönme dolap, dedi biri ağız ucuyla.
Dönme dolabın ne olduğunu biliyordum, çünkü çocukluğumda birkaç kere binmiştim. Sonra yıllarca binmedim, binemedim. Dönme dolap luna parklarda, eğlence alanlarında yukarıdan aşağıya doğru bir eksen etrafında dönen, yani  dik bir tekerlekten oluşan döner bir çark. Buna “Yatay bir eksen çevresinde düşey doğrultuda dönen büyük bir çemberden oluşan eğlence tekerleği.” de diyebiliriz. Bu çarka/tekerleğe yolcuların oturmaları için sepet ya da kabinler bağlanmış. Dönme dolap, bayramlarda ve şenliklerde çocukların en çok hoşuna giden eğlence araçlarından biri. 
Ana malzemesi demir ama, bir panayırda ahşap dönme dolap da görmüştüm. Bu birkaç kişi tarafından elle döndürülüyordu ve aynı anda dört kişi binebiliyordu. Oysa günümüzde bu işi güçlü motorlar yapıyor ve aynı anda yüzlerce kişinin bindiği dönme dolaplar var.
Bu büyük meydan oyuncağı bana yıllar önce dinlediğim bir şarkıyı hatırlattı: "Yaşamak dönme dolap gibidir. Onun da iniş ve çıkışları var. Talihlidir hep çıkanlar arkadaş, Gerçek dost inenlerin yanında var." 
Yaşamak ve dönme dolap arasındaki benzerliği bu şarkı ne güzel anlatıyor. Düşünüyorum da gerçekten yaşamak dönme dolap gibiydi ve gerçek dostlar kendini hep biz inerken gösteriyordu. Çıkarken de içlerinde mutlaka dost da vardır ama çoğu dost görünümlü şakşakcılar ya da çıkarcılardı. Hayatta ve dönme dolapta yükselirken de inerken de heyecanlanırız. Ama duyulan heyecanlar farklıdır: Çıkarken seviniriz, inerken üzülürüz.
Dönme dolabın en üst noktasına geldiğimizde binenleri almak ya da inecekleri indirmek için durduğunda kabin sallanır ve biz heyecandan çığlık atarız. En çok haz veren anlar en üsttekilerdir, tepe noktasıdır, gökyüzüne en yakın olduğumuz yerdir. Bindiğimiz andan itibaren en üst noktaya, zirveye ulaşmak, hatta bulutları yakalamak  isteği vardır içimizde. Burada olmanın keyfi ve heyecanı bir başkadır. Kanımıza en yüksek oranda adrenalin salgıladığımız anı burada yaşarız. Özgür olmayı, daha yükseklere çıkmayı, dünyaya tepeden bakmayı arzulamayan olur mu?  Hayatta da öyle değil midir?
Dönme dolap aşağıya doğru inmeye başladığında ise yavaşlamasını isteriz, içimizi bir hüzün kaplar. Fren yapıp inişi durdurmak veya en azından yavaşlatmak isteriz, ama dönme dolapta bizim kullanabileceğimiz fren ne gezer! Bu eğlence bitmemelidir, sona yaklaşmak hiç de hoş değildir.  Geriye gitmek, mümkünse zamanı durdurmak isteriz. Ama biter, başımız önde, yenilgiyi kabul etmiş bir sporcu gibi kabinden aşağı yavaş ve isteksiz adımlarla ineriz. Kazanımlarımızı kaybetmek cansıkıcıdır. Hayatta da aynıdır. Hiç kimse hayatın hiçbir basamağında yükseldiği yerde sürekli, kalıcı değildir. İkisinde de birileri inerken birileri çıkar, ya da tersi. Hep yukardayım zirvedeyim zannetmek, kendini aldatmak ve büyük bir hayal kırıklığına zemin hazırlamaktır.
Dönme dolap, bir noktadan itibaren dönmeye başlıyor ya da hareket ediyor. Dönüyor, dönüyor, dönüyor ve aynı başladığı noktaya geliyor. Sonra gene o noktadan dönmeye devam ediyor, devam ediyor ve gene aynı başladığı yere geliyor. Sonra mı? Gene aynı döngü, yineleme; ya da kısırdöngü! Ya hayatımız? O da aynı kısırdöngünün bir başka örneği değil mi? Evin babası sabah yatağından saatin zil sesi ile uyanıp kalkıyor, işe gitme konusunda biraz gönülsüz, tatlı uykusuna devam etmek isterdi. Gözlerini ovuşturuyor, esniyor, ayağa kalkıyor ama ayaklarına bu hantal beden ağır geliyor, yavaşça ilk adımını atıyor, lavaboya gidip elini yüzünü yıkıyor, havluya siliyor, biraz canlanır gibi oluyor, mutfağa geçiyor, kahvaltı hazırlayan karısına “Günaydın” deyip sofraya oturuyor, kahvaltı bitince balkona çıkıp bir sigara yakıyor, tekrar lavaboya gidip dişlerini fırçalıyor, ellerini ve yüzünü yıkayıp havluya siliyor, yatak odasına gidip giyinmeye başlıyor, dün giydiği gömleğin yerine bir başkasını seçiyor, aslında bu tam da bir seçim değil onlarca gömleğin içinden birini çekip alıyor, gömleği giyiyor, kravatını takıp aynaya bakıyor, olmadı bu gömleğe bu kravat gitmedi, bir başkasını deniyor, o da olmadı, bir başkasını... ama zaman tükeniyor, oldu ya da olmadı birinde karar veriyor, terliklerini çıkarıp pantolonunu, ceketini giyiyor, terlikleri tekrar ayağına geçiriyor, odadan çıkıyor, salonda sehpanın yanındaki çantasını alıyor, sokak kapısının yanındaki dolaptan ayakkabılarını çıkarıp giyiyor, karısını öpüyor, kapıdan çıkıyor, karısına el sallıyor, asansöre biniyor, alt katın düğmesine basıyor, asansörden iniyor, apartmanın merdivenlerini hızlı hızlı hatta ikişer ikişer atlayarak geçiyor, sokakta koşuyor, caddeye çıkıyor, ya otobüs kaçtıysa endişesi var içinde, durakta beklemeye başlıyor, bekleyiş biraz uzayınca kaçırdım endişesi daha da artıyor, otobüsün geldiğini görünce seviniyor, biniyor, kartını okutuyor, içerisi yolcu dolu, şoför arkalara doğru ilerlemeleri için uyarıyor, hiç kimse yerinden kıpırdamıyor, yolculara bakıyor çoğu öğrenci, bazıları kendi yaşında, az da olsa yaşlı insanlar da var, “Yaşlıların bu saatte otobüste işi ne?” diye düşünüp kızıyor, kızdığı sadece onlar değil, koltuklara yayılarak oturan etraflarının farkında değilmiş gibi telefonlarını kurcalayan gençlere-öğrencilere de yaşlı insanlara yer vermedikleri için kızıyor, otobüs ağzına kadar doluyor, o yüzden inecek yolcu olmayınca duraklarda  durmuyor, durmayınca da duraklarda bekleyenler el kol hareketleri yapıp bağırıyorlar ama ne dediklerini anlamıyor, inme ihtimali olan yolcuları gözetliyor, kaçırmamak için dikkatli davranıyor, iner inmez yerlerini kapacak, bir kadın elindeki telefonu çantasına koyuyor, üstünü başını hatta saçlarını eliyle düzeltiyor, bu ineceğine dair bir belirti olabilir ama inmiyor, o kadın pencereden etrafı seyrediyor, hayal kırıklığı yaşıyor, on beş-yirmi durak geride kalıyor. Bir durak sonra inecek, arka kapıya doğru gitmeye uğraşıyor, insandan bir duvar var sanki, aşamıyor, önündekileri iteliyor, bazıları ona kötü kötü bakıyor, aldırış etmiyor, ite ite inme butonunun yanına geliyor, butona basıyor, az sonra otobüs duruyor, kapının ağzı insan dolu, önündeki kişi de bu durakta inecek, güçlü kuvvetli biri, insanları adeta püskürtüyor, onun açtığı koridordan giderek otobüs kapısının basamağına kadar geliyor, ama inemiyor çünkü ön kapıdan binemeyenler binmek için arka kapıya hücum ediyorlar, onlara hem söyleniyor hem de birkaçını iteliyor, sonunda ayağını yere basıyor, derin bir nefes alıp yürümeye başlıyor, işyerine daha birkaç yüz metrelik yolu var, sonunda varıyor, çantayı masanın üstüne bırakıyor, ceketini askıya asıyor, kendini koltuğa atıyor, mesainin başlamasına beş dakika var, bu kısacık süre bile hoşuna gidiyor ve mesai başlıyor, bitimine kadar daha önceki yaptığı işlerin aynısını yapıyor, mesai bitiyor, eve dönmek için hazırlanıyor, durakta otobüs bekliyor, sabahkine benzer olayları gene yaşıyor, en nihayet evine varıyor, üstünü başını çıkarıp pijamasını giyiyor, yemek yiyor, ellerini yıkıyor dişlerini fırçalıyor, karısıyla biraz sohbet ediyor, televizyon seyrediyor, uyumak için yatak odasına gidiyor, saati kuruyor, yatıp yorganı başına çekiyor, uyuyor. Ve saat çaldığında uyanıyor, dünkünün aynısı veya benzeri olayları tekrar yaşayacak...  Dönme dolap gibi. Yani aynı döngü, yineleme ya da kısırdöngü...
Üç gün sonra gene gittiğimde, dönme dolaptan başka eğlence aletlerinin de kurulmaya çalışıldığını gördüm. Çarpışan arabalar, zincirli salıncak, gondol, atlı karınca, korku tüneli, tren, balerin ve benim adını bilmediğim birçok lunapark aleti... Hepsine tek tek baktım. Çalışanlar beni tehlikeli olabileceği düşüncesiyle birkaç kere uyardı. Sonunda tekrar dönme dolabın yanındaydım. Yavaş yavaş göğe doğru yükseliyordu demir yığını.
Dönme dolabın kurulması birkaç hafta sürdü. Bittiğinde otuz-kırk metre yüksekliğinde bir dev oyuncak ortaya çıktı. Dönme dolap biter bitmez de lunapark açıldı ve insanla doldu. En çok müşteri dönme dolapta vardı. Ben de  binmek istiyordum, çocukluğumdaki heyacanı duyup duyamayacağımı merak ediyordum. Gişeden biletimi aldım, kuyruğa girdim, uzun süre bekleyeceğimi biliyordum. Dolaptaki insanları izleyerek ve onların çığlıklarıyla dolabın kalın halatlarının çıkardığı gacur gucur seslerini dinleyerek bekleme zamanını geçirdim.
İki görevli vardı. Biri dolabı durduruyor, hareket ettiriyor; diğeri ise kabini tutuyor  inenlere ve binenlere yardımcı oluyordu. Dönme dolap bakımsızdı, demirlerin üzerindeki boyalar dökülmüş, sepetler eskiydi. Halatlardan çıkan sesler ürkütücüydü. 
Sıram geldi, bindim. Yanımda on beş yaşlarında bir delikanlı, karşımda ise genç bir karı koca vardı. Kabinler dört kişilikti. Hareket ettik, birkaç metre yükselip durduk; başka inenler ve binenler oldu. Bu şekilde defalarca dura kalka en tepeye kadar çıktık. Orada durunca bindiğimiz kabin/sepet sallanmaya başladı. Genç kadın çığlık atıp kocasına sarıldı; ben de korktum. Yanımdaki gencin güldüğünü görünce korkum geçti. Buradan görünen manzara harikaydı. Bütün şehir ayaklarımızın altındaydı, kilometrelerce uzaktaki nehir ve dağlar da görülüyordu. Yerdeki insanlar ufacıktı, sanki hepsi birer cüceydi. 
Durma ve kalkmalar binme yerine geldiğimizde sona erdi. Demek ki eskilerin hepsi inmiş ve yeni yolcular binmişti. Gökyüzüne doğru yolculuğumuz başladı. Birkaç defa döndük (beş ya da altı defa) ve en tepeye gelince gene durduk. Bu seferki duruşumuz çok uzun sürdü. İndi-bindi nedeniyle gerçekleşen bir duruş olmadığı belliydi. Az sonra genç bayan gene çığlık attı, gencin yüzüne baktım, gülmüyordu. Çok iyi seçemesem de aşağıda koşuşturmalardan bir arıza olduğunu anladım. Kabin beşik gibi sallanıyordu. Yukarıda rüzgar aşağıya göre daha fazlaydı, ancak bizi bu kadar sallayacak gücü olduğunu sanmıyordum. Genç kadının sürekli kıpırdaması, kocasına ikide bir sarılması ve belki de gençle benim elimizin ayağımızın titremesi bunun asıl nedeni olabilirdi. Bir saat kadar en yukarda asılı kaldık, durmadan da sallandık. Yanımızdan kuşlar hızla geçiyordu. Siyah, sarı, kırmızı, mavi renkli güvercinler... Bir tane de süt beyazı güvercin. Ama bu onlardan ayrı uçuyordu; ya diğerleri bunu aralarına kabul etmiyordu ya da bu farklı olduğu için onlarla birlikte uçmaya tenezzül etmiyordu. Kafamı  kaldırıp gökyüzüne baktım. Ta tepede çok çok yüksekte bir leylek kanatlarını açmış duruyordu. Hareketsiz görünüyordu, ama tabii bu bir göz yanılmasıydı. 
Tekrar aşağıya baktım. Ortalık giderek kalabaklaşıyordu. Dönme dolapta yakınları olanlara çok sayıda da seyirci eklenmişti. Oradaki kafaların hepsi gökyüzüne doğru çevrilmişti. Bekliyorlardı. Acaba neyi? Buradan aşağıya düşme anını kaçırmak istemiyor olabilirler mi? Merak ediyorum: Telefon kameraları çalışmaya başladı mı?
Arıza giderilip aşağıya geldiğimizde indirildik. İnen herkes derin bir nefes alıp birkaç metre uzaklaştıktan sonra arkasına dönüp dönme dolaba bakıyordu. Bazıları da indiklerinden öylesine sevinçliydiler ki aşağıda kendilerini bekleyenlerle kucaklaşıyordu. İndirilen sadece biz değildik, dolap boşaltılmıştı.
Bilet alanların para iadesi için gişeye gitmeleri söylendi. Anlaşılan bugün dolap çalışmayacaktı. Ciddi bir arıza olmasa bilet paralarını iade etmezlerdi.
Dört-beş gün lunaparka uğramadım. O günkü korkuyu üzerimden atınca tekrar dönme dolaba binme kararı vererek gittim. En tepede kaldığımızda duyduğum heyacanı bir kere daha yaşamak istiyordum. Yaşayamadım, çünkü oraya gelince dönme dolabın sökülmeye başlandığını gördüm. Oysa diğer eğlence aletleri duruyordu. Sökme işinde çalışan işçilere ve onlara emir yağdıran adama dikkatle baktım, bunlar dolabın montajını yapanlar değildi. Başlarındaki adama neden söktüklerini ve dolabı nereye götüreceklerini sordum. Adam yüksek sesle cevap verdi:
-Bozuk. Dönemiyor. Dönemeyen dönme dolabın en son gideceği yer de hurdacı mezarlığıdır.
Bu cevap bana dönme dolabın sonunun da insanınkine ne kadar çok benzediğini anlatmaya yetti.
(Devam edecek...)
( Dönemeyen Bir Dönme Dolap-1 başlıklı yazı Ömer Faruk tarafından 14.11.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.