Hayat kendimizle, insanlarla, dünyayla ve Allah'la olan ilişkilerimizin bir bütünü. Yorumlarımızı, bakış açımızı, inançlarımızı, yaşam tarzlarımızı genel hatları ile bu dört ilişki türü belirliyor ve hayata baktığımız pencerenin şekli, büyüklüğü bu ilişki türlerinden hangisine ağırlık verdiğimizle ilintili. Aslına bakılırsa bunlar aşağıdan yukarıya doğru genişleyen bir piramit halindeler. En altta kendimizle olan ilişkimiz var, en tepede Allah-kul ilişkisi... Kendimizle olan ilişkimizin tutarlılığı, kararlılığı ve sağlamlığı insanlar ve dünya ile olan ilişkilerimizi güçlendiriyor, Allah-kul ilişkisinin oluşmasına zemin hazırlıyor. Bu nedenle ben herşeyden evvel insanın kendisi ile olan ilişkisinin büyük önem arz ettiğini düşünüyorum.

Peki insan kendisi ile nasıl bir ilişki hâlindedir? Diğer insanlar ve dünya ile olan ilişkiler daha somut ve görünürken insanın kendisiyle olan ilişkisi soyut ve siliktir. Çoğu insan, çoğu zaman bu ilişkinin farkına varmaksızın hayatını sürdürür. Rutine bağlanmış, tekdüzeleşmiş düşünceler, duygular, inançlar, konuşmalar ve davranışlar sürekli olarak, bir kısır döngü halinde birbirini besler ve tetikler. En temelde düşünceler vardır. İnsan en yakınındaki insanları (başta anne-baba) gözlemleyerek zihninde düşünce zerrecikleri türetir. Bu düşünceler görsel, işitsel, fiziksel, sezgisel ve duygusal deneyimlerin ürünü olabilir. Düşünce zerrecikleri genelde birbirini destekler ve kendi içinde tutarlılık kazanarak bilinçaltında inanç kalıplarına dönüşür. İnanç kalıpları zihinde tekrar edile edile alışkanlık halini alır ve pratik sahaya dökülür. Artık alışkanlıklarımız paralelinde kişiliğimiz şekillenmiştir ve kendisini düşüncelerimizde, duygularımızda, konuşmalarımızda ve davranışlarımızda belli edecektir.

İnanç kalıplarının oluşumu bütün bir hayatı kapsamakla birlikte yoğun olarak çocukluk döneminde gerçekleşir. Kişilik özelliklerimiz ağırlıklı olarak bu dönemde şekillenir. Fakat ilerleyen yaşlarda, kişiye göre farklılık göstermekle birlikte, az ya da çok değişim meydana gelir. Yaşanan olumlu-olumsuz deneyimler, ağır travmalar, bireysel ve toplumsal aydınlanmalar, bulunulan ortamın değiştirilmesi, birlikte yaşanılan kişilerin değiştirilmesi inanç kalıpları dolayısıyla kişilik üzerinde değişime neden olur.

Benim kanaatimce insan kendi içinde başlı başına bir toplumdur. İçinde iyileri-kötüleri, ahlâklıları-ahlâksızları, öfkelileri-sakinleri, duygusalları-mantıklıları, kibarları-kabaları, adaletlileri-adaletsizleri, alınganları-vurdumduymazları, kibirlileri-mütevazileri vb. birçok insan tipini barındırır. Bu tipler bazen tek başına, bazen birkaçı bir araya gelerek birbirleri ile mücadele ederler. Mücadele neticesinde hangi taraf diğerine galip gelirse diğerini baskı altına alarak pasifleştirir. Hem de bu iyi kötü ayrımına tabii tutulmadan olur. İnsanlar, hatta ülkeler arasındaki ilişkilerde de durum böyle. Maddi, siyasi, fikri ve kültürel açıdan kuvvetli olanlar zamanla zayıf olanları bastırıp etkisi altına alır/alıyor. Mesele tamamen bu insan tiplerinden hangisini besleyip büyüttüğümüzle alâkalı. Hangisi üzerine yoğunlaşır, düşünür, eyleme geçer; hangisi üzerine bilgi toplarsak o yöne meylederiz. İçimizde iyi ile kötünün ayrımını yapamaz; düşünce, duygu, söylem ve davranışlarımızla iyinin yanında olmaz isek ne iç çatışmamız son bulur, ne de iyilik hayatımıza hakim hale gelebilir.

İçsel problemlerini, ruhsal çatışmalarını olumlu yönde neticelendiremeyen insandan toplum adına, ülke adına beklenti içerisinde olmak abesle iştigaldir. Kendi özeleştirisini yapamamış, hayat penceresinin kepenklerini sonuna açamamış insan, hayatı ancak aralık kalan kısımdan görebilir. Dar bir bakış açısı, bilgi ve ışık yoksunluğu. Bu bağlamda ben toplumu, insanları, farklı düşünen ve yaşayanları eleştirmezden evvel eleştiri oklarının içimize, bizi hissettirmeden yöneten bilinçaltımıza yöneltilmesi gerektiği kanısındayım. Hangi ideolojinin, hangi felsefi düşünce biçiminin, hangi bakış açısı ve yaşam tarzının daha doğru olduğunu ispatlamak çok zor, hatta imkansız. Belki de onlar sadece biz doğru olduklarına inandığımız için doğrular. Hayat matematik değil ki dört işlemle, bir takım formüllerle ispatlayabilelim. Ama hayatın ispatlanamaz, delillendirilemez oluşu bizim kendi içimizde pozitif yönde tutarlılık, kararlılık ve kaabiliyet kazanmamıza engel değil. Arzu edildiği takdirde negatif inanç kalıpları değiştirilebilir. Neticede değişen ve gelişen dünyada anne babamızın bize bilerek/bilmeyerek öğrettikleri ile yaşamak durumunda değiliz.

Sonuç olarak söyleyebilirim ki insan insanları ve dünyayı değiştirmeye çalışmazdan evvel kendisini değiştirmelidir. Düşünce oklarımızın çoğunluğunu insanlar ve dünya üzerinden çekip içimize yönelirtirsek faydalı olacağını düşüyorum. İnsanlarla, dünyayla ve Allah'la sağlıklı ilişki kurabilmenin kıstası bu bence. İyi insan olabilmek için insanlarla uğraşmayı bırakmak lazım.
( İçimiz Ve Dışımızla İlişkilerimiz başlıklı yazı Silüet tarafından 9.11.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.