Hırpalıyor çoğu zaman ve nedensiz. Satırların
yaftaladığı gölgeme borçluyum adımı ve noktası olmayan özlemlerime…
Kenetlendiğim ne kaldı ki geride?
Bir özrüm var hepi topu bir de
içimdeki kırgınlık.
Mutluluğun fasılasında güneş özürlü
bir yetim cümleyim işin aslı ve elim kolum bağlı, kaderciliğin tezat
yönergesinde-öyle ya mutluluğa programlı bünyem ve kendimden çok sevdiğim
insanlar- sunumu hayatın başım gözüm üstüne.
Gün geçmiyor yeşeren tabiat ölümle
tanışıyor; gün geçmiyor mevsim özürlü ruhum sadece sonbaharla teselli buluyor.
Dün bir bu gün iki.
Bu gün iki ama yarın asla üçe tamamlanmayacak
işte.
Nüktedan olmasını arzu ettiğim ama
hüzün odaklı yanılgılarım sonramı tehir ettiğim fi tarihinde hiçbir maruzatım
kalmadı artık.
Yalnızlığın ölçüsüzlüğünde ben
kalibresi olmayan şiirlerde bir başıma kalmışlığımın hikâyesini yazıyorum.
Gerçekleri enine boyuna irdelemek çok
yıpratıcı ötesinde kusur addedilen kişilik özelliklerim.
Zaman ölçüm yapıyor.
Ben mutluluk özürlüyüm.
Ruhum ölçüm yapıyor: sevme özürlü
insanlara denk düşüyorum lakin bu, benim sevmeme engel teşkil etmiyor.
Uzun uzadıya düşüyorum, döşüyorum,
dişimi tırnağıma takıp mutluluk şarkıları dillendiriyorum lakin konuşmam ve
mutlu olmam yasak.
Emrindeyim öğelerin.
Emrindeyim insanların.
Ben doğuştan emir eriyim evrenin.
Allah ne dediyse kabulüm lakin dev
aynasında hasbıhal eden kim ise kabul görmek istiyor.
Bir sıfatı bölüyorum ortadan ikiye ve
sıfatsız teşrif ediyor: öncelikle ölüm göz kırpıyor.
Vasfım ne ise özür görüyorlar.
Özrüm yok çünkü sevmenin özrü
olmamalı.
Değer verdiğim kimlikler yine değer
vermekten aciz.
Sessizce yaşayıp severken…
Ne bir hiciv ne atıfta bulunduğum.
Ne yalan ne doğrucu kimliğimden taviz
verdiğim.
Gelip geçen mevsimlerde kendimi
bulduğum yine de her mevsimle eşleşmediğim.
Bazen karanlığın nüansı; bazen
aydınlığın çapkın edaları.
Sev, diyen kimse yok ve değer ver,
diyen.
Lakin iç sesimin emrinde umut
biriktiriyorum bir de insan. İnsan biriktiriyorum bir de emsalsiz saygı.
Irak tutulduğum hayatın merdivenlerinde
mütemadiyen zıplıyorum.
Göğün mavisinde Tanrı’yı görüyorum.
Tabiatın yeşilinde iklimleri
görüyorum ve tüm canlıları.
Canlanan tabiat bile yeri geldi mi
küserken ben nasıl küsmem?
Haznemde ne yokluk var ne de varlık.
İçimde ne nefret var ne de yalan.
Yine de yalanların ithaf ettiği
seçeneklerde ben hiç biriyim son şıkka tekabül eden.
Hiçliğimi varlık addettiğim ve
insanları kendimden çok sevip gözettiğim sonrası malum…
Kendimi sevmem bile yasak iken an
geliyor çatallaşan sesinde iblisin tezahürat yapılıyor.
Sevgiyi kutsayan bir din; mutluluğu
huzurla eşleştiren bir mefhum aslında bizi bize sunan yine içsel yolculuğumuzda
şahit olduklarımız.
Bir minvalde gök boşalıyor; bir
edimde hayat sonlanıyor.
Rotamın kabulü; aşkın verilmiş hükmü
ve insan iken yine insanın zehrini alan ve insan iken yine insana hayatı zehir
eden.
Kuşandığım.
Donandığım.
Dönendiğim.
Sevip irkildiğim.
İrkilip sonlandığım.
Sevmek de yetmiyor işte ve muazzam iş
birlikteliği ile kaderin ben sadece sonlanmasını istiyorum hikâyemin. Ve o güne
kadar da kendi hikâyemi yazmaya devam edeceğim.
Sevgimle.