Zaman birimi ve insan denen nesne…
Vakıf olunası gerçekler:
yalıtılmışlığın iz düşümü ya da hazan makamında besteler…
Örtülü ödenek gibi dolanıyoruz:
ruhumuz çok karanlık; baldırlarımız giyinik bile değil ve örtündüğümüz kadar da
örüyoruz düş misali.
Yaltaklanmadığım cihanın en gerici
kuşuyum ben: kanatları geri geri giden hani nerede ise uçmayı unutmuş.
O V denen düzenek ve ben kül rengi
tüylerimle sürünün en arkasındayım: ha düştüm ha düşeceğim. Düşünmesi bile
olay. Düşünenler mutlu. Düşmüşlüğü varlığın bir hezeyan ve Tanrı’nın göz
yummadığı gerçeği.
Uçmak. Aslında asılı kalmak.
Ve askıntı olan ne çok rüzgâr adına
insan denen ve ahretliğim kim ise gocunmadan teselli bulduğum.
Parantezlerin içi hep dolu yine de
lal hecelerden üreyen sessizliğin tentesinde ansızın peyda olan bir renk.
Siyah desen değil; beyaz hiç değil.
Tanrının gözünü alamadığı o alâmetifarika.
Bir sürüye dâhil olmak ve mutluluk
arayışı.
Perde.
Oyun başlasın.
Kelimelerin dürttüğü bir boşluk ve
işte kanat çırpmaya başladım. Konuya vakıf bile değilken hissediyorum o
cereyanı.
Üşümekle üşütmek arasındayım.
Üşüyorum.
Bağrı açık yazılarda yarı saydam
gölgelerin neşriyatı.
Öl deseler öleceğim sanki… demek bile
akla zarar.
Ve yaşamak.
Tükenişin meali.
Gün bitiminde hayata bir ara
verdiğimiz gerçeği… kabullenmiyorum zira gün bitiminde eksilen sadece zamana
dair bir bulgu ya içimizde yeşerenler?
Hayatın külliyatında yalın bir
tanımlama mevzubahis.
Sevdiğin kadar insansın.
Sevildiğini ne san ne de bekle.
Yörüngemde turlar atan pervaneler
var: benim gibi değiller ne de olsa: onlar ışığa öykünüyor ben ise karanlığın
cehaletinden faydalanıp anılar biriktiriyorum gün boyu ve geceye serpiyorum
dahası da var.
Nifak sokan kimi şiir benimle hayat
arama ve yazıp da beğenmediğim yüzlerce şiir.
Soluduğum havada kelimeler cirit
atıyor oysaki kimse farkında değil gördüklerime nail olacaklarını hissetsem de
zaman zaman biliyorum ki; bu, bir yanılgı.
Teras katındayım şimdi de ömrün.
Geniş bir alan kuşların mealiymişçesine ben cesetler biriktiriyorum. Ölülerle
kurduğum diyalog.
Geçmişten gelenler.
Rahmet isteyen kim ise davetine
icabet ediyorum ve mutluyum.
Mutlu olduğum kadar karamsar.
Karamsar olduğum kadar geleceğe
yaptığım yükleme tıpkı düş kontörlerim bitmeden eklediğim gidiş geliş hikâyelerim.
Nereye gidiyorum peki? Meçhul
kimliğin muazzam yolculuğu ve burun kıvıran nice insan.
İçlerinde derlediklerini dertleşme
babında paylaşıyorlar birbirleri ile oysaki asla kendilerinden bahsetmiyorlar.
Gerici güçlerin örselediği geniş hayaller ve kuramlara yenilerinin eklendiği
günlük bildirgelerim tıpkı baskıya verilen gazete gibiyim. İçim şerbetlendikçe
ben tuzağına düştüğüm kadar tuzağıma düşürüyorum yine içimdeki birikim belki de
çoğuna göre gereksizlikle iştigal ettiğim o yansıma/yanılsama.
Gürül gürül akan kelime deryam
zamanla tahsil ettiğim aslında dün menşeli öykümü bitirmek adına asla çaba sarf
etmeden yeni eklentiler yapıyorum.
Kuruyan hecelerine şiirlerimin su
sürüyorum imge yerine ve tadına doyamadığım günlük telaşımın ertesi çöken
yorgunluğun ihlali ve güneş benim geceme doğuyor.
Doğurgan tabiatı içimizdeki saklı
evrenin ve patırtıların eksik olmadığı dünyanın enkaza dönüşmüş masumiyet
çıkmazı.
Masum nidalar yerine şehvetli
çığlıklar.
Aşk yerine meyleden cinsel içerikli
ve doyumsuz mecralar ve insan hüviyetleri.
İçkiye banıp hüznü, kafaları beyinden
soyutlanmış ne çok genç insan ve yüklenmişler içki şişelerini.
Metazori olamaz ki hidayet ve
kurallara uyma gerçeği.
Ben de kural/sızım çünkü içimdeki
sızıyı yazarak yok ediyorum.
Çağlayanın ayaklarında üç beş
somurtuk mizaç sanki içimdeki hezeyan, kanayan hücrelerini doğanın iyi ediyor
oysaki ne büyücüyüm ne de bir düş simsarı.
Gökdelenlerden geldiğim günleri
düşünüyorum. Plazaların geniş ölçekli hayatlarında ve sunumunda bunca fırsatın…
sahiplenmem gereken ne ise.
Aidiyet duygum. Ve de aczi yet.
Haşmetli yalnızlığımın
kundaklanmasına nasıl razı olabilirim ki?
Sözü özü bir insan olmak varken ben
yalnızlığı seçtim madem…
Rüzgârın yönü değişiyor ve yazının
akışı.
Varlık katsayımda yeknesak bir
yokluk: bir varım bir yoğum.
Kardeşimin kulaklarını çınlatıyorum
ve gözlerindeki parıltı eşlik ediyor göğün lacivertine.
Dolunay çıkmış meğer ve ben onu yeni
fark etmişim. Sokak lambalarında kayıtsız cesetler asılı: zavallı feri sönmüş
pervaneler.
Aşka düşkünüm belki de.
Belki de içimdeki ikram sadece
hidayetin ilk basamağı.
Olamaz bazı şeyler mesela ben asla
benzeyemem başkalarına lakin bana öykünen üç beş hayalet geçiyor yan odadan.
Kovuyorum her birini.
İçimdeki kırmızı rugan ayakkabılı
küçük kızı da kovuyorum. Düşmedi gitti yakamdan.
Ne dünü ne öykündüğü ne de ördüğü
saçları eksik oldu içimdeki elemden.
Kuyudan su çeker gibi duygular hücum
ediyor yüzüme ve şekilden şekle filan da girmiyor.
Az sonra çekeceğim fişimi yoksa
nereye kadar?