İlkbaharı müjdelediğini biliyorum Tanrı’nın ve derin derin nefes alan kullarına kızdığını da biliyorum.

 

Bildiklerimi söylemeden bilen birinin olması ne muhteşem bir duygu üstelik üstü kapalı bile söylememe fırsat vermeden, okkalı bir sessizlikte vakıf oluyor O’na yüreğimin ikramı.

 

Varlık katsayımda muazzam beşgenler var ardı arkası kesilmeyen sonsuzluk hissi.

 

Şimdi melun bir gölge takılsa peşime ben şaibeli bir ıslık kondururum gökyüzüne ve çağırırım Mahşerin Beş Atlısını; dahası da var; korunduğuma biat peşimdeki gölgeye çalım atarım tabii ki açık ara farkla koşmaya da başlamışken.

 

Kısık sesinde tayyarelerin, bulutlar nazlı nazlı konuyorlar kanatlarına uçağın ve yakışıklı pilot burun kıvırıyor üstelik otomatik pilota devrettiğini uçuşu da kimseler bilmezken. Yoksa kıyamet kopar uçakta. Maazallah; ilk olarak hostesler atarlar kendilerini bulutların kucağına ve edebiyle uçağını süren otomatik pilota da lanet okuyarak.

 

Başlığı olmayan bir yazıya giriş yapmak harika bir duygu: tıpkı arabayı otobanda son hızla sürmek gibi ve yolculuğun sonunda frene basıp, noktayı ve başlığı koymak elbette öncelikle Allah’a havale ettiğim canım ve duyulmaz nidalarım ne de olsa ölçümünde yanlışlık yapabilir yazının ve düşünsenize bir, o el freninin tutmadığını akabinde uçuşa geçtiğiniz diğer taraf.

 

Yazma duygusu bende buna vesile oluyor ilk günden beri hele ki son zamanlarda…

 

Tanrı bilse de ne yazacağımı asla tüyo alamıyorum tıpkı fal bakmak gibi: günah ve haris ruhların işine gelen bu anlamda bilmeden yürümek nereye varacağımı, müthiş bir duygu hele ki yön bulma yeti’m de asla gelişmemişken.

 

Dene ve gör.

 

Bir de umut et.

 

Misal.

 

Haftada en az bir gün hikâye yazma hakkı tanıyorum kendime ama ne yazacağımı yine bilmiyorum ve hepsi masaüstüm ile alt bilincimde kayıtlı ve elbette tek okuyucu O tabii ki de şimdilik.

 

Lades dedim dün. Lades dedim lakin karşımda kimse yoktu. Mahal vermek istemem kafa karışıklığına lakin illet yalnızlığın çok da iyi tarafları var. Misal.

 

Göğün tembel kanatlarında hayaller kuran bir kuş sürüsü oluyorum bazen. Bazen nöbete duran bir leylek ya da ağzında bir bebekle kapısını çaldığı o hane.

 

Aklım sıra kurduğumu karıyorum bazense siliyorum bazense unutmadan yazmayı deniyorum ve asla rüyalarım da bana tüyo vermiyor.

 

Karanlığı sahiplenmek de çok güzel.

 

Ben karayım.

 

Sen karasın.

 

E, ne olacak bu işin sonu?

 

Belki hengâmede kaybolacağız belki feraha çıkacağız kısaca büyüyeceğiz ama illa ki içimizdeki o küçük çocuk badi boyu ile arz-ı endam edecek hayallerimizde.

 

Ve aşkın itici gücü. İt, it nereye kadar? Gideceği yerden de çok öte hele ki izdiham yaratan bir aşksa. Ne demekse şimdi… Çok şey demek işin aslı.

 

Aşkla ulu orta kuramlar geliştiriyor zihniniz ve çalışmayan tembel gri hücreleriniz bile işlevsel oluyor.

 

Geçenlerde seyrettiğim o uzun metrajlı film gibi: zihnini tam kapasite ile çalıştıran bir kadın ve sonu… bırakın da siz tahmin edin yine de korkunun eşlik ettiği mucizevi bir yolculuk adına hayat denen. Korku ile iştigal olmak çok olası: belki ölüm korkusu belki sevilmeme korkusu belki de başarısızlık.

 

Korkunun ecele faydası var mı yok mu, tartışılır lakin ötesinde hazin bir kelam süregeliyor. Söylenmeyen ne varsa ama duyguların aralıksız talim yaptığı. Şebekede yapılan çalışmalardan dolayı da ruh ve akıl aralıksız iletişimde derken insan yorgun düşüyor ama uykuya geçmeden de illa ki yazmalı üç beş satır-ya da üç beş sayfa.

 

Haznemde bulutlar bir görünüyor bir kayboluyor ve üstlerine yerleşik cümleler var henüz tercüme edemediğim ve yazarken hâsıl olan bu mucize ile içimin çevirisini yapıyorum. Akla zararım belki de dünyanın en akılsız insanı lakin beyin gücümle yol kat etmeyi seviyorum zaten bu sayede değil mi sayısız sıkıntı ve engeli aşma başarım… yoksa başarısızlık mı demeliydim ne de olsa gereksiz meşguliyetlerim yüzümden hayatımın çeyreğini çöpe attım ardından da geri dönüşüm kutusunda imha ettim ve işte geride kalan ya da yangından kurtardığım ne ise.

 

Bir eksiğimiz olduğu malum ya da benim en büyük hayalim… rüyalarımın bant kaydına sahip olmayı çok isterdim hele ki; o rüya geçişleri yok mu ve her uyku bölünmesinde yeni rüya efektleri üstelik tek fragmanının yayımlanmadığı.

 

Elif Şafak ve Haydar Erülgen… en çok ilgimi çeken yine ortak paydada buluşan bu yazarların rüyalarında gördüklerini kitap haline getirmiş olmaları.

 

Ne yani; aralıksız rüya görüp yazacaksak hiç uyanmayalım ya da tam tersi. Düşünsenize; her nemalandığınız rüya… geçtim bunu aslında benim için en geçkin ve somurtuk duygu; gün içinde aklıma takılan bir kelimenin ya da yüreğimde çukur açan bir duygunun ki gün içerisinde içime en çok kazıdığım derken gün bitiminde tümünü kağıda aktardığım bu iç dökümü.

 

Zamanla normalleşeceğimi sanırdım gelin görün ki; yazmaya başladıktan sonra iyice çığırından çıktı hayal dünyam.

 

Hayattan aldığım zevk ve hayattan bana yansıyan tüm olumsuzluk… şimdi şiire döksem şaibeli olacak yazdıklarım ne de olsa kısacık şiire çok gelir bunca tezat duygu o zaman rotamdan sapmadan ters bir takla atıyor ve günü sonlandırıyorum.

 

Edebiyattan ibaret olmayı çok isterdim lakin edebiyat dışında hâsıl olan hayat denen düzenekte nasıl mümkün olur ki yüzde yüz bir katılımla edebiyata ait olmak… yine de hayali bile güzel: edebiyat zaten aşkın doğası ve ben doğan güneşi geceye teslim edip bu aşkımla yaşayıp bu aşkımla uyuyorum. Tümden gelen coşkumun da basite indirgenmiş faslıyla sevgilerimi sunuyorum sizlere…

 

 

 

 

 


( Başlığı Olmayan Yazı... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 7.10.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.