‘’Akıl erdiremediğim bir şey var ki o
da insan ömrünün uzunluk, kısalık ölçüleri. Bilim adamlarına bakıyorum; onlar
ölçüyü herkesten daha kısa tutuyorlar.
Genç Katon, kendisini öldürmesine
engel olmak isteyenlere: ‘’Ben, hayattan vakitsiz ayrıldı diye ayıplanacak bir
yaşta değilim.’’ demiş, bunu söylerken de kırk sekiz yaşındaymış.’’(Montaigne)
Normalde uykuda olunması gereken bir
saat ama yine içimdeki dürtü beni yazmaya yöneltti. Yazmak uyumaktan bin kat
huzur ve dinçlik verici… ne tuhaf bir duygu oysaki okumam gereken kitaplar
vardı baş ucumda ve ben… sana yeni bir mektup yazmanın vakti gelmiş demek ki.
Sen gittiğinden beri ne mi değişti?
Ben hala aynıyım: hala çılgın; hala
hayalperest; hala dost ve insan arayışında ve ne yazık ki; hala yanlış anlamlar
yüklüyor bana kim varsa yakınımda uzağımda.
Sen gittin ya… ya, ben nereye
gidebilirim ki?
Belki Kafka’nın mezarının
dolaylarında bir yer temin etmeliyim hani olur da uyku arasında sohbet ederiz.
Kıskandığım o meşhur cümlesi nasıl da
benim izdüşümüm.
Neyse konumuz bu değil aslında konum
hep bu ve konum’um da.
Gölgemden de çok sıkıldım o yüzden
karanlıkta yazıyorum sana bu satırları sadece bilgisayar ekranın ışığı ve yan
odada kavga eden hayallerim. Şimdi uyumuş olmalıydım ruhumu dinlendirmek adına
oysaki daha makul bir seçimle sana sesleniyorum.
Girizgâhta alıntı yaptığım o
cümleler. Aynı yaştayız sanırım Katon ile ve devamında nasıl bir yol izledi,
araştıracağım. Varsa bilen söylemesin de hani ne de olsa ben çözmeliyim hayatın
ve ilhamın şifresini.
Dediğim dedik bir insan oldum mu
acaba, düşünüp duruyorum. Evet: özellikle babamın ölümünden sonra ama durumlar
izah edilecek gibi değil canım kardeşim.
Mecburdum radikal kararlar almaya ve
çok gençtim ve ne çok hata yaptım hele ki mesleki kariyerimi kendi ellerimle sonlandırırken…
Konu bu da değil aslında çok konu var seninle baş başa kalıp sohbet etmemiz
gereken ve nihayetinde abla-kardeş sohbet etme imkanı bulduk ve ne mutlu bize
ki; kimseler duymuyor çelişkilerimin eremediği o nirengi noktasını.
Seni çok sevdiğimi teyit edip devam
ediyorum canım.
Gün uzundu dün çok uzundu hem de
aslında kardeşimin başına gelenlerden sonra günler çok uzun: onu sadece ziyaret
saatlerinde görebiliyorum ve o da çok kısıtlı bir süre.
Kardeşim: kanımdan.
Kardeşim: sen de canımdan.
Bu gün garip çok şey oldu bilmediğin.
Aslında benim de bilmediğim ve anlam veremediğim gerçi neye anlam
yükleyebiliyorsam ve elbette ne değişecek bu saatten sonra?
Katon ile aynı fikirde değilim çünkü
hala büyümediğimi haykırıyor içimden bir ses ve akabinde ne çok sayısız dış
ses.
Yaşıtlarıma bakıyorum da… gerisi
gelmiyor çünkü kimseyi kendime benzetemiyorum hele ki böylesine yoğun duygu ve
düşünce denklemi içerisinde ben hala ayrıştıramamışken hangi insanın ne amaçla
neyi ifade ettiğini anlamaya çalışmışken yine de sevgili kardeşim, ben aynı
gözle bakıyorum tüm insanlara: karşımda kim olursa olsun ve elbette en büyük
korkum incitmek ve yanlış anlaşılmak.
Kimine göre bir arayışın içindeyim ve
evet, bunu ben de öncesinde öyle zannediyordum ama benimki çok farklı bir rota
zira içimdeki coşkuyu ve melankoliyi dillendirip elle tutulur gözle görülür bir
şeyler yapma amacı güdüyorum.
Ne benzeme kaygım var ne de
birilerinin yerinde olmak isteğim… kendimden her zaman için memnun kalmasam da
sanırım kendimi daha çok sevmeye başladım.
Yaşım ve yasım… işte bu ikili
içimdeki yazma aşkına vesile etmenlerden ikisi. Ve neşem… gülmeyi seviyorum
üstelik kendimi bildim bileli lakin hanemizde yaşanan bunca sıkıntının üstüne
gülme yetkisi pek vermiyorum kendime yine de kahkaha atmaya başladım ve ne
ilginç ki; buna vesile olan yine kardeşim. Seni de ayrı tutamadığım için ondan
ve senin de bana verdiğin huzur ve güven sonsuz oldu mu… değme keyfime gitsin…
sahi, diyeyim mi bunu?
Evet, diyorum ve biliyorum ki ve de
inanıyorum ki; güzel şeyler olacak hayatımda.
Günüme bakıp şükrettiğimde de
içimdeki batarya yenileniyor.
Gizemin muhtevası.
Ya, bende mevcut olan gizem?
Zaten artık gocunmuyorum saklama
gereği duymadığım hüznümden akabinde eşlik eden bir güzellik daha da kıymete
biniyor bu sayede.
Aynı kaldığımı biliyorum hatta iddia
ediyorum ama kimse aynı kalmıyor. Dün yine bir şey fark ettim ve gördüm ki;
canım kadar sevdiğim bir akrabam… dilim varmıyor ama bana telefonunda engel
koymuş üstelik böylesi zor bir süreçten geçerken.
Sanırım bilmeden bir yerde hata
yaptım yoksa adımı bayan hata olarak mı değiştirsem?
Vallahi de fena olmazdı hani ne de
olsa adım dışında her şey diyorlar.
Bazen hiç sevmediğim ilk ismim kimi
mütemadiyen beni kestirmeden, Gül diye çağırırken. Bir de soyadımla hitap
edenler.
Bunun bir hata olduğunu bu kez ben
beyan ediyorum. İnsan ismine de sahip çıkamıyorsa artık…sorun etmem gerekir mi
gerekmez mi bilmiyorum ama bir şekilde sorun bulmalı ve üzerinde
yoğunlaşmalıyım yoksa tüm okları kendime yöneltip kendimi yiyeceğim mütemadiyen.
Görsel bir efekt olmasını arzu
ederdim an itibari ile geceye dolan bulutların, muhtemel kasırga öncesinde
nasıl da daha yıkıcı olduğunu elbette benim cephemden.
İnsan arayışım son sürat devam
etmekte: sadece insan sevgimi yükleyip münazara edeceğim. Evet, fazlasıyla
detaycı ve kırık kanatları ile kuş sürüsünün en arkasında kalan o kül rengi
küçük kuş tıpkı sevgili N.Bekiroğlu’nun vurguladığı üzere ve ben o küçük kuş
üzerine oynuyorum çünkü çok hayalperest ve kural dışı.
Ben sürüden hep ayrı düştüm ömür
boyu: kâh üniversite hayatımda kâh mesleki yaşantımda bilfiil öğrenci rolünü
üstlenip hala kuram üretmeye çalıştığım o sıkıcı plaza ortamları.
Ölene kadar da bir şekilde sitayiş
etmeye devam edecek benim evveliyatımı bilse bile hala içimdeki gizemi çözemeyen
belki de o uzun süreli melankoli halim sanırım Elif Şafak’ın Siyah Süt’ünde
ürüyen bakteriler gibi içimin de güncesinde hep yanık kokusu geliyor belki de
ekşimiş süt kokusu. Allah’tan anne değilim büyük ihtimalle ev halkı açlıktan
kırılırdı.
Elif Şafak’ın neredeyse tüm
kitaplarını okudum ve inan ki; o kadını da çözemedim ve daha nice yazar beni
etki altında bırakan yalnız bir farkla: kalemleri değil ruhsal travmaları. Kimi
ise saklıyor mesela göründüğü kadar sakin olup olmadıklarını merak ediyorum yazarların-en
çok da popüler olanların.
Sanma ki; kendimi onlarla
kıyaslıyorum. Bu mümkün mü peki?
Neden olmasın? Belki bir gün belki de
ancak ahrette.
Yine de onlarla aynı ortamda
bulunmayı ister miydim? Cevabını bilsem
bile söyleyemeyeceğim ki sen tahmin ettin bile.
Yaş’tan açmıştım konuyu madem pek de
muteber gözle bakmıyorum yaş denen olguya. Hissettiğimiz yaş mı yoksa
sürüldüğümüz topraklar mı hüznümüzün yaşında bizler hala boncuk ararken
içimizdeki saklı heybelerde.
Benim çok heybem var ama içindekiler
çok karışık aynı çalışma masamın ve evimin hali gibi. Sorun etmesem de sorumlu
hissettiğim detaylar var en azından ev halkı için.
Kuytulardayım kaç gündür aslında üç
gün evvel çok güzel bir başarı elde ettim ve tehir ettiğim bir işin altından
başarıyla kalktım ve o gün bu gün neşem de keyfim de yerinde… tensiye edeyim mi
kendimi bu duygulardan? İyi de gülümseme hakkı zaten tanımadı mı bana evren?
Okurken mi gülümsüyorum yazarken mi?
İkinci şık. Misal an itibari ile beni
böylesine mutlu gören biri olsa bayağı tefe tutacaktır iyi de ben değişmek ya
da kurallara uymayı ilk günden beri reddettim yoksa an itibari ile tamamen
robota dönmüştüm ve prototipim olduğum koca dünya. Herkesten yeteri sayıda var
iken ve ben her ne kadar kendimle kavgalı olsam da… sanırım iyi yönlerimi her
keşfettiğimde bu olumlu duyguya daha da alışıyorum.
Köprülerin altından çok mu sular aktı
da; değişimin ivmesi sürekli artış göstermekte? Değişmeyen tek şey benim ta
kendim: hala akıllanmayan hala azarlanmayı bekleyen hala başını okşayacak öğretmeninin
yasını tutarken. Yas tuta tuta bir hal olmuşken ben yasa gereği rahmet
diliyorum tüm ölmüşlerime yeter ki benden artık sevdiklerim çalınmasın.
Göğe diktiğim gözüm seğiriyor: asla
mümkün değil zira perde kapalı ve her yer kapkaranlık lakin şu içimin ulvi
aydınlığına müptela olduğum ne ise yazmaktan kendimi alamadığım, biliyorum ki;
Tanrı’nın da gözü üstümde ve işte çıkış noktam: benim yaşarken hata yapma
ihtimalim artık yok bunca sıkıntıya göğüs germişken ve sana bir itiraf: canımı
yakanlara bile dua ediyorum hele ki yaşadıklarına bizzat tanık olup onların
iyiliğini isterken. İşte senden bana yansıyan ve içimizdeki pembenin coştuğu o
renk külliyatı: mavi de saklı kırmızı da hele ki kızdığımda tüm evren nasıl da
kırmızıya açlıyor en azından yanaklarımın pembeliği utançtan değil kızgınlıktan
ve saman alevi gibi sönüyorum yine de verdiğim ağır kayıplar beni en çok üzem
en azından rol yapmadan kimliğimle şerh düşüyorum düşmanımla dostumun ayrıdında.
Sürüden ayrı düşen o küçük kuş.
Pencereme konanlar değil ama zira onlar tüm sülale beraber geliyor su içip
kırıntı yemeye.
Doğanın ikramı bize: insan yavru bir
kuştan bile ders çıkarabiliyor. Yavrusunu gagasıyla besleyen anaç kuş ama biz
insanlar çocuklarımıza sahip çıkamazken. Bu çok girift bir konu ben sadece
vicdan sahibi olmayan insan çocuk sahibi olmak için yola çıkmasın, diyorum da
kimsenin işine akıl sır erdiremiyorum ve karışmıyorum da.
‘’Benim tek uğraşım kendimi
incelemek. Başka işim de yok zaten.’’(Montaigne)
Ruh ikizim hele ki mevzu insanın
kendisi oldu mu ve elbette devreye giren Freudien teori gerçi Freud’un da çok
komplike ve sorunlu bir insan olduğunu düşünürsek hele ki uyuşturucu madde
bağımlısı bir kuramcının hangi teorisine mi bel bağlayacağız?
Hayatını okuduğum son kitap yine Adam
Phillips adlı yazarın kaleminden. İşin ilginci Freud ile karşılaştım kaç gece
rüyalarımda bence düş gücümüz sayesinde ne ise görmek istediğimiz alt bilincin
Tanrı’ya gönderdiği posta güvercinleri yine rüyaların temasını öngören…
Şaka bir yana; çoğunun muhtevasında
dengesizlik saklı olduğunu bilfiil ağızlarından duydum üstelik haşır neşir
olduğum nice hocam sayesinde ben de psikoloji aşkıyla yanıp tutuşurken
amfilerde artık hangi akla hizmetle onların arasına karışmışken.
Dünyaya döndüm de hani sonrasında
yalnız fazlaca akıl karışıklığı idi bu eğitimim sonrası pek çok şeye de balta
olmuş hele ki sayısalcı birinin onların arasında ne aradığını kendine bile izah
edemezken.
Hoş geldim gerçek dünyaya, tezimin
ilk vukuatı zaten içine düştüğüm dar boğazdan kurtulma çabalarım ile bu sefer karın
tokluğuna yaptığım öğretmenlik çabalarımdı.
Sıkıcı geçmişime lanet okumasam da
aslında biliyorum ki; bunları yaşamış olmam gerekiyormuş yoksa asla anlamazdım
sahip olduklarımın değerini.
Dostluğun muhtevasına gelecek olursak…
gözlerimdeki pırıltıyı görüyorsun, değil mi canım kardeşim? Sevgiden mütevellit…
senle buluştuğumuz o ortak nokta ve hala gülebiliyor olmak hem de aynı şeylere
ve basit detaylardan tüme varım güzergahında ben hala delil ve bilgi toplarken
evrenden ve çevremden…
Sana anlatacak ne çok şey birikmiş.
Dedim ya: vakti gelmişti yeni bir
mektup yazmanın.
Arayı fazla açmayacağım bir sonraki
için yeter ki; evren bana ihanet etmesin. Belki de Puşkin’in dediği gibi ve ona
göre; her şey lafügüzaftır.
‘’Ateşlice bir belagat. Süslü sözler
yığını.’’(Alıntı)
Kabul etmek belki de reddetmek yine
kişinin en özgür hakkı iken ve evet, kabul ediyorum: ben iflah olmaz bir
hayalperestim.
Seni seviyorum.