Bilmekle iştigalim ta başlangıcından
arzuladığım sona kanat açarken bilip bilmeden.
Suçlanan olmayı ben seçmedim üstelik:
yanılgı üstüne yanılgı, ehliyetliyim artık suç hanesinde.
Yalanların soğumasını bekliyorum
yoksa dilim yanacak buharı üstünde ziyafet sofrasına oturduğumda. Aşkın
sunumunda arka sıradayım aslında aşka inancım tümüyle sonlanmışken yine de
ballandıra ballandıra ithaf ettikleri aşk şiirlerine kaçamak bakış atıyorum ve
gülümsüyorum içimdeki bilyelerle oynayan çocuğun da hevesini kaçırmadan.
İhya edilesi bir yalnızlık demek ki;
demir aldığım ilk günden beri değişen bir şey yok.
Satırlar kayboluyor; seçemiyor
gözlerim aklıma mukayyet olmak adına okuyorum usulca ve her göz kırpışımda
aklıma ilkokul öğretmenim geliyor.
İlk kavgamı yaşadığım.
İlk kez birinin aşkını itirafına
tanık olduğum.
İlk yıkıldığım.
İlk değil tek demiştim oysa her
birine.
Başlangıcını düşünüyorum
yenilgilerimin: hangi biri diğerini tetikledi acaba? Ya da ben miydim tek
sorumlu olan ve çoğuna göre de sorunlu…
Kıyasıya rekabetin yaşandığı; aklın
haznesine bilgiler sırayla girerken ruhun bir türlü olgunlaşmadığı…
Ne değişti ki dünden beri?
Satırların izdihamına asla yenilmedim
ben ama insanların yarattığı izdihamda hep ezildim belki görmeden geldiler beni
belki sorumlu tutulduğum üstelik pay sahibi olmadığım ne ise. Yine de başımı
dik tutmayı bildim bazense arkama dönüp bakmadan gittim bir daha da geri
dönmemek üzere.
İzafi olduğunu biliyorum artık sanırım
idrak gücüm bir noktada yenik düşüyor ve izahı olmayan çoğu şeyi de sineye
çekiyorum.
Ben hep aynıyım: hep de aynı kaldım
yine de farklı bir nüans arıyorum yaşantımda en azından yazdıklarım farklı
olmalı ve işte duygulara yenik düştüğüm an sıralamaya başlıyorum.
Bir sıra sayısı mıyım yoksa bir asal
sayı mı? Matematiğin dokunduğu her alan ayrı zevk vermiştir bana gerçi lise
yıllarında asla haz etmediğim teoriler ve ilintili problemler canımı çokça
sıkmıştır ama.
İşte klasik sunumu dünümün.
Bu günümde kayıt altına aldıklarım
her nedense alt yapı itibariyle geçmişten üflenen ve ben ara ara
serpiştiriyorum konfetileri.
Yaşama sevincimin çalındığı bir
girizgah yine güne nasıl başladımsa ya da mecbur bırakıldımsa ve herkes kendi
bildiğini okurken ben ulvi görevlerimi ifa etmek adına son kez deyip
sonlanmayacağını bildiğim her şeyin yolunda gitmesi adına hep ısrarcıyım ve
gardımı almak zorunda kalıyorum her halükarda sanırım halüsinasyon üretme
mekanizma yenik düşüyor gerçeklere ve ne masallara inanıyorum artık ne de
pervasız aşklara.
Eylül tüm hüznüyle esir aldı şehri.
Şehir dünden esir düşmeye razı da mevsime sanırım İstanbul’un solgun yüzünde
hep farklı bir terane.
Ya derinden iç geçirecek ana yollar.
Ya da trafiğe kapatılacak kaç tali
yol varsa. Tipik İstanbul sendromu hele ki yağmur yağmaya görsün nereden
baksanız saatler sürecek bir yerden bir yere varmanız belki de o yüzden
yürüyerek gidip gelmeyi seviyorum ne zaman yağmur varsa bu sefer çamur sıçratan
vasıtalara ve şemsiyelerin gözüme girme ihtimalini de göz önüne alarak hele ki
ansızın bastırmışsa sağanak sormayın gitsin.
Gölgem olmadan yürümek ne güzel yoksa
şehre gölge olmak mı belki de şehrin dokusunda yalnızlığın şarkısını çalmak her
ne kadar tıkış tıkış caddeleri yalnızlık olarak addetmek mümkün olmasa da…
hayır, yalnızlık her manada geçerli bir durum bir de yabancı bir semtte iseniz
ve size aşina olmayan insanlar da varsa yanınızdan akın akın geçen.
Sıfatları ihlal eden de çok insan var
aslında insanlığını ihlal eden ve şehri de darp eden.
Kıyısında yaşadığım bir hülya yine
yalnızlığın simgesel çığırtkanlığı belki yekten teyit geçen: sonrası malum:
derin bir huzur, sessizlikle yüz göz olduğunuz ve belli belirsiz sırıttığınız
ya da aşikâr olsa biri bir şey mi der, demekten de geri duramadığınız.
Rol model aldığınız kim ise: elbette
ilk sırada kabul gördüğünüz ölçüde sizin de kabul ettiğiniz ve ilk sırada aile
büyükleriniz: sağ ya da ölü, fark eder mi? Hele ki; bir de çatık kaşlı bir
resim ise hayallerinizde jet hızıyla irkilmenize sebebiyet veren…
Durağan seyrinde iken hayatın her şey
nasıl normal seyrinde gözüküyor, değil mi? Ve de insanlar. Herkes mutlu; herkes
birbiri ile ilgili ve nasıl da munis nasıl da sır saklayıcı. İşte bir sıfır
yenik başladığınız o içgüdüsel yolculuğunuz. Tecrübe ile sabit üstelik: kim ki
ağzımdan çıkan bir cümleyi bir diğerine havale eden akabinde çoğalan
düşmanlarınız.
Sevginin en muteber duygu olduğu
gerçeği elbette cepte ve güven duygusu yine eşlik eden yine de sanmayınız ki;
latife yapıyorum.
Bingo! Açık verdiğiniz o minik sırrınız
ile muazzam bir potansiyel katile dönüştünüz. Bir de bire bin katanlar da eşlik
etti mi sonra da en müşfik halleriyle size hatırınızı sorarlar ve elbette
sayısız kaş göz işareti.
Samimiyetin ayağa düştüğü aslında
samimiyetin laubali olmakla eş tutulduğu ve ciddiyet. Bu sefer size soğuk
damgası vuranlar ya da basit bir tepkiniz: ayıkla pirincin taşını.
Hayat sayısız değişkeni ile kocaman
bir denklem ve bunu çözmeye asla gücünüz yetmeyecektir. Sahi, bunu ben mi
söylüyorum?
Yalan mı?
Hem de nasıl.
Hele ki dünyada geçirdiğim zaman
boyunca hep de çözüm odaklı yaşamış biri olarak üstüne üstük çözdüğümü de ilan
ettiğim sayısız kere.
Kulakları çınlayan çok insan var ve
rahmet okumaktan kaçındığım. Nasıl acımasız bir insanım, değil mi? Hele ki
mezarımı kazanların ardından onları affetmemi bekleyen varsa… üzgünüm, sevgili
Tanrım.
Nefret konusunda çokça teori var yine
iki değerli büyüğümden feyiz aldığım üstelik İslamiyet’i hakkıyla yaşayan iki
insan.
Biri nefret ettiklerini bile bağışla
ve sev, derken…
Ve diğeri; nefretini asla azaltma ve
uzak dur onlardan, demeyi hak görürken.
Hali hazırda ne cinayet işledim ne de
cana kast ettim.
Aslında hem cinayet işledim hem de
canıma kast ettim.
Çelişkinin daniskası.
Ya da şöyle diyelim: kocaman bir
ikilem.
Eğer ki; içimdekini saklayamıyor ve
paylaşıyorsa demek ki ben çoktan öldürdüm kendimi ve bunu defalarca yaşadım
üstelik en yakınım kim ise aslında onun vasıtasıyla ben çoktan infilak ettim.
Ve sevdiklerime ihanetim sanırım
sevginin doz aşımı: ya kayıtsız kaldığım ya da gözüne soka soka sevdiğim: yaşı,
kimliği, cinsiyeti ne olursa olsun: Allah rızası için sevdiğim ve sonuna kadar
inandığım ve işte öldürdüğüm insanlar sanırım sevginin boğucu gücü, deyip geçmeliyim…
ama geçemiyorum işte. Buna bir de saygıyı ekledik mi. Saygının sevgi ile
iletişimi akabinde yere göğe sığdıramadığım sayısız insan ve helal da olsun hem
binlerce kez.
Hayatın bir okul olduğu gerçeğine çok
yeni vakıfım.
Aslında okuduğum okullar hayatın ta
kendisi imiş. Demek ki basit bir mantık kazası deyip işin içinden çıkamıyorum
tabii ki de. Her anlamda farklı kişilikte insanın-daha doğrusu çocuğun-bir
araya geldiği bir cemiyet okul hayatı ve burada en önemli görev de eğitimcilere
düşüyor. Yeri geldi mi kaynaştırma eğitimi yapacak yeri geldi m, tatlı sert hayatının
dersini verecek öğrencilerine hatta bir özetini sunacak ömrün ve gailemizin ne
olduğunun ve bu elbette informal eğitimin de kapsama alanına giriyor yine de
formal eğitimde tüm öğrenciler bir şekilde nasipleniyorlar öğretmenlerinden.
Elbette öğretmene yansımayan çokça şey var yine öğrencilerin birbiri ile
paslaştığı ve asla duyulmasını istemedikleri.
Ve geldiğimiz nokta: reşit olmayı
biliyor muyuz bilmiyor muyuz? Acıda. Sevgide. Merhamette. Ceza babında.
Sorumluluk alırken.
Aslında reşit olmayan çokça duyguya
sahibiz. Belki erken yaşta aklımız her şeye ermezken zamanında, şimdilerde
çocuklar büyüklerini bile sollayıp her konuda bilgi sahibi olmak konusunda
inanılmaz donanımlılar. Gerçi nereye kadar doğru ve yanlış biliyorlar,
tartışılır lakin gerçek o ki; günümüz imkânları ile çocuklar daha doğrusu küçük
yetişkinler pek çoğumuzu şaşkınlığa uğratabilecek düzeyde bilgililer ve mutsuz.
Tıpkı bizlerin mutsuzluğuna tanık olup mutluluk arayışına erken bir yaşta
başlamışken.
Göğün katmanlarında bulutlar bile düşünceli.
Bizler nasıl olmayalım?
Mevsimin irkildiği bir yaz sabahı ile
güne başlayıp günü sonbahar tadında bir değişimle sonlandırırken ve kim bilir
geceye geçtiğimizde kış mı çatacak kaşlarını, beni neden erken çağırdınız,
diye?
Kısaca her şey birbiri ile ilintili
ve bu etkileşim her şeye ve her birimize yansıyor.
Bazen unutuyoruz.
Bazen irkiliyoruz.
Bazen çok çok seviyoruz.
Ve kaygılanıyoruz.
Yoksa endişe edecek çok şey yok da
bizler evham mı yapıyoruz?
Varsayımlardan çıkıp yola en kestirme
yola varamazken.
Bazense yoldan çıkmışlığımız ve ne
çok yanlış üstüne üstük doğru bildiklerimiz bile bize burun kıvırıyor.
Sevgiyi katlettik sonunda aslında
evreni de rezil ettik ve rahmet yağmaktan ziyade başımıza taş olarak yağıyor
nerede ise.
Dünyayı hangimiz mi kurtaracak? Yoksa
en büyük ihaneti ve o müphem sonu kim mi sunacak Yaratıcıya?
Aklımıza mukayyet olsak bile
ruhlarımız pek bir çalkantılı.
Zamanında öğütemediğimiz duygu ve
düşünceleri artık idam sehpasında sallandırdık madem… demek ki; ölmek için çok
sebebimiz var yine de bizler sonsuzluğa göz dikmişken ve tamah ettiğimiz dünya
malı ile ipliğimiz çoktan pazara çıkmışken…
Severek çoğalmamız gerekirken bizler
manen tükeniyoruz ve birbirimizi tüketiyoruz üstelik dünya kaynaklarını ve
nimetlerini de son zerresine kadar kullanıp heba ediyoruz: çiçeği, doğayı,
inancı, sevgiyi ve çocukları.
Kendi kıymetimizi bilmek adına
çocuklarımıza bile sahip çıkamıyoruz ve egomuzla sivriliyoruz daha da çok ve
daha da… bir yetim boynunu bükerken babasını teslim ederken kara toprağa ve bir
anne, evlat acısı ile kendinden geçmişken.
Kızgınız birbirimize ve çok da haksız
lakin en kızgın sadece Tanrı ve tek haklı olan da.
Geç kaldığımızın bilincinde olsak
bile hala mahvetmeye devam ediyoruz.
İklimler dahi yolundan çıkmışken ve
her yeni gün sona delalet işaretler taşıyorken.
Karamsar olsam bile genelde aslında
tüm bunlar günümüzün tablosu.
Somurtuk bir gökyüzü; kararsız bir
hava; kaybolan değerler ve çocuklar ve ne yazık ki ölümü erken yaşta karşılayan
sabiler üstelik hiçbir suçları yok iken ve yarınlara dair umutlarını da kara
toprağa beraber götüren.
Sevmeyi unuttuk. Sevilmeyi de
önemsemiyoruz artık.
Kendimize olan saygımız çerçevesinde
saygısız davranmayı şerh düştük neredeyse.
Zararın neresinden… dönülmez ömrün
ufkunda hep mi karanlık?
İnsanlığımızı neresinden kurtarsak
bu, bir kazanım olacak: en azından yetişen gelecek nesiller için. Çok mu geç
çok mu uzağız gerçeklere, bunu sadece Tanrı bilir lakin kalan sağduyumuza
emanet evren ve insanlık.