Göğün delindiğine tanığım aslında içimin hezeyanlarına rahmet okuduğum, tüm müşkülüm.

 

Uyumsuz ve sıfatsız aslında özne olma hakkını yitirmiş.

 

Satırların gazabına uğruyorum; sitemlerin tümünü kendime yöneltiyorum belli ki içimin coğrafyasında tüm şekiller yer değiştirdi.

 

Övündüğüm değil öğütüldüğüm.

 

Kaybettiğim de değil üstelik.

 

Varlık olma hakkımın elimden alındığı ve sevdiğim kadar da sevilmeyeceğimin bilincinde.

 

Uyruğum da yok uydurduğum bir hikâyede bile barınamıyorum. Saklı tuttuklarım sanırım sanık sandalyesinde kalmaya bir ömür mahkûmum.

 

Metruk bir gölgede konuşlu, o ısrarcı hasret ve zulüm. Her şey siyah ve gözümü alamadığım ışık yılların çok ötesinde yıllanmış uyduruk bir heyecan.

 

Farklı olmanın menşei sanırım yazmak değil de yaşamak adına direndiğim ve defter-i kebir bile sayıların hışmına uğrayıp saygın bir emekliliği hak etmişken…

 

Keşke duygularımdan emekli olabilsem ve şerh düşsem tarihe: ölümlü değil de ılımlı bir insan olduğum inancı ile sehven tek tanık hangi katakulli ise ayrımında olduğum hayatın dertop olduğunu görüp bihaber iken mutluluktan.

 

Kayıtlara geçirdiğim sihri hayatın belki en şaibeli tomurcuk az sonra patlayacak olan aslında infilak etmesi de an meselesi ne zamanki içimdeki pimi çekeceğim ve her şeyden muaf tutulacağım.

 

İstikrarlı olmayı dilesem de bir ömür boyu at başı giden hazan mevsimi benim mesaiye kaldığım gecelerin bile şafağı atmış.

 

Hayra alamet değil hani bunca sessizlik.

 

Men etsem bile kendimi.

 

Benlik bir mecra; metazori bir gölge peşime takılan hani ikiye bölünsem orta yerimden ve ortalıkta gözükmediğim gibi orta karar bir mutluluk ile muhatap olsam.

 

Sevmekle iştigal olduğum da mı yalan?

 

Sonram yok ne de olsa.

 

Önümde değil arkamda gözlerim.

 

Bakışların delici titri aslında ensemde hissettiğim bazen öfkeli bir söylem bazen yanlı bir kelam ve sonrası malum: içimdeki çocuğa yönelik tüm öfkem.

 

Acımdan muzdarip kel alaka seyrindeyim âlemin.

 

Elemin tutanaklarında kanatları olmayan kuşlardan sorumluyum belki de.

 

Belki de yalnızlığın ela gözlerinde şirret bir öfkeyi sonlandırmak isteyen mazlumun ayak sesiyim.

 

Ait olduğum hiçbir yer yok hani nerede ise bir mezarım yok diye ağlayacağım.

 

Huzurun adresine talibim lakin google bile yanıt vermiyor bu soruma.

 

Ya hüzün giriyorum huzur kelimesini tuşlarken.

 

Ya da hazana denk düşüyor aramam ne de olsa tüm ayların toplandığı tek mevsim.

 

Mavi bir acı düşüyor yüreğime: en güzel mavi ve iki yanağı da ıslak bir çocuk.

 

Çocuk dediğime de bakmayın hani… lakin içindeki çocuk en yakın tanığı yine içimdeki acının da muzdarip kıldığı benlik bir tasa.

 

Öykündüğüm ne var ki?

 

Öldürmeye kıyamadığım hangi duygum yalan?

 

Hangi hasret ölümden yakıcı? Hangi duvar üstüme yıkılmayan?

 

Hangi yalan en çok inandığım?

 

En çok hangi sitem kulağıma aşina?

 

Devler geçit yapıyor aklın ırmaklarında buruk bir tat bırakıp devasa bir hız ile küçük imgeler ölüyor.

 

Küçük çocuklar ölüyor.

 

Küçülüyorum günbegün.

 

Kükreyen yanım ise sadece gümbürtüye gidiyor ne de olsa sessizliğimle muhalifim hayata ve sessizliğimle yanıyorum sayfa sayfa.

 

İkramında mevsimin sararıyorum.

 

Sardığım ne ise sarmalındayım sadece hidayetin ve Allah’ın bildiğine vakıf kim ise ne yakınımda ne uzağımda ne de olsa bilip bilmeden kaçıyorum insanlardan belki de yaram çok yeni; belki yaram çok derin; belki yaram bile yok ki gocunayım, dediğim kadar da ara veriyorum.

 

Ara verdiğim değil arayıp da bulamadığım.

 

Bulup bulacağım ne ki hele ki en beylik söylemle ben iklimler büyütüyorum çocuklarım niyetine ve duygularımı öğütüyorum öve öve bitiremediğim sevginin hulasası lakin denk düştüğüm değil devre dışı bırakıldığım hayat denen saha.

 

Sanrılar büyürken ben boş başaklara özeniyorum.

 

Özendiğimden de değil hani öylesine bakıp geçiyorum zaman zaman.

 

Zaman da geçiyor ve kurşun ağırlığındaki öykülerim sadece selametle ulaşacakları şafağı bekliyor.

 

Çocukluğumda tutukluyum madem matemin yarısını öldürüyorum ve yazarın şu cümlesi en yakın tanığı geçen hayatımın en azından çocuk kalmayı değil çocuk olarak geçen zamanında ömrümün:

 

‘’Hayatta başınıza gelebilecek en güzel şeylerden biri mutlu bir çocukluk geçirmektir.’’(Agatha Christie)

 

Yoksa kendimi kandırdığım kadar var da ben uyutulduğum zamana mı atıfta bulunuyorum?

 

Karekökünü alsam yılların sonra mutlu dakikaları eklesem ve derken iç acılarını da çıkarsam ne geçecek acaba elime?

 

Zafiyetin doruğunda ne çok insan…

 

Dostluğun tınısına ve tanısına vakıf az sayıda insan…

 

Günü kurtarmak mı hayatın gailesi yoksa geleceğini biçimlendirmek adına hayallerin turşusunu kurmak mı?

 

Bazen bazı sıfatlar ağır basıyor.

 

Başarı ya da mutlu ibaresi altında neye denk düşüyorsak ve çoğaldığımız kadar da eksildiğimiz gerçeği…

 

Öyle ya; arındığımız kadar duruyuz ve eksik.

 

Çoğaldığımız kadar da kibirli ve egoist.                  

 

Nefsin sunumunda vakıf olduklarımız.

 

Varlığın hicabında yokluk ile sınandığımız.

 

Dokusunda ömrün gömdüğümüz ne çok sanrı aslında gerçeklerin bakiyesi gerekçeleri ile birlikte gel-git aklın da sancılı var oluşunda uydurduğumuz hikâyeler.

 

Ve kendi hikâyemiz.

 

Emek verdiğimiz.              

 

Ve emekli olamadığımız duygular.

 

Hayata bir sıfır yenik başlamak adına sür git savrulduğumuz sayılar: eşleştiğimiz; eklediğimiz ama sayısını da unuttuğumuz ne çok yenilgi.

 

Maruzat bellediğimiz ama bir türlü açıklık getiremediğimiz.

 

Öykündüğüme dair belki bir noktaya meftun ama gücü sadece virgül koymaya yeten.

 

Hayatın yasını, pasını def edip kucak açtığımız ne ise gelmesini bizatihi bizlerin tehir ettiği.

 

Hücremde geçen bir günün daha ardından sadece geçici bir virgüle bel bağlayıp yeni günden nasıl oluyor da umudu kesmiyorsam artık…

 

 

 

 



( Hayra Alamet Değil Bunca Sessizlik... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 21.09.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.