YAĞMURUNAN ANAMIN ARASINDA KALDIM!
-“Yazın
güneşte beynin kaynasın ki kışında kazanın kaynasın” demiş her şey için doğru
söz eden atalarımız.
-Çalışarak
geçim temin etmek dünya da yaşayan tüm canlılar için geçerlidir. Boşuna
dememişler; “çalışmayana ekmek, aş yok” diye. Tabi ki her işin onca zorlukları
olacaktır. Zahmetli işin ekmeği de tatlı olur, aşı da. Var mı alın teri dökerek
kazanılanın dengince bir değer.
-Bereketli
bir hasat mevsiminin ardından köylü bir yıl önce nadasa bırakılan tarlalarını
sürüp ekime hazırlamıştı. İbili ekim yapmadan önce gübre niyetine ahırdaki
pekleşmiş hayvan pisliğini (mayıs) kazıyarak kağnıya yükleyip ekeceği tarlalara
götürüp onları saçtıktan sonra ekmek için tarlanın tavını beklemeğe başladı.
-O
yıl oğlu Mehmet Astsubay okulunu kazanmış Ankara’ya okumaya gitmişti. Küçük
oğlu Çavuş’ta henüz ilkokula yeni başlamıştı. İbili’nin ekimde, dikimde
kendisine yardım edecek kimsesi olmadığından bu işleri emmi uşaklarıyla her yıl
olduğu gibi bu yılda imece (ödünç) usulüyle yapacaktı.
-Toprağın
ekim için tavını beklerken biryandan bozulan bağların üzümlerini pekmez
kaynatırken bir yandan da bulgurun buğdayını hanımının ve anasının yardımıyla
eliyordu. Zaten bu işlerden önce ahırdaki ineklerin, öküzlerin yemlerini
ayırmış, hatta unu bile Boztepe’de Zeki’nin değirmeninde öğüttürmüş, neredeyse
kışlık hazırlıkları tamamlamıştı.
-Kış
mevsimi fazla beklemeden kapıya o soğuk yüzlü azametiyle hemen dayandı. Uzun
süren kış dönemi içerisinde İbili vaktinin çoğunu bazen köy odalarında, bazen
de emmioglu Güdüğreşidin Hasan’ın kahvesinde sigaranın birini yakıp diğerini
söndürerek geçirdi.
-Nisan
ayı gelmesiyle ölü toprağa su serpilircesine uyuyan doğa cana gelmiş, çevrenin
yeşilliği gün ve gün koyulaşmış, yağmurdu, güneşti derken ekinlerin boyu
neredeyse “tavuk teleği” kadar uzamıştı.
-O
yıl azotlu gübre yeni çıkmış, methiyesi dilden dile dolaşırken ta Emine bacının
kulağına kadar gelmişti. İbili anasıyla kağnıya binerek Boztepe Kooperatifi’nin
yolunu tuttu. Birazı peşin birazı da taksitle ödemeye alıp kağnıya yüklediği
gibi azotlu gübreyi eve getirmesi bir olmuştu.
-Gübreyi
eve atan İbili’nin keyfine diyecek yoktu. Güzden saçtığı hayvan pisliğinin
tarlalarına iyi kötü bir faydası olmuştu. Şimdi de onun üstüne yaz gübresini de
saçtı mı değme sen tarladaki berekete… Bunları düşündükçe İbili’nin gözleri
neşe üstüne neşe saçıyor, etrafındakilerle şimdi daha başka şakalaşıyordu.
-Havaların
yağışlı gitmesinden dolayı tarlalar çamur olsa da doğan güneşin sıcaklığıyla az
sonra kuruyor, gübre saçmak için tetikte bekleyen köylüler bu fırsatı değerlendirip
hemen tarlanın yolunu tutuyorlardı.
-İşin
farkında olan Emine bacı akşam yemekten sonra “İrbaam artık hazırlıklara başla
elden geri kalmayalım oğlum” dedi.
-Diri
sabahı diri eden İbili erkencecik kalkıp öküzlerin yemini, suyunu hazırladıktan
sonra hanımı Sariye’nin pişirdiği tarhana çorbasını ‘nereye gittiğini’ bilmeden
aceleyle içti, üstüne bir sigara yakıp hemen hazırlıklara başladı. O yıl Boztepe
tarafındaki tarlalar nadasa bırakılmış Horla yolu ile Dalakçı köyü arasındaki
tarlalara tohum ekilmişti. Şöyle bir düşündü. Şartlar el verirse akşama kadar
Ağaçlı’da on, Tokdemir’de sekiz, Kaya’nın burnunda da yedi dönüm tarlaya gübre
atabilirdi. Köylülerinden takriben her dönüm için yedi-sekiz kilo gübre
atıldığını duymuştu. Ona göre hesabını yapıp ayırdığı gübreleri kağnıya
yükledikten sonra öküzleri kağnıya koşup onlara “deeh” diyerek Ağaçalı’daki
tarlanın yolunu tuttu.
-Öküzler
kış boyu ahırda yatmaktan dolayı hamlamış olduklarından çok ağır yürüyorlardı.
Arada sırada onlara ‘cemek’le dürterek tarlaya geçte olsa ulaştı.
-Hava
güneşli olsa da Ağan Dağı’nın üstünde
kara kara bulutlar bir birine eklenerek Dalgara Dağlarına doğru çoğaldıkça çoğalıyordu.Önce anasının verdiği
dizliği aceleyle beline doladı. İçerisine taşıyabileceği kadar gübreyi
doldurduktan sonra besmele çekip bir eliyle çıkının ağzından tutarken diğer
eliyle gübreyi tarlaya saçmaya başlamıştı ki yağmur damlalarının yüzüne
damladığının ancak o zaman farkına varabildi. Buna pek aldırış etmese de yağmur
biraz şiddetini artırmış fakat İbili’de tarlayı bitirmişti. Tokdemir’e hareket
edecekti ki geri bundan vazgeçip “ıslanır hasta olurum” diye köyün yolunu
tuttu. Öküzler havaya pek aldırış etmiyorlar agır agır yürüyorlardı. Eve
geldiğinde üstü başı ıslanmış adeta ‘fıçırığı’ çıkmıştı. Hanımının yaktığı
sobada urbasını kurutuyordu ki anasının “hadi İrbaam; daha ne duruyon, güneş
doğdu, koş öküzleri de doğru tarlaya “ diyen sesiyle pencereden dışarıya
baktığında gerçeği gördüğü gibi yarı ıslak, yarı kuru urbasına aldırış etmeden
giyinip öküzleri kağnıya koşup tekrar Tokdemir’in yolunu tuttu. Tarlaya daha
varmadan yine yağmur başladı ki bu kez ‘bardaktan boşanır’ gibiydi. Tekrar
kağnının yönünü köye çevirdi. Daha eve henüz yeni gelmişti ki güneş doğdu.
Kapıda onu bekleyen anasının “haydi oğlum tarlaya” diyen gürlemesiyle birdaha
tarlaya öküzleri koşturdu. Bu hemen hemen üç gün devam etti.
-Yine
yağmurla tarladan döndüğü günün birinde onun bu gidiş-gelişlerini kahvesinde
günlerdir ‘pür dikkat’ izleyen emmi oğlu Hasan birden kağnının önüne geçerek
selam verdikten sonra “günlerdir seni merakla izliyorum emmi, nedir bu telaşın
Allah aşkına?”
-Yağan
yağmura hiç aldırış etmeyen İbili öfkesini anlatacak birini bulmuşçasına
sevinerek “vallahi yeğenim, YAĞMURUNAN ANAMIN ARASINDA GALDIM, anam diyor tarla, Allah veriyor yağmur, eve gelince doğan
güneş, vallahi bende şaşırdım kaldım” derken ağlamamak için kendini zor
tutuyordu.