Telafisi yok çoğu şeyin belki isyanın
miadı doldu belki yalnızlığın tapusu sonsuza kadar benim emrimde.
Tozutan ne zaman ne de kader hani
yalan, diyesim geliyor da gelmiyor gerisi işte.
Şaibeli bir mevsime denk düştük
Haziran öncesi sonra da umutları çürüttük Haziran’ın gelişiyle.
Eften püften üzüntülerin minvalinde
iken içim bir yarımada inşa etti dün ve hala da güdümündeyim o uğursuz
günün. Günü sağaltacağımızı sanmıştık hâlbuki
ki sendin bunu diyen bayram öncesi ve şimdi bayram tadında olmayacak artık
ömrümüz.
Özrümle yazıyorum canımın içi ve
bilip bilmediğini de bilmeden.
Neye denk düştüm artık önem arz
etmiyor çünkü tek önem sana dair ve tüm özen de.
Bir kaplıcanın şifalı surlarıymış
elleri mutluluğun: hani çaldırdığım/ız hani sözüm ona sonbaharı hepten
uğurlamışken…
Kızacağını biliyorum o yüzde
çekincelerim eşliğinde yazıyorum bu satırları ve okumamanı da diliyorum yoksa
çok kızarsın ve kırılırsın da bunun için sadece temenni ediyorum.
Uyuduğum bir ömür ve ben o Haziran
günü uyandım gerçi öncesinde de sık sık düşmüştüm bu hataya lakin uyumak bir
suç diye bilmezdim ya da gerçekleri kısa süreliğine tahliye ettiğim o uzun
molalarım.
Zamanın kaydı kuytu da yok, diyemem
aslında çok şey diyemem ve sen bilmeden söylüyorum da yoksa ne aklıma sahip çıkarım
ne de bireysel özgürlüğüme hoş, ne zaman özgür oldum ki ben? Yazarak güç
bulduğum bir iki saat içerisinde kim iddia edebilir ki özgürlüğümü? Varsın da
özgür olmayayım sonuçta dayanıklıyım üzerime kapanan o lenduha, demir kapılara.
Tapulu malım da değil hani aslında
kendimi kandırdığım kısa süreli bir zaman diliminde sanmıştım Tanrı dışında
bana artık kimse ket vuramaz diye ama günbegün bu teorim kundaklandı kendini
bilmez insanlar nezdinde ve işte yeniden kaybetmeye başlamıştım ve arkası da
geldi çorap söküğü gibi.
Bir ara gider gibi oldu en sevdiğim
insan sonra geri döndü ve yeniden çıktı yola ve evet, bir kez daha dönmüştü ve
artık emindim; hiçbir acı beni, bizi yıkamaz diye ta ki…
Zorlanmıyorum artık yaşarken ve
üzülürken.
Zanlardan yana da dertlenmiyorum
sonuçta eminim kendimden yine de ara ara şüpheye düşüyorum; dillerinden
düşmeyen o sıfatlardan birine sahi haiz miyim, diye gerçi duymuyorum da ama
görüyorum gönül gözümle.
O iblis hani insan görüntüsüne sahip
ve hep yolumuzu kesen ya da acıların payidarlığında zil takıp oynayan ve senin
dediğini yapıyorum: asla izini sürmeden kötünün ve lanetin, Allah katındaki
yolculuğuma bakıyorum kim ne derse desin.
Terk edilmek insana çok koyuyormuş
hatta kısa süreli bir gidiş mesafesi olsa da ve biliyorum ki; az sonra
geleceksin ama sonra yine gideceksin ve yeniden… nereye kadar canımın içi?
Yeter ki son kez gel ve asla da gitme… diyeceğim çok şey var aslında sana yansıtmamam
gereken ama olmuyor işte: bir şekilde fıtratımın gazabına uğruyor ve
kaçırıyorum ağzımdan.
Aslında sana yazdığım son mektubun
üzerinden söz vermiştim yine asla yazmayacağım ve kabuğuma gireceğim diye hem
de çıkmamak üzere sonuçta insan tek başına hiçbir şeye ve hiç kimseye asla ve
asla yetmiyor: hele ki söz konusu kırılgan ve naif bir varlık da oldu mu.
Sırtıma vur ve al ağzımdaki lokmayı:
al evet al ve asla kızmam sana ama sadece sen al ve sadece sen ol, sırtımı
dayadığım ikinci insan.
Farkındayım çoğu şeyin ve asla senin
bilmene müsaade etmeyeceğim bu yüzden elimden de düşmüyor tespihim ve sadece
zikrediyorum iyiyi ve iyiyi ve iyinin ve iyiliklerin daim olacağını tıpkı
seninle ikimizin seneler evvel yaptığı gibi: ellerimizden kayıp gitmek üzere
olan o hayata nasıl da tutunmuştuk ve aynısını şimdi ben yapıyorum yine
diliyorum ve sadece Rabbime yakarıyorum.
Gerisi gelecek İnşallah ama çabuk
olsun da diyemiyorum çünkü sabrın bana evrenin emaneti olduğunu biliyorum.
Beklemek ve sığınmak ve olumlu düşünüp asla gocunmadan bu sınavdan başımız dik
yürümek.
Zamanın farkındayım lakin mekânla pek
işim yok.
Tüm yalanların ve isyanların da
farkındayım lakin bize asla düşmez yolu… sözcüklerin külliyatında bir
yarımadayım tamamlanmayı bekleyen en azından şu son çeyreğimde mutlu olsam ve
sen de hayatın boyunca hep ama hep… gerisi gelecektir, canımın içi.
Mavinin her tonunu seviyorum: kâh
gözlerinde kâh denizin biteviye dalgalanım ve hüzün çağrışımında ben bir kum
zerresi kadar değersiz iken.
Maneviyatın çağrısını duydum da
geldim tıpkı öykündüğüm mutluluğun pirini yaşamışken bir ömür ve ben bunun
farkında bile değilken.
Zafiyetlerim.
Zaaflarım.
Mahrem olan ne ise matemime öncülük
eden.
Matemim ne ise dünümü özleten.
Ve yarınlar… öncelikle senin için
gelsin o aydınlık yarınlar.
Hayatın ara duraklarında gidip
geldiğim o istikamet ve hep de aynı terane: üzünç ve umut iş birliği bu da
Hakkın bir çağrısı ve O’nu daha çok anmak mümkün her acıyı uzun süreli
yüreğimize konuk ettiğimizde.
O’nu anmak ve hayatın her an’ına
yaymak ve hissetmek vazgeçilmezimiz yeter ki tüm sıkıntılar tahliye olsunlar
geniş hücreli yüreklerimizde bilmem kaçıncı kez volta attığım da yadsınamaz
iken.
İrkildiğim kadar da var hani hele ki
son zamanlarda duyduklarım ve tanık olduklarım yine de üzülmene dayanamıyorum
ve kendimi inanılmaz suçlu hissediyorum bu güne kadar seni hep de üzdüğüm için
ama söz de veriyorum; gözlerinde maviyi ve parıltıyı yeter ki saklı tut Allah’ın
izniyle ve kuytularda oyalanmadan hep de senin için var olacağım ve mutluluğunu
izleyeceğim pembenin her rengi de eşlik ederken mavinin gözlerinde buluştuğu o
güzelliği yeter ki Rabbim eksik etmesin.
Seni çok sevdiğimi… zaten biliyorsun
ama bir kez daha söylüyorum ve hep de saklı olacak bu sevgim hele ki senin için
dilediklerim hep yarınlarına yansırken…