“Bu tutmuş, bu pişirmiş, bu yemiş”
sözleriyle devam eden Beş Kardeş oyununun farklı zaman dilimlerini anlatan
olumsuz sürümüydü sanki yaşadıkları…
Belki de, hikâyeyi avcı değil av olarak
yaşamanın acıtan getirisiydi…
Bu korkmuş, bu kırılmış, bu üzülmüş, bu
susmuş…
***
Direksiyon başındaki genç adam belli
etmemeye çalışsa da sesinin tonuna yansıyan bıkkınlıkla sordu;
_ Gidebilir miyiz artık, anne?
Başını hafifçe sallayarak onayladı arka
koltukta oturan yaşlı kadın. Yüzünü sola çevirerek, önüne park ettikleri sönmüş
bir volkan edasıyla göğe yükselen görkemli binaya son bir kez daha baktı önce.
Sonra da, henüz kaldırılmamış molozlarla dolu olan yanındaki boş arsaya.
Tepeden baktığı kıyas ölçeği yıkıldığından beri artık o kadarda heybetli
görünmüyordu büyük bina. İhtiyar kadın için onu değerli kılan, yan duvarına
yapışan kalıntılardan fazlası değildi. Kalıntılar, yıkılan binanın fiziki
görüntüsü hakkında az çok bilgi veriyordu. Boşluğa odaklanmış bir çift yaşlı
göz, fiziki görünümünden ziyade içinde yaşanmışlıkları görüyor gibiydi.
Tüm vedalar gibi acı vericiydi durum.
Topraktan geleni toprağa vermek gibi… Harekete geçen araç ağır ağır
uzaklaşırken, nefesini tutarak duygularını bastırmaya çalıştı yaşlı kadın.
Kirpiklerinden süzülen bir damla yaş, hayata karşı verdiği son duygusal
tepkiydi belki de…
Arkalarından gelen bir araç tarafından
takip edildiklerinin farkına varmadan yollarına devam ettiler.
***
“Kırk yaşındaki bir anne adayı için
oldukça sağlıklı bir bebek” yorumunu yaptı doktor, ultrason cihazıyla işi
bittiğinde. Akabinde; “Cinsiyetini
öğrenmek ister misiniz?” diye devam etti. Birbirlerinin gözlerinin içine bakan
karı koca aynı anda cevap verdi.
_ Evet.
_ Yaklaşık beş buçuk ay sonra sağlıklı bir
kız çocuğunuz olacak.
Karısının gözlerindeki sevincin bir parça
hüzünle gölgelendiğini gördüğünde;
_ Bugüne kadar aldığımız en güzel haber
bu, dedi adam toparlanan eşini kollarıyla sararak.
Muayenehanenin kapısından dışarı
çıktıklarında;
_ Beni yanlış anlamanı istemiyorum, dedi
kadın. Ama biliyorsun, korkuyorum.
Eşinin avuçlarının arasındaki elini ağzına
yaklaştırarak, başparmağının bitim noktasındaki et benine bir öpücük kondurdu;
_ Biliyorum hayatım, dedi. Biliyorum.
***
Taşındıkları günden beri ilk defa yüksek
sesli bir tartışmaya sahiplik ediyordu bulundukları ev. İki kardeş aralarındaki
sorunu konuşarak halledemeyince işi tartışmaya dökmüşlerdi.
_ Böyle bir şeye, istişare etmeden nasıl
‘evet’ diyebilirsin anlayamıyorum, dedi yaşça küçük olanı. Bu duygusal bir
otopsiden farklı değil.
_ Sana katılmıyorum. Birkaç eski hatırayı
hatırlamanın ona ne gibi bir zararı olabilir, diye cevapladı ağabeyi?
_ Görmüyor musun? Babam vefat ettiğinden
beri hiç konuşmuyor. Kendini dünyadan tamamen izole etti.
_ Babam vefat ettiğinden beri değil, sen o
kahrolası binayı müteahhide verip yeniletme konusunda beni ikna ettiğin günden
beri.
_ Sanki daha önce çok konuşuyordu.
_ Çok değil belki ama en azından
konuşuyordu. Şimdi kendini tamamen kapattı.
Tartışmalarının sonuca varamayacağını
görünce işaret parmağını tehdit vari bir şekilde sallayarak kapıya yöneldi.
_ Eğer bu işin sonunda en ufak bir zarar
görürse…
Sözünü tamamlamadan, açtığı kapıyı hışımla
çekerek dışarı çıktı.
***
Kısa süreli bir selamlaşma ve hatır sorma
faslından sonra derin bir sessizliğe bürünmüştü oda. Hiç tanımadığı biriyle
uzun süreli ne konuşabilirdi ki insan? Köşelere yerleştirilmiş koltuk ve
kanepelerde oturan beş kişinin bakışları ayakta duran tek kişiye odaklanmış,
ortamın sessizliğine son verecek sözlerini sabırsızlıkla bekliyorlardı.
Elindeki çantayı odanın ortasındaki
sehpanın üzerine bıraktıktan sonra, üzerine odaklanan bakışları gülümseyerek
karşıladı adam. Alnındaki keskinleşmeye başlayan çizgiler ve yer yer grileşen
siyah saçları kırklı yaşların son demlerinde olduğunu ele veriyordu. İnsana
güven veren bir gülümseyişi vardı ve bu özelliğini kullanmayı iyi biliyordu
doğrusu.
Tam karşısındaki tek kişilik koltukta
oturan yaşlı kadını şefkat ve sevgi dolu gözlerle bir süre süzdü. Kesilmiş bir
ağacın gövdesindeki halkaların yaşını belli etmesi gibi belli ediyordu
yaşanmışlıkları ve kaybedilmişleri yüzündeki her bir çizgi. Yanına giderek
elini ellerinin arasına aldı ve öperek alnına sürdü. Yaşlı kadının tepkisizliği
ümit kırıcı olsa da üzerinde durmamasının kendince sebepleri vardı. Geri
dönerek çantasını açtı. İçinden çıkardığı Rus işi ahşap oymalara benzeyen
bebeği sehpanın üzerine koyduktan sonra;
_ İsmim Çetin Alkan, dedi. Savcıyım.
Eliyle oturduğu yeri işaret ettikten sonra
devam etti;
_ Eşim Seval.
Ev sahibini, başıyla teşekkür mahiyetinde
tekrar selamladıktan sonra;
_ Öncelikle, ricamı geri çevirmediği için
Mustafa Beye ve eşine çok teşekkür ederim. Ve Erdal Bey, size de. Sanırım
burada bulunuş sebebimizi hepiniz biliyorsunuz.
_ Evet, dedi Mustafa. İzini kaybettiğiniz
bir yakınınızı arıyorsunuz ve annemin o kişi hakkında bilgi sahibi
olabileceğini düşünüyorsunuz.
_ Evet, tamamen dediğiniz gibi.
_ Ümidinizi kırmak istemem ama annem şu
aralar pek konuşkan değil.
_ Evet, bunu söylemiştiniz. Ama ben yinede
şansımı bir denemek istiyorum. Belki birkaç eski hatırayı zikretmek anneniz
içinde hayırlı olur.
_ Umarım öyle olur. Aksi halde, ters bir
tepki verirse bu görüşmeyi anında sonlandıracağımı bilmenizi isterim.
_ Elbette.
_ Buyurun o zaman…
Nereden başlayacağını kısa bir süre
düşünüp toparladıktan sonra anlatmaya başladı;
_ Kat karşılığı müteahhide verilmiş
vicdanlardan, nohut oda bakla sofada olsa bir mekân çıkar her zaman erkek
evlada. Baba evinin mühürlü keselerinin koca evinde açılacağı umuduyla büyütür
anneler kızlarını. Pek çoğu için öyle olmadığı halde. Yokuşa kurulmuş sahanın
alt tarafta kalan kalesini döngüsüz zimmetler, maça bir sıfır yenik başlatırız.
Tüm olumsuzluklara rağmen atak yapmaya kalkışan direk ofsayttadır. Penaltılar
cinsiyet tutar…
***
Eşi Seval’i çalıştığı yetimhanede yaşanan
taciz skandalında şahit olarak dinlerken tanımıştı Çetin Alkan. Kendinin
olmayan çocukların haklarını cesurca savunan Seval’in tavırlarına hayran
olmuştu. Kariyer uğruna geciktirdiği evlilik için zaman zaman duyduğu
pişmanlık, tüm geride kalmışlara teşekkür edecek derecede uçup gitmişti onu
tanıyınca.
Daha bebek denecek yaşta annesi tarafından
terk edilmişti Seval. Cahil bir adam olan babasının ikinci eşi, yani bir üvey
anne tarafından büyütülmüştü. İyi bir kadıncağızdı üvey annesi. Babasının
eziyetlerinden kendini korumaktan acizken Seval’i koruyabilmek için elinden
geleni yapardı.
Bir gece yarısı kömür sobasından sızan
zehirli gazdan hanedeki tek kurtulan olmasına başkaları mucize gözüyle baksa
da, zaten oldukça zor olan hayatı artık neredeyse bir kâbusa dönüşmüştü.
Evlilikle sonuçlanan birlikteliğin
ardından gelen güzel günler hayata karşı bakış açısını yumuşatmasına rağmen,
çocuk sahibi olmaktan ölesiye korkuyordu Seval. Yaşadığı acı tecrübeleri
çocuğunun da yaşayabilecek olması ihtimali, çok sevdiği halde kendi çocuğunu
doğurma fikrinden caydırıyordu onu. Belki de bu açlığını giderme hissi,
yetimhanede çalışmayı tercih etmesine sebep olmuştu. Çetin’in yaklaşımları her
ne kadar ikna edici olsa da, korku karabasanı eksik olmuyordu kurduğu hayallerin
üzerinden.
Profesyonel yardım almak için danıştığı
bir dostu, sorunun çözümü için geçmişe inilmesi gerektiğini söylemişti Çetin’e.
Mesleğinin getirdiği avantajlar sayesinde en derine inebilmeyi başarmıştı.
Eşinin gerçek annesi Müzeyyen Hanım Karadeniz’den
İstanbul’a gelin geldiğinde çocuk denecek yaşları henüz atlatmıştı. Erkek çocuk
takıntılı bir babanın ilk evladıydı ve çocuğunun kız olmasından dolayı oldukça
gocunmuştu baba. Daha sonra doğan iki erkek kardeşine gözü gibi bakarken,
Müzeyyen’i gözü görmüyordu babasının. Onun despot tutumu yüzünden, çevreyle
ilişkilerini zayıflatan hayali bir koruma kalkanının içine sığınmıştı Müzeyyen.
Kuşandığı maskenin altında yaşamaya çalışıyordu, çocukluğunu.
İlk talibi çıktığında da sorup
soruşturmadan evlendirmişti babası. Oğullarına miras bırakacağı üç beş dönüm
araziden pay almasını da kendince engellemişti böylece. Yeni evinde bazı
şeylerin daha iyi olacağına kendini inandırmıştı Müzeyyen. Hatta takındığı
maskeyi nispeten aralamıştı bile. Fakat umduğu gibi olmamıştı. Babasından
farksız bir insan olan eşinin eziyetleri, anlayışsız bir kadın olan
kayınvalidesininkilerle birleşerek katmerleşmişti. Şimdi bir kat daha eklemişti
koruma kalkanının üzerine.
Kızı Seval’i doğurduğu gün tüm
sıkıntılarını unutmuş, zorluklara karşı direnmesine destek olacak sağlam bir
dayanak olarak görmüştü onu. Kayınvalidesiyle yaşadığı bir tartışmanın
ertesinde, eşi tarafından çocuğu elinden alınıp kapının önüne konulmuş ve bir
kere daha örmüştü hayali tuğlalarla etrafını. Büyüdüğünde Seval’e anlatıldığı
gibi değildi durum. O kızını terk etmemiş, aksine kızından koparılarak evinden
atılmıştı. Üstelik evini taşıyan eşinin, dolayısıyla Seval’in izini bir daha
hiç bulamamıştı.
Baba evine bir daha geri dönmedi Müzeyyen.
Önce anne tarafından bir akrabasının yanına sığındı. Daha sonra bir fabrikada
iş bularak kendi ayakları üzerinde durmayı öğrendi. Yeni bir eş adayı
çıktığında karar vermekte oldukça zorlandı. Fakat bu kez şanslıydı. Yaşça
kendisinden bir hayli büyük olan eşi Rahmi Bey ona gözü gibi bakıyor, geçmişte
yaşadığı sıkıntıları unutturmaya çabalıyordu. Belki de bu yüzden etrafındaki
koruma alanlarını aşarak onunla iletişime geçebilen tek kişi olmuştu.
İki oğulları oldu. Müzeyyen Hanım
hayatının en güzel dönemlerini Rahmi Bey’le birlikte, onun küçük müstakil
bahçeli evinde yaşadı. Büyük oğulları Mustafa’nın mürüvvetini gördükten kısa
bir süre sonra hayata gözlerini kapadı Rahmi Bey. Yeni bir yıkılışı ve yeni bir
kapanışı daha ardı sıra sürükledi bu vefat.
Artık iyice içine kapanan annesini yanına
aldı Mustafa. Bir süre sonra kardeşi Erdal’ın da baskılarıyla eski evi
müteahhide vererek iki daire alma fikrine razı oldu. Kararı, annesine
alıştırarak söylemeye çalıştığı dönemde eski ev çoktan yıkılmıştı bile. Enkaz
halinde de olsa son bir kez daha evini görmek istedi yaşlı kadın. Küçük oğlu
Erdal onu eski mahallelerine, eski evlerinin önüne götürdükten sonra bir daha
hiç konuşmadı. Artık hayata karşı son kat sıvayı çekmişti üzerine.
***
Anlatmaya başladığında, sehpanın üzerine
bıraktığı ahşap bebeği eline alarak ikiye ayırmıştı Çetin Alkan. İçinden,
büyüğünün aynısından bir bebek daha çıkmıştı. Hareketini üç kere daha
tekrarladığında, sehpanın üzerinde birbirinin aynı beş boy bebek olmuştu.
En küçüğünden başlayarak, anlattığı her
dönemde bir büyüğünün içine hapsetmişti bebekleri. Sona geldiğinde, en başında
olduğu gibi yine tek parça bir bebek duruyordu sehpanın üzerinde. Hepsi
birbirinin aynı gibi dursa da, en küçüğü gibi sevimli görünmemişti diğerleri.
Anlatılanlardan bir anlam çıkarmaya
çalışan dinleyicilerini son bir kez gözlemledi Çetin Alkan. Gözlerinden oluk
oluk yaşlar dökülen yaşlı kadının haricinde, hepsinin yüzünde bir şaşkınlık
ifadesi vardı. Sessizliği bozan Mustafa oldu;
_ Yani şimdi bize söylemeye çalıştığınız…
_ Evet, söylemeye çalıştığım; daha doğrusu
hiç bilmediğiniz hikâyesini anlatmaya çalıştığım Müzeyyen Hanım yahut gerçek
ismiyle hitap edecek olursak Müyesser Hanım sizin anneniz. Eşim Seval de ondan
zorla koparılan öz kızı, yani ablanız.
Şaşkınlıktan dili tutulan eşinin elini
tutarak ayağa kalkmasına yardımcı oldu Çetin. Birlikte yaşlı kadının yanına
kadar yürüdüler.
_ Seni kızın Seval’le tanıştırayım
Müyesser anne.
Kendisinden beklenilmeyecek bir canlılıkla
Seval’in ellerinden tuttu yaşlı kadın. Sağ elinin başparmağının bitim
noktasındaki et benini gördüğünde gözlerinden tekrar yaşlar boşaldı. Üşüyen
ellerini koruması için taktığı el örgüsü eldivenleri bir çırpıda çıkarıp attı.
Aynı et beninin bir kopyası kendi elinde de vardı. ‘Kızım’ ve ‘anne’ çığlıkları
odanın içinde yankılanıyordu artık.
_ Peki, ama bütün bunları nasıl
öğrenebildiniz, dedi Erdal ilk şoku atlattığında?
_ Araştırmalarım beni eski evinize kadar
götürdü. Yıkılan evin yanındaki büyük binada annenizin eski bir komşusunun
oturduğunu öğrendim. Evleri yenilenmeden önce uzun yıllar komşuluk yapmışlar.
Hikâyenin çoğunu ondan öğrendim. Hatta siz annenizle eski evi ziyarete
geldiğiniz gün, yani beş ay önce bende oradaydım.
Birbirini takip edecek gibi duran sorular
silsilesini Seval’in çığlıkları kesti;
_ Aman Allah’ım. Galiba bebek geliyor.
Tüm imkânsızlıklara rağmen golünü atmış ve
hayata bir sıfır galip başlamayı başarmıştı Müyesser bebek. Müyesser ninesinin
şefkatli kollarında, kendisini deli gibi seven bir anne babanın himayesinde
hazırlanacaktı kendisini bekleyen güzel bir geleceğe. Hiç yoktan bir ablaya ve
bir yeğene sahip olan Mustafa ve Erdal dayılarının sevgisi de görülmeye değerdi
doğrusu.
Seval’in korkularından eser kalmamış, onun
bu hali Çetin Alkan’ı ziyadesiyle mutlu etmişti.
En önemli değişiklik Müyesser Hanım’da
olmuştu. Etrafındaki tüm kalkanları parçalamış, çevresine mutluluk ve neşe
saçan sevimli bir ihtiyara dönüşmüştü. Matruşkanın en sevimli bebeği; kızının
kızıyla yaşanmış acıları söküyor, tüm yaşanmamışlıkları ince ince işliyordu
artık hayat örgüsüne.
Diğer dördünü sandığa kaldırırken gözlerinin
içi gülüyordu. En küçük bebeği eğlendirmek için torununa uzatırken neşe içinde
söyledi sözünü;
- Ve bu
da her şeyi unutmuş…
Yazarın
Sonraki Yazısı