ÇAL GULFUYA EVLADIM!
-Altmışlı
yıllara kadar şehirlere göç; Almanya gibi yabancı ülkelere de işçi akımı
başlamadığı için genelde köylerde nüfus kalabalıktı.
-Günlerden
Cuma olduğu için Hasan hocanın o yanık sesinden çıkan Cuma selasıyla cemaat
gruplar halinde camiye akın ederken kimileri de abdestini alıyordu.
Hasan
hocanın babası Hamza aslen Mucur’lu olup Malaylıoğulları denen bir sülalenin
imam olarak yetişmiş oğullarından birisiydi. Karacaören’de ‘eski cami’ olarak
anılan cami köyün orta yerine köylülerin kendi aralarında toparladıkları
paralarla yapılmıştı. Köyün o zaman ki ileri gelenleri araştıra-soruştura bu
Mucur’lu genci imam olarak tuttular. Bir süre sonra da köyden bir arsa temin
ederek elbirliği ile oraya imam Hamza’nın ikamet etmesi için bir ev yapmakta da
gecikmediler. Zamanla köyü benimseyen imam burada yerleşip kalır.
O
yıllarda imamlar devletten maaş alamadıkları için köy muhtarının ahaliden gelir
durumuna göre tahsis ettiği “hoca hakkı” denen buğdayla (salma) geçimlerini
temin ederlerdi. Aradan geçen yıllar içerisinde İmam Hamza çoluk çocuğa
karışmış, köylülerinin tabiriyle ‘goca hoca’ daha sonra da imamlıkla zor
geçindiğinden arıcılık ta yapınca ‘balcı hoca’ adını almıştır.
Büyüyen
oğullarını imam olarak yetiştiriyor, hazır mesleği olan bu gençlerde yurdun
dört bir köşesindeki köylere imam oluyorlardı.
-Oğlu
Hasan askerden yeni gelmişti. İmam durmak için gittiği köyler imamlarını
tuttukları için eli boşa çıkmıştı.
Bazen
babası arılarla uğraşırken camideki vakit namazlarını o kıldırıyordu. Yıllar
sonra köyün Boztepe tarafına bir cami daha yapılmış oranında imamlığını
köylüsünün ‘hafız’ adını taktığı ağabeyi Mehmet yapıyordu. Her nedense Mehmet
imamlığı bırakıp eski mesleği bakkalcılığa dönünce köylü bu caminin imamlığına
artık yaşlanan ‘goca hocayı’ eski camiye de oğlu Hasan’ı tuttular.
-Cuma
selası verileli bir saat ya olmuş ya olmamıştı ki Hasan hoca caminin toprak
damına merdivenle çıkarak ezanı okumaya başladığın da geç kalmış olanlar koşar
adımlarla namaza gelirken cami içerisinde bulunanlarda ağır ağır ayağa kalkarak
imamın gelip namaz için tekbir almasını bekliyorlardı.
-Camiye
girdiğinde cemaatin bayağı kalabalık oluşu Hasan hocayı hem sevindirmiş, hem de
gövdesine bir heyecan dalgası estirmişti. Adeta sevinçten gözleri ışıl ışıldı…
Cuma
namazının dört rekatlık ilk sünnetini kılan cemaatin kimi iki dizi üzerinde
otururken camiye o vakit için gelenlerinde dizleri bükmeye alışkın olmadıkları
için sızlıyor, fırsat bu fırsat onlarda ayaklarını hemen uzatıyorlardı.
Namaz
ve sonrasında okunan iç ezandan sonra hutbeye çıkan Hasan hoca akşam babasıyla
beraber hazırladıkları Cuma gününün
anlamına uygun hutbeyi yazdığı kağıttan okurken her nedense birkaç yerinde hata
yaptı. Yaptığı hatalardan dolayı kendi kendisine biraz sitemkar olup kızsa da
yazıyı tekrar baştan alarak hutbeyi okumayı, devamında da hutbe dualarını ve
sonrasında da hutbedeki dini vecibelerini tamamlamış oldu.
-Hasan
hoca o günlerde köyün güzel kızlarından biriyle yeni nişanlanmıştı. Bazen ezan
okurken kendi çevresinde dönmüyor farkında olmadan nişanlısı gilin evinden
tarafı bakarak belki ona sesini duyurmaya çalışıyordu. Aklı-fikri nişanlısına
mı takılıyordu acaba. Yoksa yayla bağlarının aynı adla anılan çeşmesinin az
ilerisindeki vadinin hemen bucağında ‘kelengi’nin çıkardığı toprakta bulduğu
iki eski antika parada mıydı bilinmez. (Eskilerin “manastır” dediği bu bölge
halen defineciler tarafından eşilir) Köylüler Hasan’daki bu dalgınlığa sebep
olarak bu iki neden üzerinde duruyorlardı.
-Hutbeyi
tamamlayan Hasan hoca ağır adımlarla cemaatin önüne geçip safları gözden
geçirdikten sonra niyet edip “uyun hazır olan imama” diye tekbir alarak cemaate
iki rekat Cuma namazının farzını kıldırmaya başladı.
-Birinci
rekatı tamamlayıp ayağa kalktığında Hasan hoca namazın gereği aynı birinci
rekatta olduğu gibi sesli olarak Fatiha süresini okudu. Ardından zamlı süre
olarak önceden sıraya koyduğu ‘Maun’ suresini okumaya geçti. “Era eytellezi”
diye başladığı o uzun sureyi özene özene okurken sürenin bitimine son bir kelime
kala ‘yakıtı bitince stop eden bir araç’ gibi birden sesi soluğu kesildi.
Ezberinde olan bu süreyi birden hatırlayamaz olmuştu.
-Süreyi
baştan tekrar okumaya başladı. Olmadı. Tekrar bir daha denedi yine olmadı. Bir
daha bir daha denedi olmuyordu. Adeta kırık plağa pikabın iğnesinin takılıp ta
müziğe tekrar başından başladığı gibi Hasan hocada süreyi okuyor okuyor
unuttuğu son cümleye gelince dili takılıyordu.
-Aradan
biraz vakit geçince arkasındaki cemaatin yaşlı olanlarında fısıldaşmalar,
gençlerinde ise yer yer yüksek olmasa da fıkır fıkır gülüşmeler kulağına kadar
geliyordu.
-Haliyle
Hasan hocanın morali bozulmuş, başına ilk defa gelen bu acayip durum karşısında
ne yapacağını şaşırmıştı. Utangaçlık hissi içini ağır ağır sararken onun
verdiği eziklik ve stresten dolayı kıp kırmızı kesilmiş, elinden, yüzünden
şipir şipir terler akmaktaydı. Kulaklarını arkaya dikmiş cemaatten süreyi bilen
birinin yardımını bekliyordu. Ama umduğunun hiç birisi hasıl olmuyor” bu namazı
nasıl bitiririm” diye o dakikalar süren zaman zarfında krizler geçiriyordu.
-Onun
bu aciz durumunu fark eden hemen iki saf geri arkasında yer alan hazır cevap
Etem ağasının; “ÇAL GULFUYA EVLADIM!” diyen o gür sesiyle kendisine gelip
yeniden hayat bulmuş, haliyle nesilden nesile dillerde dolaşan bu öykünün
yaşanmasına vesile olmuştu….
ERDOĞAN
ÇALIŞKAN . GERÇEK YAŞANMIŞLIKLARDAN 16 08 2014 KIRŞEHİR.
Öyküyü
şahısları küçük düşürmek, mirasçılarını rencide etmek için yazmadım..