Issızlığın silsilesi
Berhudar olmayı dileyiş
Zamandan çalıp çalıntı hayatların
Mimari dokusundaki
O terk ediliş.
Israrla çalıyorum
İnadına seviyorum
İstimlâk edilmişliğin kaderini
çiziyorum:
Her şiiri aşk bilip,
Her aşkı yok sayıp,
Her yoğu terk edip.
Aykırıyım:
Aykırı bulutların yüzkarası
Dumanların çalıntı kasrında
Bir nefsin ölümüyüm.
Davamdan geçtim sanmayın hani
Ya da her gün geçtiğim yollardan
Şaştım.
Hayli hicap yüklü deyişlerin tuzağına
Düştüm düşeli
Devrik cümleler meylediyor
İçimdeki kırıntıları saçtığım
Ne çok ne çok kuş izleği.
Bayat ekmek tadında olmalıyım işin
aslı:
İlk evvela canımın yandığı
Sonramsa Allah kerim:
Üstelik yeniden doğmayı ben dilemedim.
Dokusunda kirli nidalar çürütüyor
evreni: dokunulmazlığında sevginin, nefret bileyen çehreler soluyor.
Göğün kanatlarına takılıyım hele ki;
o içimdeki kıpırtı.
Aşksızlığın namelerine dokunmaksa
yörüngemden ayrı düşmemek adına direnişim.
İhya edilesi varlıkların çetelesini
tutuyorum madem bir de yüreğin penceresine konan bulutların… izahı olmayan ne
ise yanan ve yakaran ve bilmekle dilemek arasındaki o paslaşma.
Tembel meleklerden çaldıklarımı
tahliye ediyorum yine içimdeki çocuğa öykünen berduş şiirlerden çaldıklarımı
bir bir tensiye edip, hiçliğin vakur tınısına müteşekkir bir duygu gezgini.
İçimin efsuni coşkusu söndü söneli…
Yana yakıla sevdiklerim uzağa gitti
gideli…
Hacminde kocaman bir kerrat cetveli
muhafaza ettiğim o dokunaklı tahayyüller yine içime çekmekle bana çemkirenleri
yok saymak.
Maruzatlarımın tümünü öldürdüm bir de
acılarımı ihya eden özlemlerin dokunuşundaki o süklüm püklüm kıvrımlar.
Lades demeyi özlediğim zamanlar
canlanıyor gözümde sonramı lav ettiğim bir mıntıkada ise eziyet ehli söylemler
ve ben kulaklarımı tıkayıp sadece sığındığım kadar yaşıyorum belki kendimi
yaşattığıma kani bir hüzünle içli dışlı yine yolumu kesenlerden de alacaklı.
Ahkâmların yüz karası her yeni gün
ödemekle yükümlü olduğum bedel ve soruların değil de cevaplarının şüphe
uyandırdığı.
Bir boyuta serilmek kadar izafi
varlık yine beyit kısalığında ömrün fermuarını çekip sonlanmayı dilemek…
Saltanatını sürdüğüm dünlerim yok
artık ve hayli cebbar bir o kadar kibir yüklü izlekler mevzu bahis.
İnanmakla yanılmak arasında devinmek
çok olası bu anlamda donanımlıyım yine de gücümü tüketmemek adına son fasılda
bir perdelik oyunuma sahip çıkıp yine görücüye çıktığım her satırı sevdiklerime
ithaf ediyorum.
Gelenlerin habercisi şu kuş
cıvıltıları: gidenlerin de yalancısıyım hani sözüm ona terk edilmeyeceğimin
garantisini vermişlerdi.
Yanlı sevgilerin İlahi Aşka uzamında
ben ifa ettiğim rolümle en dramatik Tanrıçayı yere göğe sığdıramayanlardan da
bihaber, sadece iç sesimi tokuşturduğum şu beyaz sayfaya minnet dolu bir selam
veriyorum: alan olursa ne ala en azından Allah katında en muteber acıyı ve
dokunaklı sevgileri telaffuz etmek değil mi sevap kazandığıma binaen ben hala
öykünmekle kendime yapılan bunca kötülüğü de görmezden geldiğim sanırım noktayı
koymanın zamanı çoktan geldi de geçiyor.
Öykünmekle övünmek arasındaki o ince
çizgi. Bir boyutun dinginliğinde rahvan yüklü maharetli satırları da hicvetmek.
Hayli dik olduğunu görmemek mümkün mü
belki de yokuşa meyleden sabrımdır; belki yüz görümü bahtımdır içimdeki o
defolu çiçek.
Aşkın hümayunu deyişler çoğalıyor ve
izleklerde insan tacirleri aklıma mukayyet olmakla son noktaya gelmek arasında
kısa vadeli düş’üşlere gebe ve sonrası malum: ya gideceğim ya gideceğim.
Gönülde kalan son tortu yine dünsüz
bir minvalde devinip yarın odaklı bir seyir izlemek nasıl da ulvi bir dokunuş.
Özümsediklerimden damlayan satırlar
belli ki iri ölçekli bir acı şeması yine iç dökümünde yeniden dışa dönük bir
seyir hayal etmek kadar imkânsız.
İçimdeki şifreyi biliyorum artık
lakin bildirmiyorum kimselere.
Dar bir pencerede büyüyen yavru
kuşlar. Annelerinden çaldıkları özgürlüğü yine bana sunan.
Sunumunda bu karşılıksız duygunun,
ben çırpınıp düşmekle iştigalim üstelik haddi hesabı olmayan bir yokluk bu:
sağımda soldan atağa kalkanlar solumda ise solgun bir gökyüzü. Ne ilginç ki;
göğün tepemde olmamasına aldırmayıp sadece arkamı kollayıp sağdan ve soldan
bakış açıları yerleştiriyorum içinde bulunduğum coğrafyada ben hangi doğa
taslağına denk düştüğümü de bilmeden.
İhmal ettiğim ne çok şey.
İdame ettirmek adına ömrü, yalın ayak
koşmayı özlediğim sahilleri yok saymak aslında en acısı; yok sayılmaktan başlayıp
yokluğuma alışanların gözüne mil çekmeden duramadığım.
Bayraklarımı ne zaman açtım ki?
Ben ki; şaibeli ve detaylı
sunumlarında mutluluğu bir Külkedisiyim yine mahşerin atlılarına gönülden bir
dilekçe sunup idamımı talep etmek.
Köhne sevinçler… muzdarip olmak da
değil hani başıma gelen sadece koşullara riayet edip bir denkleme uzanmak boylu
boyunca.
Haşmetli bir öngörü yine İlahi Gücün,
‘’ol’’ dediğine razı olup Allah’ın takdirine sığınıp belaları defetmek.
Zarların kayıp yüzleri tıpkı
insanların yüz sürdüklerine dokunan kanatlarında saldığım kuşların da sırrına
vakıf olup bu ufacık canlılardan medet ummak kadar da akla zarar.
Sözcüklerin tahliyesini istedim bu
gece ve ben de dengimi buldum yazın denen edimin hangi sayfasına iz düşeceksem
yerli yersiz…