Diri laleler boynunu bükerken
halesinde şehrin bir kıyım aslına rücu eden isyanlar doludizgin.
Şimdinin matemindeyim; dünün
rehavetinde.
Gücü tükenmiş kelimelerin haznesinde
dolunay ve sır kâtipleri ölü padişahların yine dokusunda ölümün taze ekmek
kokusu.
Gaipten gelen mutluluk olsa keşke ve
tekerinde hayatın yoldan çıkmış bir düş…
Aşk’a ramak kala öldüm ben. Ölümün
teyakkuzunda bir aşk’a düştüm sonram pek bir vahim.
İllet bir kâbustan alamazken gözümü
ıslık çaldı gökyüzü yine dinginliğe hücum eden dolunay kaçkını yıldızlar.
Aslıma hitabım: son’un som yüzünde ve
sırları aynaların ifşa ederken içimde kekeleyen muzip çocuğu.
Dilemması mı ne yükümlülüklerimin?
Ben iri bir çiy tanesi; sen mağlup
bir martı sonramız ise asla yazılmadı ve yazılmayacak da.
Muhbir imgelere de soramam ki ve
şıklarını telaffuz edemem karanlığın: batılın yörüngesinde bir neferim; ömrün
kayıplarında bir katre dahi var olmayı beceremediğim.
Mühürlediğim isyanlarıma toz
konduramazdım bir zamanlar sonunda cezam kesildi.
Hindi kimi, şimdim ya da kim miydim?
Severek çoğalmayı seçip de sevme
mecburiyetinde olduklarımı es geçip ve yanlış yollara sapıp hep çıkmaza
düştüğüm.
Belalı şehir; kayıp mısralar ve
gölgemden mahrum kalmamak adına sonlarımın redifine sığan acılarımla baş göz
edildiğim…
Kara duvaklı geliniyim ben ölümün:
ölümüne sevdiklerime talibim madem dünden… ezelden yakamozun çığlıklarına
meftun, bir Kerbela’yım yine zamanın yetim düşlerine esvaplar giydiren.
Külliyen yalanların geniş mezhebine
ektiğim tohumlardan ölü çocuklar boy verdi sanırım şehrin istilasında ömür
haktı ve sevmek haram. Mademki ölü doğmuştu her biri…
Sağların safında masumiyet saklı idi
madem onları korumak da bizlerin görevi idi. İhlal edilen sınırlarda ifa edilen
kötülükle ar damarı çatlamış kâfir beşerin indinde bir yetim dize daha boy
verdi ve gülücükler kondurma ihtimalim de sona erdi.
Ölümü ertelemek ne kelime: biz hain
ölümlüler varsa yoksa kötülüğe emsal ve yardımcısıyız iblisin.
Meşru hayatlar, yalan fıtratlar ve
izdiham…
Kaynayan kazandan çaldığımız kepçe
kepçe ömür biteviye haykırdığımız da mı yalan?
Tanrı’ya ihanet eden şehrin kayıp
yetişkinleriyiz aslında içimizdeki çocuğa bile sahip çıkamadığımız yetmezmiş
gibi çevremizdeki başakları kırparken geceye inat; kötüye biat.
Hain düşler.
Yalanlar.
Yalandan bozma dünyalar.
Sevmeyi beceremeyen şehrin ölü
beyitleriyiz ezelden ve eline değil erkek eli yabancının gölgesi bile haram iken…
meramı ne ola ki masumiyetin?
Efkârı koyu bir düş’ün penceresinde
bayat düş simsarlarıyız ve uyuz köpeklerin kuduz tapınağında öfkeli ve hain
canlılarız değil birbirimize sahip çıkmak evrendeki canlı cansız her varlığın
da kanına girmeye pek bir hevesli.
Kurduğumuz tuzaklara zaten düşmedik
mi? İhanet ettiğimiz Tanrı’ya yan gözle bakıp da çarpılmadık mı?
Meleklerin kanatlarını kopardığımız
yetmezmiş gibi bir nüans abidesi şarkıları bile name name koparıp yolmadık mı?
Kıyamet çoktan koptu da haberi yok biz
beleş insan müsveddelerinin
Kanlı Nigar misali.
Deli beyitleri sapık ve kaçkın
nefislerine konduran hain ve yanlı hangi zümre ise varsın taş yağsın başımıza
hepten yıkanmış kanın lekesi asla silinmemek üzere bir bir andan üryan
çığlıklar mezar taşlarına ihanet ederken…