ŞİKÂYET ETMEK;
Şikâyet insanların kendi nefislerinden
kaynaklanır. Her kes her şeyden şikâyet eder oldu. Çocuğundan şikâyet eden bir
ebeveyn ya Allah’a ulaşmayı dileyip mürşidine tabi olarak nefis tezkiyesine
başlamamıştır, ya da çocuğuna Allah’a ulaşmayı dilemeyi öğretip sıratı
müstakime ulaşmasına ve Kur’an ahlakıyla ahlaklanmasına vesile olmamıştır.
Nefs tezkiyesi yapanlar hiçbir şeyden şikâyet
etmezler. Evvela hatayı kendilerinde ararlar. Yapılan hatayı bağışlar, hoş
görür, sever ve yardımcı olmaya çalışır.
O yüzden ister kadın veya ister erkek
olsun erdemli olmalı ki; Erdemli bir evlat yetiştirebilsin.
64/TEGÂBUN-14: Yâ eyhuhellezîne âmenû inne min ezvâcikum ve evlâdikum
aduvven lekum fahzerûhum, ve in ta’fû ve tasfehû ve tagfirû fe innallâhe
gafûrun rahîm(rahîmun).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Muhakkak ki, sizin
zevcelerinizden ve evlâtlarınızdan size düşman olanlar vardır. Artık onlardan
sakının. Ve eğer onları affeder, kusurlarına bakmazsanız ve bağışlarsanız, o
taktirde muhakkak ki Allah; Gafur'dur, Rahîm'dir.
45/CÂSİYE-14: Kul lillezîne âmenû yagfirû lillezîne lâ yercûne
eyyâmallâhi li yecziye kavmen bi mâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
Âmenû olanlara de ki: “Allah'ın günlerinin (geleceğini) ummayan,
kazanmış olduklarından dolayı (Allah'ın) cezalandıracağı kavmi bağışlasınlar.”
Allahütealâ, âmenû olanların, Allah'a
ulaşmayı dileyenlerin, Allah'ın günlerinin geleceğini ummayan kişilere kin
duymasını istemiyor. Hangi günleri? Yani, Allah'a ulaşmayı dileyenlerin 7
safhada yaşayacakları güzelliklere, 7 tane gök katını aşmasına inanmayan kişiler
bunlar. Onlar "İnsan ruhu, insana hayat verir. Ruh vücuttan ayrılırsa kişi
ölür." diyorlar. O zaman Allah'ın o günlerinin; yani kişinin ruhunu, fizik
vücudunu, nefsini Allah'a teslim ettiği günlerin geleceğini, bu insanlar ümit
etmiyorlar.
Onlara inanmıyorlar. Oysaki bütün
sahâbe, ruhlarını da vechlerini de nefslerini de iradelerini de Allah'a teslim
etmişlerdir; o günler onlar için gelmiştir. O, geleceğini ummayanlar için ise
"kazanmış oldukları şeyler dolayısıyla onları affedin" diyor, Allahütealâ.
Ne kazanıyorlar? Allah'a ulaşmayı dilemeyenler ne yazık ki; amellerinin boşa
gitmesine sebebiyet veriyorlar. Bir insan, Allah'a ulaşmayı dilemezse, Zumer
Suresinin 65. ayet-i kerimesine göre hüsrandadır:
39/ZUMER-65: Ve lekad ûhıye ileyke ve ilellezîne min kablik(kablike),
le in eşrekte le yahbetanne ameluke ve le tekûnenne minel hâsirîn(hâsirîne). Ve
andolsun ki, sana ve senden öncekilere: "Gerçekten eğer sen şirk koşarsan
(Allah'a ulaşmayı dilemezsen), amellerin mutlaka heba olur. Ve mutlaka hüsrana
düşenlerden olursun." diye vahyolundu.
17/İSRÂ-53: Ve kul li ibâdî yekûlûlletî hiye ahsen(ahsenu), inneş
şeytâne yenzegu beynehum, inneş şeytâne kâne lil insâni aduvven
mubînâ(mubînen). Ve kullarıma de ki: “En güzeli
(sözü) söylesinler!” Muhakkak ki şeytan, onların aralarını bozar (fesat
çıkarır). Muhakkak ki o, insana apaçık düşmandır.
Şeytan, bütün insanlara apaçık bir
düşmandır. İnsanları birbirine düşman etmek, mutsuz etmek, kendisiyle birlikte
cehenneme götürmek onun temel hedeflerini oluşturur.
Bütün kavgaları vücuda getiren
aslında iblistir. İki tarafın arasına niza sokmak için iki tarafa da ayrı ayrı
fısıldar. Karşı tarafın dediğinden hareketle kişiyi diğer tarafın üzerine
saldırtmaya çalışır. Bütün gücüyle bu istikamette bir gayretin sahibidir.
41/FUSSİLET-34: Ve lâ testevîl hasenetu ve les seyyieh(seyyietu), idfa’
billetî hiye ahsenu fe izellezî beyneke ve beynehu adâvetun ke ennehu veliyyun
hamîm(hamîmun). Hasene
(iyilik) ve seyyie (kötülük), müsavi (eşit) değildir. (Kötülüğü) en güzel
şekilde karşıla. O zaman seninle arasında düşmanlık olan kişi, samimi bir dost
gibi olur.
Hasene ile seyyiat eşit değildir. Çünkü
birisi derecat kazandırır, öteki kaybettirir.
Bazı insanlar kötülüğe karşı
kötülük, iyiliğe karşı iyilik ederler. Bazı insanlar da iyiliğe karşı da
kötülüğe karşı da iyilik ederler. İşte bu, kötülüğe iyilikle karşılık verme
işlemidir. Bütün sahâbe, kötülüğe iyilikle mukabele ediyordu. Allahütealâ
buyuruyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-119: Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve
tû’minûne bil kitâbi kullih(kullihi), ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev
addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe
alîmun bi zâtis sudûr(sudûri). İşte siz (mü'minler)
böylesiniz, siz onları seversiniz ve onlar sizi sevmezler ve siz kitabın
tamamına îmân edersiniz. Ve sizinle karşılaşınca "biz îmân ettik"
dediler, yalnız kaldıkları zaman, size karşı öfkelerinden parmak uçlarını
ısırdılar. De ki: "Öfkenizden ölün. "Muhakkak ki Allah, sinelerde
olanı en iyi bilendir.
Onlar, Kur'an'ın bütününe îmân eden
sahâbeye düşmanlık ettikleri halde sahâbe onlara muhabbet besliyor yani
kötülüğe iyilikle mukabele ediyorlardı. Sahâbe Allah'a çağırıyor:
12/YÛSUF-108: Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ basîretin ene ve
menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne). De
ki: “Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek,
Allah'ı görerek) Allah'a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah'ı tenzih
ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.”
Allah razı
olsun,
Burhan AKSU