SEVEN,
SEVİLİYOR DEMEKTİR.
Meşhur hadisi kudside Allah :”küntü kenzen mahfiyyen feahbebtü en urife
ve lien urife ve halaktül insane (Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeyi
severek istedim de insanı yarattım)” Buyurmaktadır. Hadisin “ahbebtü”
kelimesi sıradan bir istek değil, sevgi ve aşkla istemiştir. Allah
insanı yaratırken aşkı, sevgiyi ilk sebep zikretmiştir ve bu sebepledir ki,
insan olabilmenin ön şartı sevmektir. Demek ki insan yalnız severse mutlu
olabilecektir. Ve Allah insanı sevgi ile bu dünyada da ahirette de mutlu olması
için yaratmıştır.
Sevgi mutlak surette iki uçludur. Kim Allah’ı seviyor ise Allah da onu
onun sevdiğinin binlerce katı seviyordur. Kulun Allah diye zikretmesi, Hakkın
“Buyur kulum” demesidir.
Sözle “Ben aşığım” demekle olmaz, gönülden hissetmek lazımdır. Günlük
hayatımız Allaha aşk ile yönelişimiz ölçüsünde mutlu ve zevkli hale gelecektir.
Mevlana Hz. ne diyor;
Öyle kolay değil gülü koklamak. Gülü tutan ele diken batmalı, bir aşka
gönül veren o aşkın kapısında yatmalı…
Yarabbi kulun seçinceye kadar beni yaşat ve aşkınla yandığım bir anda al
canımı, al ki ölüm sana olan aşkımın adı olsun…
Canı canana teslime hazır değilsen, kimseye ben aşığım deme…
Allah dostu erenler mürşidler derler ki. Bize
yönelip bizi sevenler ve tabi olanlar, bu sevgilerinde sadık ve samimi
olmalılar. Çünkü mürşidini seven hakikatte Allah’ı sevmiştir. Yol Allah’a doğru,
varış Allah’adır. Bu yol bizi Allah’a ulaştırmaya ve ona âşık olmaya götürür.
Mevlana
hazretleri der ki; Aşk abdest gibidir, şüpheye düşersen bozulur. Sen adanmışsan
ve bu uğurda yanmışsan aşk zaten gelir seni bulur. O yüzden tasavvuf ciddi bir
yoldur bir gönülde iki sevgi tutunamaz. Varsa onun adı, aşk değildir.
III. Selim bir gün Şeyh Galip’e sorar:
“Şeyhim, hesap ettin mi, bir kalbe kaç canan sığabilir?”
“Bir cisme bir can sığdığı gibi, bir kalbe
de ancak bir canan sığabilir haşmetlûm” cevabını verir Şeyh Galip.
Sultan Selim, hoşuna gitmeyen cevaba
itiraz eder: “Nasıl olur Şeyh efendi? Benim kalbimde nice canlar vardır ve
hepsi birbiriyle rekabet halindedir…”
Şeyh Galip’in cevabı çok açık olur:
“Zat-ı şahaneniz, kalbi hümayununuzla Harem dairenizi birbirine karıştırırsınız
Padişahım!”
Bütün Allah dostlarının dediği gibi, Hak dostu Said-i Nursi de diyor ki
;”Ruhumu rahmana teslim ettim gayrısını istemem”. Ama hiç kimse kendi kendine rehbersiz
ruhunu Allah’a ulaştırıp teslim ederek ermiş evliya olamaz. Ruhu Allah’a
ulaştırmak için benliğinden geçmeli Hz. Yunus’un mürşidi Tabduk Emre’ye yaptığı
gibi rehberi olan mürşidine kendini tam anlamı ile teslim etmeli, gözü başkasını
görmeyecek derecede Allaha âşık olmalıdır. Zaten âşık olmadan teslim olmak
mümkün değildir. Allah’a ilimle değil, aşkla ulaşılır. Bu aşk bineğinin kırbacı
da zikirdir. Teslim olmayı dilemeden ve zikir yapmadan arınmak, tezkiye olmak
imkânsızdır.
İnsan denilen varlıkta Allah tarafından kendisine üfürülen öyle bir
emanet vardır ki, geldiği yere geri dönmek ister.
Mesnevisinde bunu anlatan Hz. Mevlana, Rabbimizin içimize üfürmüş olduğu
ruhu, ten kafesinde hapsedilen kuşa benzetir.
Hz. Mevlana. “Kafesteki kuş, zindandaki mahpusa benzer, kurtulmayı istemeyişi
cahilliktendir. Cahilliği nedendir? kafesteki kuşun uçmasını sağlayacak rehberi
bulamamasındandır. ”Ruhun kafesten çıkıp geldiği yere dönebilmesi için
yolu gösterecek bir rehber gerektir. Kitaplardan alınan ilim bir gün
açmaza girecek gönül okyanusuna yetmeyecektir. Cevherin açığa çıkması gönül
kuşunun canana ulaşması rehbersiz olmaz.
İşte Hz. Şems onun
rehberi, mürşidi olmak üzere gelir. Onca okuduğu kitabın maneviyatta bir
değerini olmadığını gösterir.
Hz. Mevlana’yı anlamak, onun Allah’a
duyduğu aşkı yaşamaktan ve onun yolundan geçer.
Manevi
hayatının kemâle ermesini sağlayacak, ilimle ulaşamadığı sırrı ona anlatacak olan
vesile aranmalıdır ki, kafesteki kuş gerçek sahibine ulaşabilsin.
Manevi
rehberler, mürşidler o günde vardı her devirde de var ve var
olmaya da devam ediyor ve edecektir.
Gören gözler, işiten kulaklar, idrak eden
kalpler mutlak olarak bu yolu bulacaktır.
Bu yol gönül yoludur sevgi yoludur, aşk
yoludur, hayranlıkla son bulan yoldur.
Hayranlık noktasına ulaşan bu aşk kimedir?
Şüphesiz varlık sebebimiz Kâinatın
Yegâne Sahibinedir.
Hz. Mevlana kafesteki can kuşunun uçmasını sağlayacak rehberini bulmuş, nefsindeki
afetlerin elinde oyuncak olmaktan kurtulmuş, arınmış.
Canın Canana kavuşması nefsin arınmasıyla mümkün kılınmıştır Rabbimiz tarafından.
Nefislerin arınması için yol gösterenler gerek.
Kur’an rehbersiz yaşanmaz. Sahabenin
rehberi vardı Peygamber Efendimiz
S.A.V.
Hz. Şems o yıllarda da bu konuya ilim ehlinin dikkatini çekmiştir.
Her devirdeki devrin imamları da bu görevi yerine getirmektedirler.
Kişi kendi kendini arıtamaz, tezkiye edemez, Yüzmeyi ancak yüzme bilenler
öğretir. Temizlenmek Kur’an’ın lafzının ötesinde ruhunu anlayacak seviyeye
gelmek demektir.
Allaha ulaşmak ve ona teslim olma işinin gönülle, kalple olacağını
vurgulamak için Yunus “Hiç kimse bu yolda sözle öne geçmedi. ”diyerek çok
konuşmanın, iyi vaiz, iyi hoca, iyi bilgin olmanın Allah’ı iyi tanımak ve ona
ulaşmak anlamına gelmeyeceğine işaret ediyor. Hakikatte, iman bilgisi iman
değildir.
İman; teslimiyet ister. Teslimiyet; bütün varlığı ile Hakka yönelmektir.
Allah’ı Can, Mal, Sevdikleri ne varsa hepsinden ileride tutmaktır. Dervişliğe
yönelenlerden ciddi fedakârlıklar beklenir.
Nefsimizdeki afetlerin hepsi yok olunca teslimi külli ile Allah’a teslim
olunur.
91/ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.
Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir.
91/ŞEMS-10: Ve kad hâbe men dessâhâ.
Ve kim, onun (nefsinin) kusurlarını örtmeye çalıştıysa
(nefsini tezkiye etmemiş ise) hüsrana uğramıştır.
Allah razı
olsun.
Burhan AKSU