Aşk, sevginin erişebileceği en yüksek voltaja ulaşmış halidir diye düşünüyorum. Teşbihte hata olmaz demişler. Şimşek ya da yıldırım gibi… İki bulutu iki aşık yerine koyarsak aralarındaki ilişkinin şimşek ya da yıldırımla sonuçlanması daha kolay anlaşılacaktır. 
Bu benzetmeyle aşk ateşini ne derece tarif ve tasvir ettim bilmiyorum. Aşk öyle bir duygu ki belki sadece yaşanır, anlatılmaz. Anlatmaya çalıştığımız olsa olsa aşkın kendisinden çok, aşık ve maşuk üzerinde bıraktığı etkilerden ibarettir. 
 Hiç aşık oldunuz mu? Saklamaya filan çalışmayın. Bu utanılacak bir duygu değil. Bilakis sevginin ulaşabileceği makamı göstermesi bakımından ibret alınacak bir durum olarak kabul edilmelidir. Üstelik aşk ancak ve mutlaka romantik tarafı olanların yaşayabileceği bir duygudur. Hani halk tabiriyle odunlaşmış kişilerin bu olağanüstü duyguyu yaşaması imkansıza eş bir durumu ifade eder. 
Olduysanız bilirsiniz. Ayrılığın hakim olduğu ilk günlerde uğrunda çayda şeker gibi eridiğiniz sevgiliniz olmadan yapamayacağınızı sanırsınız. Bu öyle güzel bir duygudur ki, şaheser bir melodi ya da olağanüstü bir koku gibi içinize dalga dalga yayıldıkça kendinizden geçersiniz. Tabiri caizse içmeden sarhoş olursunuz.  
 Tatlı bir gerilim, bir türlü doymak bilmeyen bir heyecan sürekli başınızı döndürür. Göğüs kafesinden kaçmaya çalışan bir kuşu andıran yüreğiniz tempolu bir şekilde tüm bedeninizi sarsmaya başlar. Göğsünüzün orta yerine yerleşen ve sürekli varlığını hissettiren tatlı bir sızı, rahatsız etmek yerine tam tersine hazzın doruklarına ulaştırır sizi. Aşk acısı zevk veren belki tek acı çeşididir. 
 Aşk şairimiz Fuzuli bu aşamayı çok güzel anlamış olmalı ki; büyünün bozulmamasının sırrını ortaya koyan o meşhur beyitini yazmış.  
 ‘Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabip 
 Kılma derman ki, helakim zehri dermanındadır!’ 
Aşık ve maşuk bu noktada dursa ve bu basamakta aşkı doya doya yaşasa; doymak imkan ve ihtimali varsa, ancak böyle doyabilir aşk denen hayale.  
Hayal diyorum çünkü vuslat diye ifade ettiğimiz buluşma ile birlikte aşk, yağmurun etkisiyle eriyen şeker gibi yavaş yavaş kaybolur gider. Geriye hayal hanesinde ‘Bu muydu benim sevdiğim adam ya da kadın?’ dedirten bir enkaz kalır. 
Olur mu öyle şey, demeyin. Neden olmasın? Dedim ya yaşayan bilir. Yaşamadıysanız en azından kılı kırk yaran bir gözlem yeteneğiyle de keşfedebilirsiniz. En azından çevrenize alıcı gözle bir bakın. Şiirlerde, hikayelerde yazan aşkların tek bir benzerine rastladınız mı bugüne kadar, bir düşünün bakalım.  
Üniversite yıllarında iki sevgili vardı bizim sınıfta. Ya da bir zamanlar bizim mahallede birbirlerine deli gibi aşık bir çift… Sonra ne oldu? Sonrası karanlık… En iyi ihtimalle aşkları rutin yörüngesine oturmuş, ilişkileri de memuriyete dönmüş olmalıdır. Yani evlenmiş…  
Aşkı anlatan ve hüznün buz gibi hissedildiği geçmiş zamanlı cümlelerde ifade edilen aşkın deli akan ırmakları zamanın kızgın çöllerinde kurumaya mahkumdur. Geçmişte birbirini deli gibi sevenler vardır hayatınızda, çifte kumrular gibi dillere destan olan aşıklar vardır. Ama hepsi bununla sınırlıdır. Gerisi yoktur.  
İsteseniz de hatırlayamazsınız bir türlü bu aşkların sonunu. İstisnasız tamamına yakını yarım kalmış mitoloji kırıntıları gibidir. Ya da muhteşem bir sarayın arkeolojik kalıntıları… Aşkın vuslattan önceki halini tasvir eden cümleler yankılanır geçmişin hatıralarında. Hepsi bu kadar… Gerisi yoktur. Bundan sonra varsa eğer birtakım yaşanmışlıklar, hafıza kaybına uğramış bir hastanın hayalinin derinliklerinde kaybolup gitmiştir. 
Aşk benzin gibi yanıcı, saman alevi gibi geçici bir duygudur. Ömrü vuslatla sınırlıdır. Pervane böceğinin ateşe kavuşmasıyla yanıp yok olması gibi, aşk vuslat çizgisinden öteye geçemez. Sahip olduğu nurani ve hayali yapısı sebebiyle ancak mahrumiyetin yarattığı iştah ve sahip olma duygusunun tetiklediği cezbeyle iki sevgilinin ortak hayalinde yaşayabilir.   
Kavuşma aşkın sonu demektir. En iyi ihtimalle sevgiye dönüşerek hayatlarını birleştiren çiftleri bir süre daha birlikte tutmaya çalışır. Bazen tamamıyla tükenerek, yerini çevresinde ne varsa acımasızca yutan ve yok eden ve nefret adı verilen bir kara deliğe dönüşür. Bu aşamadan sonra çiftler için yapacak bir şey kalmamıştır. Olabildiğince zararsız bir şekilde kendilerini kurtarmaktan başka… 
Aşk mitolojisinin başlangıcında sevdiğinizi içinizde hissetmek adına kişiliğinizi resetlemeye kalkmıştınız. Zaman geçtikçe ve paylaşımlarınız arttıkça yani o ulvi varlığı daha yakından tanıdıkça çevrenizdeki diğerlerinden hiçbir farklının olmadığını görecek. Onun için kendinizi boşa hırpaladığınız sonucuna varacaksınız. Bu aşamadan sonra fabrika ayarlarınıza dönmenin yollarını arayacak. Bu arada sevdiğinizle yollarınızı ayırmanın bahanelerini aramaya başlayacaksınız. Aşkın kaçınılmaz son dönemecine girdiğinizin resmidir bu yaptıklarınız. 
Ayaklarınızın yere basmadığı rüya aleminde sevdiğinizin üzülmemesi için insanüstü gayret sarf ederken; yavaş yavaş aşık olma gafletiyle bağlanma hatasına düştüğünüz fani yaratığın en sıradan hallerine bile sabredememeye başlayacaksınız. Bu tam bir çözülüşün ifadesidir. Bu yolun sonu büyük ihtimalle mahkemede bitecektir. 
Her zaman mahkeme yolu görünmez tabi. Bu durumda evlilik kurumuyla oluşan birtakım zorunlulukların etkisi de yadsınamaz.  
Aşk ateşi çoğunlukla hararetini kaybederek sevgiye dönüşür. Bu da normal şartlarda evlilik denen kurumu sonsuza kadar devam ettirmeye fazlasıyla yeter. Sevgi her ne kadar kusurları örtmeye yetmese de zaman içinde kendisine yeni meşgaleler bulan çiftler tek yaşayamamanın zorunlu sonucu olarak aile ocağını uzun soluklu bir sürece çevirirler. 
Sonuç itibariyle aşk denen yüksek gerilim her ne kadar insan hayatına ayrı bir anlam katsa da gerek hakkını vermenin zorluğu, gerekse zaman aşımına dayanamadığı için kısa zamanda saman alevi gibi sönüverir. Geriye hafızanın tozlu raflarında iz bırakan tatlı anılar kalır. 
Aşkın ömrüyle ilgili birtakım tahminler olduğunu biliyoruz. Tahminlerin çoğu iki ya da üç yıl üzerinde yoğunlaşmakta. Bana sorarsanız, kesin bir rakam vermenin doğru olmadığı kanısındayım. Sadece şunu kesine yakın söyleyebilirim.  
Vuslat ne kadar çabuk gerçekleşirse; çözülme ve çürüme o kadar çabuk başlayacak demektir. Artık iki yıl mı üç yıl mı sürer bilmem. Ama çok uzun süremeyeceği açıktır. İnsanların çoğu fizyolojik ve psikolojik olarak bu gerilime çok uzun süre dayanacak bir yapıya sahip değil.  
 
( Aşkın Hazin Sonu başlıklı yazı Serdar Adem tarafından 22.06.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.