Herkese göre, herkesin ihtiyacına göre paylaşım yapma işleyişi; kült merkezli seans ve ritüellerle ittifak tarafından her bir ittifak aitliği üzerine dağılıyordu. Mütekabiliyeti paylaşım ittifak aitliği üzerinden de o ittifakın aitlerinin tüketim ve kullanımına sunuluyordu. Tüketenler üretenlerdi. Yani üretenler mütekabiliyeti pay alanlardı.

Hile şuradaydı. Üretenler mütekabiliyeti paylaşanlardı. Yani mütekabiliyet ilik üretmeydi. Üreten de pay almayla sistem sekans hareketli somut ve nesnel bir bağıntılı çevrimdi. Üretme zaten paylaşmanın ittifakın ve mütekabiliyeti oluşun bağ enerjisiydi. Süreç neden sonucu somut birbirini gerektirmeliydi.

Oysa El sahipliğe göre paylaştırıyordu. Hani sahiplik çalışan emeğin olmaz ya oldu diyelim birikimi olsa bir türlüydü. Oysa sahiplik El tarafından sıfırdan bir kişiye daha doğuşunda verilen rızk ve nasipti! Üstelik üretim hareketi ve üretim ilişkisi mal mülk sahiplikti etki ile başlamamıştı. Ve üretmeyen mal, üretimden nasıl pay alırdı?  

Bu nedenle El mantığı, sistemi inşa eden gerçek ve doğru bir üreten sistem nesnesi değildi. Sahiplik tescili doğru ve nesnel bağ ilişkilerine göre değildi. Sahiplik kişinin üretmesiyle oluşan bir sahipliği değil hayali bir noktanın takdiri olmakla tarif ediliyordu. Bu nedenle üretmeyen sahipliğin sistem de aslan payı alma hukuku; hayali, afaki, soyut ve sistem dışı iradenin ürünüydü. Üretim ve üretenler; paylaşım ve paylaşımın üreten sektörlere göre olması sistemin içinde ve somuttu.

El mana anlayışı daha baştan sömürüyü hedefleyen anlayıştı. Sömürme yolu ile kendisini sisteme dayatmasıydı. El var olan haldeki üreten doku ve yapıya uygun üreten bir inşa bilgisi de değildi. Üreten inşa mantığı da değildi. Üretmeden, hayali bir rızk sahipliği üzerinde paylaşmaydı. 
 

Bu paylaşmaya göre adale şöyleydi. 100 kişinin yüz kişiye göre ürettiği yüz birim ürünün seksenini, her nasılsa rızk sahipliği olan (!) ve üretmeyen bir kişiye vermekti. Ve geriye kalan doksan dokuz üreten kişiye de geriye kalan yirmi payı vermekti. El hukuku bu anlayışla somut ve sömüren bir adalete dönüşüyordu.


Bu hukuk, sahipliği olan; güçlünün hukuku olan iradeydi. Üreten kolektif sahipli iradelerin üreten grup gücünden kaynaklı kolektif ittifak değildi. Rızkı ile doğmaya biat edem inanıcı imanın ittifakıydı.  İllüzyon buydu. Bu hırsızlık ve gasptı. Usulsüzlüktü. Ama hayali bir El mana anlayışıyla meşru edilip sistemin paylaşım ya da zenginleşme, fakirleşme hukuku olmuştu.


Sistemin çalışanları üzerinde mal sahipleri ihsas edip dağıtımı bu mal sahipliği ihsasına göre dağıtmaktı. Yani sistem sanki açlığın giderilmesi olarak üreten; o üretim içinde herkesin bir durumla sürece katıldığı sistem değildi de GEL ben eşek gibi çalışacağım. Seni mal mülk sahibi yapmanın paylaşımı içinde olacağım denmişti!  Sahiplik te, sahipliği ihsas eden de hem hayaliydi hem de üreten sisteme aykırı oluşuyla üreten sisteme göre olmayan bir paylaştırma yapmanın mana anlayışıydı.


Sistemin doğru işleyişini paylaştırma aşamasında enfekte eden mana anlayışıydı. Yani üretmiyordu. Ama üretmeyen El manalı organize oluş bir kez ortaya kondu mu hayali de olsa beslenmek ve artık o da yaşamak zorundaydı. Üretmiyordu ama yalandan, hırsızlıktan, gasptan, adalet dediği adaletsiz oluştan besleniyordu. Kendisi hayaldi ama çalıp beslenmekle yediği somuttu. Sahipliği olana göre adaletti. Köleye göre adalet değildi. Ama köle sahipliği olanın adaletine iman; eşekliğne biat etmişti.


Ve El mana anlayışı bir kes ortaya çıktı mı artık hayat, yaşama zorunda oluşunun akışına kapılacaktı. “El mana anlayışı genel dinamikti” zorunluluk ile davranacaktı. Ama yaşamayı başarması salt kendi dinamiğine bağlı değildi. Pekiyi de Elmana anlayışı, neden ve nasıl vardı?


Hayat bize göre anlamayla inorganik olan var oluşların ortaya koyduğu kimi boşlukları içinde de kendi enerji çevrimlerini yapabilen ikinci tip bir organizasyonla kategorice olmanın bir var oluş biçimiydi. El manalı yaşam şeklini düzenleyen düşüncenin inşa kuralı da üreten sosyo toplumun devinmesi içinde oluşan yansımaların özneler dünyasındaki tasavvurlara karşılık olmasıyla ortaya çıkıyordu. El, üreten sosyo toplumun organik boşluk alan devinmesi içinde hayat buluyordu.


Üreten sistem içinde, üretmeyen El mantığı; beslenici korunum yasalarıyla kendisini sistem oyukları içinde izole etmişti. Tartışamıyordunuz. Ama sizin sorabileceğiniz kimi sorulara cevaplar söylüyordu. Takdirde bulunup, emir ve yasakları söylüyordu. Sahiplik vermediklerine bol bol vaat ediyordu.


Üreten yapı içindeki izolasyona ulaşamıyordunuz. Dua ile ulaşabileceğinizi söylemekle size dua et diyordu. Diyalektikti olmadığı için duanın ulaşıp ulaşmadığı da meçhuldü. Sizi kontrol eden kuralları söylüyordu. Bu anlayışın üretmeyen sahipliği içindeki bencil ben; kendi beslenici enerji girdisi için seleksiyon yapıyordu. Bencil ben üreten ortam girişmelerinden etkilenip, fantezilerini yapıyordu.


Beyin, bu fantezilerin ve fantezilerin fantastik monitör görüntülerini oluşturmaya zemin hazırlamakla karmaşık girişmeli bir toplaçtı.  Beyin bu öz faaliyetini; diyalektik dediğimiz etkileme, etkilenme ve tekrar etkileme biçiminde oluşan bir çevrim içinde yapmakla akışlı oluyordu.


Süreç içindeki bu eytişim sel (diyalektik) çevrimi önce etkilenme sonra etkileme ve tekrar etkilenme sıralamasıyla da görebilirsiniz. Tabii ki üreten bir süre durum olmasaydı, El manalı öznel oluş, pek pek yansıtılamazdı. Üreten yapı yokluğunda El mana anlayışı groteski anlam içinde olmanın fantastik istemiyle öznel çıkarcı tamahla El mana düşüncesini yansıtsa da El mana anlayışına vücut bulduramaz.


Düşünsel oluş gibi zihni bir organik inşa da üreten sosyo toplumsal bir organik inşanın oluşturduğu boşluk devinmeleri içinde inşa oluyordu. Doğadaki süreçler çokluğun azlık üzerine belirmesiyle veya büyüğün küçük üzerine baskı ve basıncı ile ya da yükseğin alçağa olan eğimiyle gerilimli bir alan akışı ortaya koyuyordu. Kolektif toplumda bu süreç gereksinimler nedeniyle üretme (sağlama); üretileni (sağlatılanı) ihtiyaçla tüketmeydi. Üretimin tüketim üzerine; tüketimin de üretim üzerine eğimiydi.


Sosyo toplumsa alan içinde bunun El manalı karşılığı zenginin fakir üzerine olan irade kullanma hukukuydu. Güçlünün güçsüz üzerine tahakkümüydü. Etkin mana önce rızk verdikleri karşısında rızk vermediği kişileri mahrumiyet ilikle kıvrandırıyordu. Sonrada mahrumiyet iliğin açlığa, ya da ihtiyaç olan bir kullanımına olan eğilimini istediği gibi kontrol edip rab olarak (terbiye eden olarak) terbiye ediyordu.


Yoksunluğa karşı (mahrumiyet iliğe karşı), yokluğun (fukaralığın) varlığa (zengine) karşı olan eğimini sömürerek kullanıyordu. Fakire vermiyordu ama zengine mirasçı (muhtaç köle) yapıyordu! “Fakirler zenginin mirasçısıdırlar”. Veya “fakirin zengin üzerinde bir hakkı (rızkı) var” diyerek yoksunu kişisi sahipliği olan iradenin tahakkümü altına veriyordu.


Böylece El tarafında ortaya konan şanslı ve saklı seçilmişlerin mal mülk sahipliği; üreten sınıf üzerinde oluşan yokluğa doğru baskı ve tahakküm kuruyordu. Günümüzdeki siyasetler de aynen El mantığını kullanırlar.  Dünya ölçeğinde iktidarda olan köleci siyasetler, yönetimde olduğu dönem içinde halkı yoksul kılarlar. Dönem sonunda siyasetler yarattıkları bu yoksunluğu; herkese aş, iş, ev araba, ek gösterge gibi söylemleriyle, vaat ederek alkışlar içinde tekrar seçilirler.


Yani hem günümüz siyaseti hem El mantığı kısır döngüler üzerine inşa ve inşanın gelişmesidir. Asla sömüren adaletin gelişmesi değildir. Adalet ne kadar kılıktan kılığa girse de her bir kılık yeni bir sömürü olmaktadır. El mana anlayışı böylesi bir kısır döngü üzerinde yoksulluğa ürettiren sistem olmakla köleci inşası üzerinde organize oluşla yaşıyordu.


Asalaklık böylesi bir dıştan organize edici hayli bir eksen çevriminin, üreten alan içindeki boşlukları kısır döngülü anlayış biçimiyle doldurmanın inşa şekliydi. Kısır döngülü yapının öznesi ve fail istemcisi bencil bendi. Bunun filozofik halk deyişi “Rab bana hep banaydı”. Üreten sistemin avatarı (taşıyıcı iskelet kalıbı) kolektif üreten sosyo toplumsa organizasyonlardı. El manalı kısır döngü kolektif olan organik sosyo toplumsa koşullar üzerindeki boşluklarda konaklamakla, neşvü nema buluyordu.


( Osmanlıda Kısmi Bir Etkin Hafıza 3 başlıklı yazı Bayram KAYA tarafından 20.06.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.