Biraz iddialı bir söz olduğunun farkındayım. Yalan söylenmez söyletilir. Ne yani bütün yalanlar hep dış etkiler nedeniyle mi söylenir? Bu işte hırsızın hiç mi suçu yok. Aynen böyle dendiğini duyar gibiyim. Zaten her zamanki tepki şeklimiz olduğu için, tahmin etmesi hiç de zor değil. 
Elbette hiçbir sebep yokken alışkanlık gereği ya da daha ileri düzeyde bir ruhsal hastalığa dönüşen mitomani sonucu yalan söyleyenlerin olduğunu biliyorum. 
 Uzmanlar mitomani yani yalan söyleme hastalığını bir çeşit  dürtü kontrol bozukluğu olarak tanımlar. Bu durumdaki kişi çevresindeki insanlara amaçsız ve sebepsiz bir şekilde yalan söyler. Hastalık ileri safhaya ulaştığında yalanlar uydurma, bu yalanlara inanma ve çevresindekileri de inandırmaya çalışma şeklinde ortaya çıkar. 
 Çoğunlukla hastanın dikkat çekerek odak noktası haline gelme amacıyla söylemeye başladığı yalanlar zamanla hiçbir sebebe gerek duymadan devam eder. Çoğunlukla duygu ve güven eksikliğinden kaynaklanan ve tedavi edilebilir bir hastalık olan mitomaniye yakalanan hastalıklı kişilerin söyledikleri yalanları bu yüzden baştan itibaren konu dışında tuttum. 
 Benim üzerinde durmak istediğim sağlıklı ve normal olarak yalan söyleme alışkanlığı olmayan kişilerin, çevresel baskılar ve başka birtakım zorunluluklar sebebiyle istemedikleri ve doğru bulmadıkları halde yalan söylemeleridir.  
 Normal şartlarda insanlar yalan söylemezler. Buna gerek duymazlar. Özellikle de çocuklar neredeyse hiç yalana başvurmazlar. Buna ihtiyaç hissetmezler. Yalana alışma zamanla gerçekleşir. Ama yine de hani durup dururken diyebileceğimiz bir şekilde yalan söylemez insanlar. Çünkü yalanın yalanı doğuracağını bilirler. Yine yalanlar üzerine kurulu, sahte kimlik ve kişiliklerin hâkim olduğu bir dünyanın ne kadar tatsız tuzsuz olacağının da farkındadırlar. 
 Fakat bu farkındalık insanı bir yere kadar koruyabilir. Sonuçta insan sosyal bir varlık. Bu özelliği sebebiyle bir sosyal çevrede yaşamak zorunda olan bir varlık. Aynı zamanda bütün canlılarda olduğu gibi içgüdüsel olarak benliğini korumak zorundadır. Diğer canlılardan farklı olarak insan aynı zamanda toplum içindeki sosyal statüsünü yani başka bir ifadeyle karizmasını da korumakla yükümlü hisseder kendini. 
 İnsan yaşamını sürdürdüğü çevrede varlığını ve sosyal statüsünü tehlikede gördüğü an doğal bir sevki tabiiyle yalana başvurmaktan çekinmez. Hatta bu olmazsa olmaz bir zorunluluk olarak çıkar karşısına. Bu da yalanın, söyleme isteğinden çok, söylenmeye zorlanması sonucu ortaya çıktığını göstermektedir. 
  Kuruntu ve takıntılardan uzak özgür düşünebilen, geleneksel ve dinsel etkilerin tetiklediği bastırılmış duygulardan arınmış, akılcı ve hoşgörülü bireylerden oluşan topluluklarda yalana başvurma ihtimali genelde düşük olmaktadır. Bu tip toplumlarda kimse kimseyi kendi doğru sandıkları için değiştirmeye zorlamaz. Ticaretten bürokrasiye, eğitimden inanç sektörüne kadar her alanda bireyler eşit şartlarda hak ettiğiyle yetinir. Böylece toplum üyeleri arasında çıkarlardan kaynaklanan çatışmalar neredeyse hiç yaşanmaz. 
 Yalanın, sahtekârlığın ve bu sürecin doğal bir sonucu olarak ikiyüzlü münafık bireylerin en çok görüldüğü toplumlar, genelde dış dünyaya kapalı, ideolojik yanı ağır basan ve değer yargılarının kesin inançlarla sınırlandığı bu yüzden insanı müstakil ve karar verebilen saygın bir varlık olarak kabul etmeyen sosyolojik yapıya sahip topluluklardır. 
 Kendi kendine dünyaya yön verme görevi yüklemiş politik oluşumlar ve mistik cemaat yapılanmaları ile birtakım taraftarlıklar etrafında birleşen kişilerden oluşan sosyolojik gruplarda insan, bağımsız birey olamaz. Ortama uymak zorunda kalır. Otomatik pilota bağlanmış uçak gibi sürdürür hayatını. Robottan farksızdır.  
   İnsan olma aşamasına ulaşamayan sosyal bağımlılar, özgür olmasalar bile bu durum grup üyesine düşünmeden, kafa yorma zahmetine katlanmadan huzur içinde yaşama imkanı sağladığı için genelde tercih edilmektedir. İnsan görünümlü bu varlık ne olursa olsun alıştığı ve kolayına gelen bu rahatı kaybetmek istemez. Bu da başı dara düştüğünde, yani çıkarlarının zarar göreceğini hissettiği anda yalana başvurması sonucunu doğurur. 
 Bütün sosyal gruplarda grup psikolojisi hakimdir. Modern ve uygar toplumlarda bu durum baskı unsuru olma özelliğini kaybetmiş sayılır. Ancak geleneksel özelliklerini kaybetmemiş ve bireysel anlamda karar verme bağımsızlığına kavuşmamış; zaman ve teknoloji açısından olmasa bile zihniyet ve anlayışta geri olan ve medeni gelişmeleri yeterli seviye ulaşmamış toplumlarda değişik oranlarda olmakla birlikte büyük çoğunlukla dayanılmaz düzeydedir. Böyle toplumlarda bireyler toplumsal statülerini kaybetmemek ve ötekileşmemek adına yalan söylemek hatta yalanı kurumsallaştırmak zorunda kalır.  
 Kendiniz de dahil olmak üzere insanlarının söylemleriyle eylemleri arasındaki derin fay kırıklarının tek sebebi budur. Özü sözü bir olmayan insanların içine düştükleri anaforun bundan başka bir açıklaması olamaz. 
 Demek oluyor ki elde olmayan birtakım fizyolojik ve psikolojik rahatsızlıkların dışında insan keyfinden yalan söylemiyor. Sonuçta yaşadıkları ve karşılaştıkları karşısında savunma içgüdüsüyle ya çıkarlarını korumak ya da eşit olmayan şartlarda hukukunun ihlal edilebileceği endişesiyle yeni avantajlar elde etmek adına bu yola sapıyor. 
 İddiamızın ne derece doğru ya da yanlış olduğunu başta kendiniz olmak üzere, en yakın çevrenizi alıcı gözle incelemekle saptamanız mümkün. Bu konuda ciddi ve samimiyseniz emin olun çok kısa bir zamanda somut kanıtlara ulaşabilirsiniz. 
 Şimdiye kadar çevrenizde çıkarlarını kotarmak için güçlüden mesela hükümetten yana olmaya çalışan kraldan çok kralcı ama ciğerini okuduğunuz için aslında böyle olmadığını bildiğiniz insanlar yok mu? Eğri oturup doğru konuşun ve tarafsız konuşmaya çalışın. Siz de zaman zaman boyunuzu aşan bir engelle karşılaştığınızda hükümete yakın ensesi kalınlar arasından arakablosu kullandığınız olmadı mı? Bunu bir süreç olarak kabul edersek başlangıçta göz boyamak adına hükümete ya da içinde bulunduğunuz topluma egemen dünya görüşüne paralel hareket etmek zorunda kaldığınız,; sürecin sonunda elde ettiğiniz çıkar adına hiç inanmasanız dahi davranış dilinizle egemen güçlerin güdümünde göründüğünüz hiç olmadı mı?  
 Hayır diyorsanız kusura bakmayın ama biz bizeyken bile yalan söylediğinize göre ya bir şeylerden korkuyorsunuz ya da özeleştiri yapamayacak derecede uygarlık değerlerinden mahrumsunuz demektir. Bu bile yalanın dışsal etkenlerle söylendiğini kanıtlamaya fazlasıyla yeter. Onun için çevrenizde kanıt aramaya gerek yok. Kendinize bakın ve şeffaf olun yeter. 
 Böyle bir şey nasıl ve neden olsun ki diyebilirsiniz. Kabul edilebilir bir tepki. Ama olaya bir de şöyle bakmayı deneyim, bakalım neler göreceksiniz. Diyelim ki içinde yaşadığınız toplumun egemen ideolojik ya da inanç yapılanmasına sıcak bakmıyorsunuz. Bunu açıkça belli ettiğiniz takdirde başınıza neler gelebileceğini tahmin edebilir misiniz? 
 En iyimser ifadeyle açıkça bir baskı ya da işkenceye maruz kalmasanız bile en azından çıkarlarınızın tehlikeye girmesi kuvvetle muhtemeldir. Böyle bir şeye izin vermeniz mümkün mü? Asla mümkün değil. Bir kere buna içgüdüsel savunma mekanizmanız izin vermez. Sonuçta her canlı gibi yaşamak, hatta en mükemmel şekilde yaşamak üzere programlanmış olan psikolojik yapınız buna izin vermez.  
 Bu durumda kendinizi koruma içgüdünüz iki seçenekle karşı karşıya kalır. Ya egemen güce kendi rızanızla angaje olursunuz. Ki bunun her zaman ve şartta ne kadar samimi olabileceği tartışmalıdır. Ölüm anında tövbe etmeye benzer bir durum arz ettiği için samimiyet noktasında hiç güven telkin etmez. 
 Başka bir ihtimal daha var ki, o da kendinizi farklı bir kimlik ardına gizlersiniz. Bu durumda dışarıdan egemen gücün yandaş ve yoldaşı olarak görünseniz de aslında iç dünyanızda bambaşka biri olarak yaşarsınız. Bu yaşam sanıldığı kadar kolay olmaz. Sürekli yalanlardan oluşan bir maske ile yaşamak zamanla kişiliğinizde onarılması çok zor tahribata sebep olur. 
 Artık bu aşamadan sonra kimsenin keyfinden yalan söylemeyeceğini kabul edersiniz sanırım. 
  
( Yalan Söylenmez Söyletilir başlıklı yazı Serdar Adem tarafından 9.06.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.