Şeytanın insan hayatı üzerindeki olumlu ve yararlı etkilerini hiç düşündünüz mü? Her zaman olduğu gibi formatına aykırı bir söylemle karşılaşanların ellerinin ayaklarının birbirine dolandığını, kafalarının karıştığını görür gibiyim. Eminim küplere biniyorlardır. Hatta gözlerini yumup ağızlarına geleni gümrüksüz sıralamaya bile başlamışlardır. 
Öyle ya, şeytanın ne yararı olabilir? Adı üstünde şeytan işte… Lanetlenmiş bir varlık. Sayısız dua zikirle şerrinden zar zor korunduğumuz şeytanın bir de faydası olacak ha?  
Ya da mesela başka bir ifadeyle şeytan olmasa ne yapardık diye? O sürekli şerrinden Allah’a sığındığımız şeytanın suç ortağımız olduğunu kaç kişi farkına varmıştır acaba? 
 Olur mu öyle şey, diyenleri duyar gibiyim. Hatta saçmalığın bu kadarına pes doğrusu diyenleri… Biraz kulak kabartsanız siz de rahatlıkla duyabilirsiniz. Kim bilir belki siz de buna benzer şeyler söylüyorsunuzdur. Mesela kafayı yemiş bu adam türünden yani… 
 Düşünme zahmetine katlanmaktansa, karalamak işin en kestirme yolu. Çamur at, kurtar kendini. Nasıl olsa senin adına birileri düşünür. 
 Ama kazın ayağı öyle değil. Aklım başımda, üstelik saçmalamıyorum. Günlük yaşantımızda her zaman karşılaştığımız bir durumun psikolojik ve sosyolojik analizini yapmaya çalışıyorum o kadar. 
 Hayatımız boyunca günah kapsamında değerlendirilecek ne hatalara imza atıyoruz tahmin bile edemezsiniz. Hepsini bu kısacık yazıya ne ben sığdırabilirim, ne sizin okumaya zamanınız yeter. Ama en azından ana hatlarıyla birkaç tanesini birlikte masaya yatırabiliriz. Aslında çevrenizde olup bitenleri alıcı gözle gözlemlemeye çalışsanız kendiniz de farkına varabilirsiniz hepimizin bir ucundan tuttuğumuz acı gerçeklerin. 
 Haberlerde kim bilir kaç defa duymuşsunuzdur hileli gıda üreten ve satanları. Bu yüzden doğru dürüst hiçbir şeyi gönül rahatlığıyla tüketemiyoruz. Kılı kırk yarmadan alışveriş yapamıyoruz. Buraya kadar yanlış olduğunu iddia eden var mı? Mümkün değil olamaz. 
 Biber alsanız kiremit tozu karıştırılıyor. Sebze meyve alsanız hormonlu çıkıyor. Süte su, bala glikoz karıştıranı mı arasın, eskimiş et, peynir gibi gıda maddelerini yenileriyle karıştırıp satanları mı? Hangi birisini yazayım bilmiyorum. Bu yüzden ambalajına iyice bakmadan ya da üretici firmaya tam anlamıyla güvenmeden etten üretilen ürünleri gönül rahatlığıyla tüketemiyorsunuz. Bunların hepsi sanırım sadece suç değil aynı zamanda günah kapsamına da girmektedir. 
 Dahası var. İhaleye fesat karıştırılır. Adamına göre iş bulunur. Önemli makam ve mevkiler arakablosu kabilinden birtakım işbitiriciler tarafından kadastro edilir. Ticarette kandırmaya ve haksız rekabete dayalı kar yapılır.  
 İnşaatlarda demirden, kumdan çalanları unutmadım elbette. Ameliyat masasındaki hastasının başında bıçak parası pazarlığı yapan vicdansız doktorları da, iç beş kuruş dünyalık uğruna kul hakkını ayaklar altına alan ahlaki değerleri ayaklar altına alan avukatları da. Ama hepsini anlatmaya çalışsam ne bu birkaç sayfa yeter, ne de sizin sabrınız dayanabilir okumaya.   
 Ancak şu inkârı mümkün olmayan bir gerçek ki hırsızlık uğursuzluk, gasp, tecavüz ve cinayetlerden kapılarımıza taktığımız kilitler de korumaz bizi, kudretli ve gelişmiş güvenlik güçleri de. 
 Aile içi ilişkilerimiz de sosyal ilişkilerimiz gibi tam bir facia görünümü arz eder. Ne küçük büyüğü sayar, ne büyük küçüğü sever işine gelmezse. Karı koca ilişkileri ekonomik kriterlere bağlanmış. Gelin kaynanaya hürmet etmez; kaynana geline insanca muamele… 
 Öğretmen saygınlığını kaybetmiş. Din adamları yanlış uygulamalar yüzünden insanların gözünden düşmüş. Komşuların arasına çelik kapılar, dayanıklı kilitler girmiş. 
 Ne hikmetse buna rağmen vicdan azabı duyan pek kimseye rastlayamazsınız. Sanki herkes sütten çıkmış ak kaşık kadar temizdir.  
 Kusur ve suç oranının akıl almaz boyutlarda olduğu yaşlı dünyamızda kendini hatalı ve kusurlu gören kimsenin olmaması manidar değil mi sizce? Bunda elbette inançları kötü yönde kullanmanın sağladığı günah çıkarma avantajını göz ardı edemeyiz. Ama bu arada yaptığımız bütün yanlışları şeytanın üzerine atarak kendimizi temize çıkarma muamelesini de asla gözden uzak tutamayız. 
 Hırsızlık mı yaptınız, helale haram mı kattınız ya da insan sağlığını tehlikeye atacak bir eyleme mi karıştınız; üzülmeyin kolayı var. Şeytana uydum dersiniz mesele biter. Günahın leke izinin bile kalmamasını isterseniz buna bir de şeytanın suç ortağı hayal ürünü nefsinizi de kattınız mı, melek kadar temiz ve günahsız oldunuz demektir. 
 Sonra ne mi yaparız? Don Kişot’un yel değirmenleriyle mücadele ettiği gibi hayali bir varlık olan şeytanla savaşır dururuz. Bütün kötülükler onun kalbimize doğurduğu vesveselere uymamız sonucu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla yerden yere vurulmayı hak etmektedir şeytan ve onun işbirlikçisi nefis denen hayalet. 
 Bu arada şeytanı ve nefsi yarattığını söylediğimiz Tanrı’nın yüzlerce hatta binlerce emir ve yasaklarından birine bile neden kulak asmadığımızı düşünmeyiz. Tarihin derinliklerinden itibaren bütün coğrafyalarda insanlığın etrafını kuşatan din adamlarının ve felsefecilerin sözlerini dikkate almaya neden layık görmediğimizi tartışmayız. 
 Sizce neden böyle yaparız? Kolayımıza geldiği için mi? Yoksa işimize öyle geldiği için mi? Daha fenası bizi doğruya ve güzele yöneltmeyi hedef alan öğütleri anlayamayacak kadar anlayışsız olduğumuz için mi? 
 Ne dersiniz? 
  
( Şeytan İşi başlıklı yazı Serdar Adem tarafından 9.06.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.