Yolumun üzerindeki bir nalbura da uğruyorum. Oradan orta büyüklükte bir çekiç alıyorum; ne işime yarayacaksa! Çekici ne yapacağıma nalburdan çıkınca karar veriyorum: Aynadaki'nin kafasını patlatacağım. Oradaki benmişim! O zaman ben kendimin düşmanı mıyım? Kendimi yok etmek isteyişimin ardında yatan gerçek nedir? Kendimden, bilhassa bazı anılarımdan kaçmak istediğim olmuştur, nedeni de beni rahatsız etmiş olmalarıdır.  Kaçabildim mi? Hayır! Ben kaçmak istedikçe bu edepsiz anılar çıkıverdiler karşıma. Hem de en çok mutlu olduğum anlarda.
Hayata bağlı değilim, ölümden korkmuyorum; gideceğim yerin buradan daha kötü olmadığından eminim. Cennete cehenneme inanmıyorum, ama gideceğim yerde sonsuz bir sükunete kavuşacağımı biliyorum. Beni bu dünyaya bağlayan iplerin düğümünü bilerek gevşek attım; dilediğim zaman kolayca çözülsün diye.
Odama girer girmez sinirlerim gerildi, sırtım ter içinde, saçlarım diken diken, ellerim titriyor, ağzım kuruyor. Kendimi masa başındaki sandalyeye atıyorum, arkama bakmamaya kararlıyım. Ne zamana kadar? Fazla sürmedi kararlılığım; dönüp arkamdaki duvara daha doğrusu aynaya bakıyorum. Eskiler buna tenakuz diyorlar, yani çelişkiler içindeyim. Bana tutarsız diyen olabilir, bu yüzden kınanabilirim. Olsun. Fark etmez. Ben buyum.
Aynanın içini tam göremiyorum. Ayağa kalkıp gardolaba yaklaşıyorum. O suratsız ihtiyarı göreceğimi umarken duvarlarındaki sıvaları dökülmüş virane bir odanın içinde başları örtülü, şalvarlı iki kadın yere eğilmiş bir şey sarıyorlar. Ne olduğu tam belli değil. Merak ettim. İşleri bitince gördüm: Bir bebeği kundaklamışlar. Burası bir fakir  evi olmalı; en azından benim ilk izlenimim böyle.
Bebeğin görüntüsü yaklaştı, yüzü kırmızı, gözleri kapalı, ağzı açık, yeni doğmuş olduğunu sanıyorum. Birkaç saat önce. Konuşuyor. Az önce doğan bir bebek masıl konuşur? Sesi biraz Aynadaki'ne benziyor. Nefes bile almadan, en ufak bir hareket yapmadan pürdikkat kesiliyorum.
-Niye şaşırdın? Yaklaş yaklaş, biraz daha yaklaş! Sana anlatacaklarım var.
-Aynadaki, konuşan sensin; sesini biraz değiştirip bebek konuşuyormuş gibi göstermeye çalışıyorsun. 
-Yanılıyorsun, konuşan bebek, konuşan bir açıdan da hem sen hem de ben...
-Bu da yeni oyunun olmalı.
Aynadaki görüntüde kadınlar ve bebekten başka kimse yok. Kapının arkasına saklanmış olmasın? Ama bebeğin dudakları kıpırdıyor konuşuyormuş gibi!
-Sana şimdi, sonraki hayatında bilmediklerini göstereceğim ve anlatacağım. Örneğin doğduğun günü bilmiyordun. Bir kış günüydü, annenin sancıları tutunca baban köy ebesini almak için dışarı çıktı. Dedim ya kıştı, her taraf karlı kaplıydı, hem de diz boyu. Arabayla gidemezdi, eşekler bu kadar karda arabayı çekemezlerdi. Mecburen yayan yola koyuldu. Ebenin evine vardığında kadın bu durumdan hiç memnun olmadı. Mırın kırın etti, gitmek istemediğini hareketleriyle belli etti. Buna rağmen babanla birlikte yola düştü. Başka ebe yoktu, çaresiz bu doğumu o yaptıracaktı. Deli Rüstem'i yani babanı kızdırmaya da gelmezdi. Birkaç yüz metrelik yeri bir saatte katettiler. Baban birkaç kere de ebeyi sırtına almak zorunda kaldı.
-Sonraki hayatın dedin, öyleyse benim bir de önceki hayatım da mı var? Neler uyduruyorsun sen?
-Var tabii. Önceki bedenin benim. O beğenmediğin, tiksintiyle baktığın, hakaret yağdırdığın ihtiyar beden... Ölünce ruh bedenden çıkıyor. Bir müddet dinleniyor; inzivaya çekilmek gibi bir şey. Bu dinlenme süresi bitince yeni bir bedenin içine giriyor.
-Reenkarnasyondan bahsediyorsun. Ben inanmam böyle masallara. 
-Masal değil, gerçek. Sabırlı ol, dinle. 
-Bugüne kadar bir ruhun tekrar bedenlenmesi ile ilgili somut bir olay saptanabilmiş değil.
-Sen öyle zannet. Daha önceki bedenleri ile ilgili anılarını hatırlayan çok kişi var. Neyse, ben esas konuya dönüp sana anlatayım; ister inan ister inanma: O gün senin doğumun uzun sürmedi. On-on beş dakika kadar. Bu çabuk doğum ebeyi de sevindirdi. Göbeğini kestiler, yıkadılar ve belediler seni. O iki kadından genç olan annen, diğeri de ninen yani babanın annesi. Annen hayret ki doğum yaptıktan  birkaç dakika sonra ayağa kalktı. Ninene bebeği yani seni yıkamada yardım, etti. Birazdan yatacak, çünkü bu konuda ninen onu uyardı, lohusanın kendini fazla yormaması gerekirmiş. Baban ebeyle beraber çıktı, kadını evine kadar götürecek. 
Midem bulandı. Bir gurultu duyuyorum, banyodan ya da tuvaletten gelen su sesi mi yoksa karnımdan mı geliyor? Mutfağa gidip birkaç parça yiyecek atıştırıyorum. Tezgahın üzerinde yıkanmamış bir su bardağı duruyor. Hemen yıkıyorum. Mutfağım ile odam birbirinin zıttı. Mutfakta düzensiz, kirli, tozlu hiçbir şey yoktur. Çay demliyeceğim. Ocağı yakıyorum çaydanlığı üzerine koyuyorum. Gölgem geliyor aklıma. İşte yanımda. Soruyorum:
-Aynadaki'nin konuşmalarını duydun değil mi?
-Evet, hepsini duydum.
-Saçmaladığını düşünüyorum. İçeri girince aynanın yanına gitmeyeceğim. Sen ne dersin?
-Bana kalırsa anlattıklarını dinledikten sonra karar vermelisin. Dinlersen ne kaybedersin?
Devam edecek...
( Çapulcu Manyak-7 başlıklı yazı Ömer Faruk tarafından 22.05.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.