İttifaklı geçen oturumlar beraberce tartışılan konularla toplanırdı. Konu birlikte görüşülürdü. Öngörüler müzakere edilip ortaya konurdu. Birbirine göre olan durumlarla ortak karara varırlardı. İlahlar kurulu, bir çeşit meclisti. Parlamento türü panteon bilinci olmakla gruplar üstü yönetimdi.  Bu nedenle yüceydi.

Şimdiki deyişle ilahlar meclisi; gruplar kolektif iliği adına yasama, yürütme, yargı erklerine irade adıyla bakma işinde tevhide bir ittifakça yetkilenmeydi. Köleci sistemle birlikte henüz irade denen bileşik algı içinde kavranan yasama, yürütme, yargı olan bu çoklu yetkilenme tek bir hükmi şahıs olan; "özel mülk sahibi adına önce El'de, toplanmıştı. Sonra da oligarşi tevhidinde toplanmıştı". Her şeyi bilen El, henüz yaptığı işin yasama, yürütme, yargı, türü kurumlaşmalar olacağını ne biliyor, ne de bunun bilincindeydi.

Müttefikçe bir koalisyon içinde üretirken olan bu panteon birliğinin soyut sosyal anlamalı kolektif oluşu saygılı kılma taat-ı şimdi grubun kendisinden panteon birliğine doğru olacaktı.  Laiklik bu türden ritüel ve nesnelce tazimleri ile köleci taat olan ideolojiden ayrılacaktı. Buna yakın tarihler içinde demokrasi mücadelesi denecekti. Laiklik kendi nesnel inşasını esas alan nesnel soyut mantığın düzenlemesine göre olacaktı. Laiklik,  El mantığına karşı oluştu.  Tarihi kronoloji böyleydi. Kolektif üretim ve kolektif üretim üzerinde paylaşma bağıntısı (kişisi sahiplik) ilkti.

El, kolektif oluşa karşı yanlış bir referans üzerinde kişisi sahipliği ihdas etti.  Kişisi sahibiyet yanlış değildi. Kişisel sahipliği kolektif üretim gücü üzerinde; kişinin kendi emek gücüne göre; kişisi sahiplikler yapması yerine; keyfi kader denen irade üzerinde kişisi sahiplik ortaya koyması hileydi, hülleydi, gözbağıydı. Bu hülle ile karmaşıklaşacak olan uzun tarihi süreç, laiklik mücadelesinin ana ekseni olacaktı.

Meşruti monarşi içindeki üretim sonrasının paylaştırması ve yaşantı biçimini oluşturması yine oligarşin efendilere göreydi. El: kolektif olan üreten mütekabiliyet esaslı nesnel sosyal soyut anlama ile sosyal soyut anlamalı paylaştırma arasına; paylaştırma benim takdirimdir diyerek girmişti.  Mutlak monarşide de üreten nesnel soyut saygı kılınmalı sosyal anlama ile yine saygı kılınan totem mesleğe göre soyut sosyal paylaştırma arasına bu kes de El adına; El’e vekâleten, din adamlığı olan; hiçbir üretim yapmayan illüzyonlu (yanılsamalı) olan lümpen asalaklık yerleşecekti.

İlahın meşruiyet ilik oluşu; gücünü üreten kendi grup gücüne dayanması nedenleydi. İlahın gücü; gücün kendi grubuna ait totem meslekle, üretim ilişkili olmasının gücüydü. Ve ilahın kendi grubuyla beraber ittifak içinde üretim yapmasının, üretim hareketi içine girmesinden ötürü kazandığı alan gücü nedeni ile kendi ilahi meşruiyet oluşunu hazırlıyordu.

Olup bitene göre ve geri bağlanım yasasına göre köleci özel mülk sahipliğinin hiç bir meşruiyeti yoktu. Bilgi kolektifindi. Deneyim kolektifindi. Öğretme-öğretme süreçleri kolektifindi. Saklama-depolama ve aktarma süreci kolektifindi. Tüm süreçler geri bağlanımla kolektif oluşlar üzerine referansla gelişme ve süreklilik olmuştular.  Kısaca El’e kadar olan süreç ve süreç ürünleri; çokluk ve çoğullaşmanın ürünüydü.

Oysa El, sahip olarak ve sahipliğin gücü olan hüküm verme iradesi ile tekildi. Yapı birçok mesleklerin üreten ilişki bağı, mesleklere göre “özellikçe bileşke olanın karar hüküm gücü” olmanın ortaklaşmaydı. Bu bağlamda El’in, tarihi inşa ile geri bağlanım yasası gözeten yapıyla doku uyuşmazlığı vardı.  Avcı toplayıcı yapı kolektifti. Avcı toplayıcı yapıdan üretim sürecine geçiş bir öncenin devamıyla kolektif ilikti.

Üretim yapılan alan totem alan olmakla zaten kolektifindi. Alan içi nesnelerde (tarla da, bağ da, bahçe de, deniz de, orman da, hayvan vs. de) yararlanış hakkı da kolektifti. Tarım, teknik ve teknolojiler ile teknik araçlar da, ittifak eden tasarım da, kolektifindi. Üretim de kolektifin olmakla; kolektif emekler gücüydü.

Üreten bağıntılar da önce grup içi üreten ilişkileriyle; sonra da gruplar arası üretim hareketleriyle, gruplar kolektif liginde bir girişmeydi. Böyle olunca tüm okların yönü geçmişten geleceğe doğru kolektif oluş ile akışı gösteriyordu. Akışın farklı düzey düzlem ilişkilerini esas almayı meşruca, referans ediyordu.

El dışında kalan, köleci, özel mal-mülk sahipliğini meşru eden hiç bir dayanak  (meşruiyet) yoktu. Bunca gelişme ve zenginleşmeden yansıma olan egoca sürecin El zımnında, köleci özel mülkiyet ve meşruiyet olukla söylenme zorunluluğu vardı. Zorunluluk aslında kişisi emek gücüne göre paylaşılanı kişisi sahiplik kılmakla belirliyordu. Oysa El kolektif gücü sahiplenip kolektif güç gibi davranmakla “çalışmadan kazanmayı” yani yaşamını idame ettirmeyi meşru ediyordu. Buna takdir kader demekle dayanağı yoktu.

İradesinin doğru, sağlam olmamasıyla; iradesinin geçerli dayanağı olmamakla El, illüzyona dayanmak zorundaydı. Bu illüzyon (gözbağı) enstrümanlarından birisi de yaratmaydı.

Dünya kişinin kendisinden önce vardı. Hayat veya kişi dünyayı kendisinden önceki var oluşuna göre esas alarak süreçli olmuştu. Daha bunun üzerine şu şöyle bu böyle olsaydı ya da şu böyle olmasaydı gibi ifrazla laf söylemek, doğru değil. Meşru değil. Gerçek değil. Abesti.

Ya da şöyle de belirtelim.  İnorganik ve organik süreçler dünyayı bütün verili durumlarıyla birlikte zorunlu bir alan etkisine tabii olduğu nedenli eylemlikler içinde olması biliyorlardı. Bundan daha gerçek bundan daha doğru bundan daha nesnel öğreti ne olabilir ki?

Su içiliyor ve su boğuyorsa; ateş yakıyor ve sızı ısıtıyorsa; yuvarlanan taş sizi eziyorsa, demir oksijenle birleşip pas yapıyorsa; ısı ve aydınlık sizi çekip, karanlık ve aslan sizi kaçırtıyorsa bunları kimsenin size tek tek söylemesine gerek yoktur.

Kimsenin bir bildirim yapması gerekmiyordu. Nasıl fezanın nasıl olduğunun size bildirimi gelmiyorsa hayatın da nasıl yaşantı olacağına dair bildirime gerek yoktur. Girilen yol alan etkisi ile sizi yokuşlaşıyor, yokuş aşağı yapıyor, tökezletiyor, aşılmaz uçurumlarla engellerini çıkarıyordu.

Tökezlemenizin nedeni “yere tükürmek” olmadığı gibi uçurumu aşan eyleminiz de yere tükürmediğiniz için değildi. Öğrenmeniz için yaşayıp deney edinmeniz yeterliydi. Bu nedenle Minerva’nın baykuşu gece uçardı. İnorganikler ve hayat yaşantılarsan olaylarla geçen süreçten,  yolu nasıl kullanacaklarını çok iyi öğrenmekle biliyordu.

Birileri varsa ve ne diyorsa zaten verili ve var olan dünya olay ve olguları içinde diyeceğini diyordu. Siz ne bundan fazla olurdunuz ne de bundan daha az durumla cezalı olursunuz.  Çölde iyi ahlaktan ötürü kaynaklar fışkırmaz. Kötü ahlaktan ötürü de çöldeki kaynaklar kurumaz. Üstelik dünya olayları ahlak ve ahlaksızlık diye bir öngörü ile olmamıştı. Ahlak ve ahlaksızlık köleci El mantığının zengin fakir türünden verili düzeninin eseridirler.

Bir gün kolektif oluşun içinde El çıktı. Çıkışından epey bir süre sonra yaratma diye bildirilerle insanlığın kafasını karıştırmıştı. Kolektifin ürettiği ve biriktirdiği zenginliği “benim yaratan irademin sahiplik takdir hakkımdır” diye kolektifin zenginliğini kolektifin elinden alıp kaderleri ayrı ayrı yaratım diye Firavunlara, Nemrutlara, İbrahimlere, Musalara, Çarlara, Kayserlere, İmparatorlara, Kaanlara, Racalara, Padişahlara vs. veriyordu. Spartaküslere, Kölemenlere de kalkışma düşüyordu.

Yaratan El öğretmiyordu. Öğrendiklerinize de itibar etmiyordu. Sizi inanca ve imana davet ediyordu. Kısaca aklınızı kullanmamaya çağırıyordu. El, Dünya’nın değişen dönüşen şartları içinde sizin eskimiş düşüncelerinize (kolektif bilince sahip çıkan söyleminize) sapıklık diyordu.

Mutlak monarşi döneminde kendi söylediklerinin oligarşi içinde, imparatorluklar dönemi içinde ve feodalite içinde geçmez kalp akçe oluşuna karşılık ta; yeni duruma göre kendisinin eski söylemlerine de “biz bir hükmü kaldırırsak veya unutturursak yerine daha iyisini getiririz” diye çelişkiyi ve illüzyonu bir arada götürüyordu.

Kolektif oluştan dönüşmeğe çalışan ve kolektif oluşu enfekte eden El mantığını güden düşünce iyelik isteyen kişi nefsiydi. Kişi nefsi “çalışmadan sahipliği ve kazanmayı hedeflemekle” öne çıkan gizli ajandalı kişi bencilliğiydi. Güncel amiyane tabirle damacanadan, ketçaptan, battaniyeden, çocuktan, anasının dizinden, örtünmeyen kadından vs. tahrik olan kişi nefsi, kolektifin zenginliğinden “tahrik” olmuştu.

El mantığı grubuna, ittifakına, aidiyetine ve kolektif oluşa ihanetti.  İnsanlığa ihanetti. Bu nedenle El hitap ettiği seviyeye insan diyemediği için insanlara mal sahipliği ile kullarım, kölelerim diye sesleniş, veriyordu. El enfekte eden gizli ajanda ile önceden beri süre gelen kolektif süreçleri, baypas etti.  Bu baypasça mantıkla kolektif içindeki çoğul benci kişi mana anlayışı ile kişi takil ve tekil oldu. Yani bu bencillikle kolektif oluşuna;  kolektif usuna; kolektif mantığına ve kolektif mirasına yabancılaşmakla kişi kendisine bukağı-ayak bağı vurmuştu.

Kolektif meşruiyete karşı El, bu tarz kişisi benci oluş üzerinde; köleci özel mülk sahipliği üzerinde takdir edişle meşru olmak istedi. Kişisi bencilliği; kendisini imleye gelen kolektif mantık karşısında; eziliyordu. Tekil nefsani bencilliğin; görmezden gelerek üzerinde, sağında, solunda geçip gitmekle baypas ettiği üreten çokluğun kolektif oluşunu, El’in gözü görmüyordu.

Zorunlu olup işleyişine devam eden ama adını bile anmayı yasaklamakla (ortakları şirk saymakla) davranan kişi; hala kolektif oluşun manevi baskı ve basıncını da duyuyordu. “El’iniz kararlarını alırken kimseye ihtiyaç duymaz” diye kolektife ihtiyaç duymamanın kişisi, kendi tekil irade oluşunu söylüyordu. Bu nedenle nefsani olan kişi kolektife filan ihtiyaçla değil de "her şeyin ve kendisinin, kendisi olduğu El gibi böylesi bir mutlak güce ihtiyaç duyuyordu". 

Oysa ne ittifaklardan önce ne totem dönemden önce yeryüzünde El tarzında irade koyan hiç bir kişiden eser bile yoktu. Pekiyi de El gibi irade olan kişi, nereden geliyordu?

Hiş kuşkusuz ki kolektif olan akıl ve kolektifle irade olan bilincin mirasıyla donanmış olan kişiden ileri geliyordu. Kolektif mirasla donanma süreci, totem dönemle; ittifakı dönemler içinden beri oluşa geliyordu. Humonoid (insanımsı) hemcinslerde olmayan şey, kolektif akıl ve kolektif bilinçti. Öyleyse El gibi iradi, tekil oluştaki bu öz güvenli cesaret “ittifakı sentezli yeni durumların içinde kolektif akıl ile insan olan donanımlı kişi bilincinden” iler geliyordu.

 

El, kolektif aklın işleyiş donanımıyla insan olmuş kişiydi. Yeryüzündeki kişi de ilahi dönemle; ittifakı sentez içinde insan olmuş kişiydi. İnsan yeryüzündeydi ama yeryüzünün ürünü değildi. Aksine yeryüzü içinde üreten sosyo toplumsal oluşla, organik devinmesinin ürünüydü. İttifak ve totem dönem öncesi kişi insan olmamakla da El değildi. Üretim toplum ve kolektif akıl doğanın verili yapısı içinde yoktu. Ama üretim ve toplum doğanın verili yapısından da ayrı bir şey değildi.

( Müruru Zaman 11 başlıklı yazı Bayram KAYA tarafından 22.04.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.