Tadında bir düş yine

Tekelinde hislerin… sakın ha,

Kaçırma gözlerini

Sitemde kahırları beslediğin

İnce uçlu mu olmalı ucu

Şiirlerin?

Kırık kanadı pervanenin

Nidası belki de gizemli şehrin…

 

Son sözünü haykıran bir canlıdan

Yana mı olmalı derdim?

Sonramı sormam da hani

Varsın kahinler tayin etsin ömrümü.

 

Közünde ya da hükmünde

Derbeder benliğin

Bir aşkı bir de acıyı kıyam bildim bileli

Üstüne ektiğim üstü çizik bir hikayeyi

Bandıkça şiirin imgesine

Dağınıklığımı tescil eden

Kaderin cilvesine toz kondurmazken

Hem de en alasından bir ölümü

Niyaz ederken Tanrı’dan:

Altı üstü tek odalı bir hücre

Varsın kabir varsın ebedi ikametgâhım

Addedilsin bilinmezin nezdinde.

 

Sonramı kopardılar koparalı

Öncemi çoktan kazıdım tarihten

An’ımdan ise şüpheliyim

Ansızın tetiklenen hüznümle

Altı üstü tek heceye gömdüm acımı

Sihir bellediğim aşkı hepten

Hediye ettim ahvalime

Olur da anarlar beni bir gün.

 

 

 

Zaman öfkeli mi ne? Yoksa coşan sevdasının nazarında hendekli bir yol mu?

 

Tutuşanlardan yana derdi oysa zamanın bir de amansız aşkların ve ölümlerin çetelesini tutuyorsa.

 

Yorgun adımlar arşınlıyor kıyılarını iç sesin. Bir nida ve derken bir sessizlik.

 

Sus payı her söylemde ayrıcalık var. Dünün kılıfına geçen şimdi ile örtüşen yarın mizaçlı bir şiir kadar da kaçkın ve hayli bıçkın.

 

Rotası sapan kim ise buyur ediyorum içimin tozlu yollarına sonra da defolu belleğimi güncelliyorum.

 

Zıkkımın kökünü ye, diyenlerin kinayesine tepkisizliğim. Yiyip yiyeceğim ne olabilir ki hele ki bunca sergüzeşt nefsi yok sayıp ben önüme bakarken.

 

Hicvindeyim kainat orkestrasının.

 

Gelenler gidenler gırla.

 

Kuşların sürüsüne ve sefasına bereket.

 

Mizansende ise hep aynı ses tonu yine resimsiz sözcüklerin kıpraştığı sonra da baş tacı yaptığım davetsiz misafirim.

 

Karınca adımlarla yürüyorum. Son sürat susup birikenleri yığıyorum beyazın masumiyetini ihlal edermişçesine bencil bir huzursuzluğa sürüklendiğim.

 

Tonunda renk farkı.

 

Düşkün siyahın beyaza çalımı sonra da sarı güneşin homurtusu.

 

Gök kaygılı.

 

Tanrı’nı evinde biriken aşkı ve hikmeti yok sayanlara sözü meleklerin.

 

Aşkın şühedası yoksunluğun da kibri ve salya sümük cümlelerim.

 

Kayıtsız insanoğlu ya da tam tersi: öfke kusan ve öfkesini yetiştirdiği nefretin eşlik ettiği.

 

Peyzajın fakir dili az ileride ıslık çalan.

 

Zamirler kaçkın ve filler bıçkın.

 

Kipler de pek bir romantik.

 

Zamansız ölümleri ihbar eden Tanrı’ya sonrasını ise ölü gözlerine aşkın boca eden.

 

Nedamet esiri.

 

Aşka kibarlığın sökmediği.

 

İndinde sıyrıldığım neşem sonramla eşleştiğim aslında ölümü gör, demekten de asla imtina etmediğim.

 

Bir mimarı doku adeta şehrin surlarına emanet ettiğim hüznün yalın seyrinde Huda yanlısı bulutlardan damlayan yaşa tahammül edemeyen aykırı ve hoyrat rüzgâr; ölümü taşıyan, sıfatları zehir zemberek açılımlarla doğaya geri sunan bir hidayet benzeri ve şafağı atan satırlardan adadığım dileklerim yine bir yatır meziyetinde geleni gideni başımın üstünde ağırladığım.

 

Yansız aşkları kucaklıyorum.

 

Sakil âşıkların elinde umut yüklü çiçekleri suluyor bir şair.

 

Öncemi unutmalıyım demek kadar da hicap yüklüyüm ve savıyorum sıramı.

 

Esefle kınandığımı arşa çıkmış da sadece Yaratıcı boykot etmemiş beni.

 

Ölümüne sevdiğim bir o kadar aşikâr.

 

Ölümle hayatın en birincil vazifesi iken benliğin dirliği ve son ulak bildiği o misafirden de çaldığı belki de çalınan zamanın faizine hürmeten sadece Yaratıcıdan yana umudumun tekerine dolanan bir vazifeymişçesine aşkın cihat, yorgunluğun da sunumunda ben bir çiçek kadar kırılgan ama sevgi dolu olmayı nasıl beceriyorsam.

 

Gün özürlü şiirlerden bile alacaklı iken insan…

 

İnsanlığın birincil ilkesine sahip çıkmayı da aşk bilmişken.

 

Son sözümü henüz söylemeden kime neyi ispat etmeyi düşünüyorum ki?

 

Hakkın nezdinde aşka düştüğüm her günü mademki milat biliyorum.

 

Kinayeler armağan ediyor evren, esefle kınandığına delalet hangi zümreyse bir gölgeyi misafir eden tenhasında şehrin.

 

Deli rüzgar.

 

Deli fıtrat… diyorum demesine lakin sonlanmıyor içimdeki tutsak aşık.

 

Hani’lerimi yamıyorum hangi’lerime.

 

Hamdolsun demenin mahremiyetine sığınıyorum, sığdırıyorum koca koca adamları ve kadınları el kadar yüreğe oysaki el’im her birinin gözünde ve kifayetsiz bir sancağım yine ölçüsüzlüğümden alırken boyumun ölçüsünü.

 

Çivileme seviyorum yürek boyu yalnızlığımı.

 

Seriyorum satırlara iklimlere düşkün değişken mizacımla ben bir şiir dileyip bir de şiirle beslendiğim gecenin bir vakti naşına tanık her şehrin, bu sefer şehir boyu şiirlere düşüyor yolum aslında tek tanığım belki de tek tutunduğum dal.

 

İçimin kıyımlarında bir satıra rast geliyorum sanki yatır sıfatına bürünmüş şehla gölgesi görünmeyin belki de benim şeşi beş gören sonra da tık nefes varlıklarla savaşa tutuşuyorum.

 

Cahil yürek.

 

Sefil benlik.

 

Kendimden mesulüm belli ki hükmedilen bir varlıktan çok öteyim yine çatırdayan seslerin kayıp iklimlere denk düştüğü.

 

Hangi mizansen ise dünde kayıtlı.

 

Hangi aşk ise yarım kalmaya mahkum.

 

Şiirlerle uzlaşıyorum bir şekilde ve bu şekilde iç sesim biçimleniyor.

 

Bazen bir adam oluyor şiiri bozguna uğratan.

 

Bazen bir imge oluyor peşime düşen ki peşine düştüğüm hiçbir imge kalıntısı yok geceyi öldürdüğüme tek tanık ne de olsa mahrem bir yolculuk yolumun her aşka düştüğünde ben algılarımı eşsiz bir frekansla donatıp içimi de aydınlık kılan bir mizansen.

 

Şehirden yana dertliyim aslında ama geceleri pek bir hülyalı yorgun İstanbul ve dağıtmak istiyorum surlarını, dağlarını, bozkırlarını.

 

Ne gam, sen ki gölgenden korkan küçük kız!

 

Ne gam, ölümü yad ettiğim her geceyi kabuslarla eşleştirdiğim.

 

Ne mutlu bana ki; ölümüne sevdiklerimin yakasında bir çiçek kimliğinde sararıp solmuyorum da.

 

İçimin ahkamlarında kanayan çiçeklerden alacaklıyım belki de adımdan yana dertliyim.

 

İmgeler çoğaltan gece karanlığı ve sırıtan hilal.

 

Konuşluyum mademki bilinmeze, kim ise beni topa tutan alıyor boyunun ölçüsünü.

 

Aşkına armağanım şehrin.

 

Aşkıma aşık şiirlerin yazmadan duramadığım şair gölgesiyim yine kimliğime tek dokunuşta yoksunluk ve yokluk yazdığım belki de var olduğumu müjdelerken her şiir,  ben yokluğumu sunduğum.

 

 

 


( Kainat Orkestrası... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 18.04.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.