VAHYE TABİ
OLUN, KUR’AN’A UYUN, EMANİYYE VE ZANLARA DEĞİL,
Zanna tabi olmayın. Zan yalanların en
kötüsüdür.
10/YÛNUS-36: Ve mâ yettebiu ekseruhum illâ zannâ(zannen), innez zanne
lâ yugnî minel hakkı şey'â(şey'en), innallâhe alîmun bimâ yef'alûn(yef'alûne). Ve
onların çoğu zandan başka bir şeye tâbî olmaz. Şüphesiz zan, haktan bir şey
kazandırmaz. Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarını bilendir.
Bakara Suresinin 78. ayet-i kerimesinde
Allahütealâ diyor ki:
2/BAKARA-78: Ve minhum ummiyyûne lâ ya’lemûnel kitâbe illâ emâniyye ve
in hum illâ yezunnûn(yezunnûne). Ve
onlardan bir kısmı ümmîlerdir. Onlar (Allah'ın) Kitabı'nı bilmezler, sadece
emaniyeyi (kişilerin yazdığı kitapları) bilirler. Ve onlar sadece zanda
bulunuyorlar.
Emaniyyenin, zannın sonucunda kişilerin,
haktan hiçbir şey kazanmaları mümkün değildir. İnsanların yazdığı kitaplara
tâbî olmak yerine, Kur'an'a tâbî olup Allah'a ulaşmayı dileseler hepsi hidayete
ererlerdi.
Vahyedilene uyun,
6/EN'ÂM-50: Kul lâ ekûlu lekum indî hazâinullâhi ve lâ a’lemul gaybe ve
lâ ekûlu lekum innî melek(melekun), in ettebiu illâ mâ yûhâ ileyy(ileyye), kul
hel yestevîl a’mâ vel basîr(basîru),e fe lâ tetefekkerûn(tetefekkerûne). De
ki: “Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Ve gaybı bilmiyorum.
Size, muhakkak ki ben bir meleğim demiyorum. Ancak bana vahyedilene tâbî
olurum.” “Basiretle gören ve görmeyen bir olur mu, hâlâ tefekkür etmiyor
musunuz?” de.
Allahütealâ, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e
ne demesi lâzım geldiğini bütün boyutlarıyla anlatıyor. Peygamber Efendimiz
(S.A.V)'in söylediği şey sadece Allah'ın kendisine emrettiği gerçeklerdir.
Vahiy aldığını söylüyor, onun ötesinde kim kendisine bir şey izafe ediyorsa,
hepsini reddediyor ve "Ben bir melek değilim, ben gaybı bilmem."
diyor. Aslında bu olay peygamberliğinin başlangıç yılları için geçerlidir. Çünkü
Allahütealâ, diyor ki: "Allah gaybı bilir, kimseye söylemez ama
Resullerinden rızaya ulaşan hariç."
72/CİNN-26: Âlimul gaybi fe lâ yuzhiru alâ gaybihî ehadâ(ehaden).
O (Allah), gaybı bilendir. Fakat O, gaybını hiç kimseye izhar etmez
(açıklamaz).
72/CİNN-27: İllâ menirtedâ min resûlin fe innehu yesluku min beyni
yedeyhi ve min halfihî rasadâ(rasaden).
Resullerden razı oldukları (tasarruf rızasına ulaşmış olanları) hariç! O
taktirde, muhakkak ki O (Allah), onların önünden ve arkasından gözetenler sevk eder
ki,
Bu rızaya dikkat edin!
Allahütealâ'nın hiç rızaya ulaşmamış Resulü olur mu? Allahütealâ 7 tane rızadan
yedincisine ulaşamamış olanlardan bahsediyor. Tasarruf rızası sadece devrin
imamındadır, sadece bir kişi tasarrufa ehil olur. O, devrin imamıdır. Peygamber
Efendimiz (S.A.V) de tabiatıyla devrin asaleten imamıydı. Peygamberlerin
olmadığı devirlerde de devrin imamları vardır. Allahütealâ her kavimdeki Resullerden
birisini devrin imamı, huzur namazının imamı olarak tayin eder. Ama o kişi bir
Nebî, bir peygamber değildir, bir Resuldür. Ama Nebî Resul değildir, Velî Resuldür.
Ve huzur namazının imamlığı da o kişi için bir vekâlet müessesesini ifade eder.
İşte onlar, huzur namazının imamları; ister Nebî Resul olsunlar, asaleten o görevi
alsınlar, ister Velî Resuller olsunlar, vekâleten görev alsınlar, her halükârda
tasarruf rızasının sahibidirler.
Allahütealâ daha sonra Peygamber
Efendimiz (S.A.V)'e gaybı göstermekle kalmadı, Kendi Zat'ını da gösterdi.
Biliyorsunuz ki Peygamber Efendimiz (S.A.V) hayattayken miraç'a, Allah'ın
Zat'ına ulaştı. Ve Allahütealâ, Kur'an'da şöyle yazıyor: "Kalbi gördüklerini
tekzip etmedi." Allahütealâ gaybı, bütün gök katlarını ve Zat'ını O'na
evvelce göstermişti. Öyleyse miraca davet olunduğu, miraca gittiği zaman
Peygamber Efendimiz (S.A.V) gaybı zaten biliyordu. Ama bu ayet indiği zaman
henüz Allahütealâ ona gaybı göstermemişti.
Allahütealâ: "Ve hakikati söyle
onlara." diyor.
46/AHKÂF-9: Kul mâ kuntu bid’an miner rusuli ve mâ edrî mâ yuf’alu bî
ve lâ bikum, in ettebiu illâ mâ yûhâ ileyye ve mâ ene illâ nezîrun
mubîn(mubînun).
“Ben diğer Resullerden farklı bir (bidat) ortaya çıkarmış değilim.” de.
Ve bana ve size ne yapılacağını ben bilemem. Ben sadece bana vahyedilene tâbî
olurum. Ve ben apaçık bir nezirden başka bir şey değilim.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V)
Efendimizin Kur'an'ı, daha evvelki Tevrat'ta ve İncil'de mevcut olan 7 safha ve
4 teslimi ve Hz. Nuh'un, Hz. İbrahim'in, Hz. Musa'nın, Hz. İsa'nın şeriatini
aynen ihtiva eden Kitap'tır. O, kendisine vahyedilene tâbî olan bir uyarıcıdır,
nezirdir.
10/YÛNUS-15: Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ beyyinâtin kâlellezîne lâ
yercûne likâena'ti bi kur'ânin gayri hâzâ ev beddilh(beddilhu), kul mâ yekûnu
lî en ubeddilehû min tilkâi nefsî, in ettebiu illâ mâ yûhâ ileyy(ileyye), innî
ehâfu in asaytu rabbî azâbe yevmin azîm(azîmin).
Ve onlara ayetlerimiz, delillerle okunduğu zaman Bize ulaşmayı dilemeyen
kimseler şöyle dedi: “Bize bundan başka bir Kur'an getir veya O'nu değiştir.”
De ki: “O'nu, kendi nefsimden (bir şey) ilka ederek benim değiştirmem olamaz.
Ben ancak bana vahyolunan şeye tâbî olurum. Şâyet Rabbime asi olursam muhakkak
ki ben, büyük günün azabından korkarım.”
Bir defa daha Allahütealâ, ruhun
hidayetinden bahsetmektedir.
Allahütealâ, Allah'a ulaşmayı
dilemeyen kişilerin durumlarını Yunus Suresinin 7 ve 8. ayetlerinde anlatıyor:
Bu ayet ile, Yunus Suresinin 7 ve 8. ayet-i
kerimeleri ve Mu'minun-44 arasında sağlam, kuvvetli bir illiyet rabıtası
vardır. Çünkü Yunus Suresi 7 ve 8'de Allahütealâ buyurmaktadır:
"Onlar bizim ayetlerimizden gâfil
olanlardır."
Bu ayet-i kerimede gâfil olmanın ne
anlama geldiği açıklanmıştır. Peygamber Efendimiz (S.A.V), delillerle, beyyinelerle
gelen Kur'an'ı Kerim'i onlara okuduğu zaman diyorlar ki: "Bu Kur'an’ı
Kerim'i değiştir veya bize başka bir tane Kur'an’ı Kerim getir. Biz buna
inanmıyoruz."
Peygamber Efendimiz (S.A.V):
"Allah'a ulaşmayı dileyeceksiniz. Dilemezseniz gideceğiniz yer
cehennemdir." diyor. Cevap veriyorlar: "Biz bu Kur'an'a inanmıyoruz.
O'nu değiştir ya da başka bir tane getir." Allah'ın, O'na o Kur'an'ı
Kerim'i indirdiğini reddediyorlar.
Her zaman Allah'ın Resulleri hep
insanlar tarafından reddedilmişlerdir. Bütün devirlerde, bütün milletlerde bu
böyle olmuştur. Mu'minun Suresinin 44. ayet-i kerimesinde Allahütealâ
buyuruyor:
23/MU'MİNÛN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten
resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe
bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
Sonra Biz, Resullerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her
ümmete Resulü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları
birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü'min olmayan
kavim (Allah'ın rahmetinden) uzak olsun.
Kur’an’la uyarın,
50/KAF-45: Nahnu a’lemu bi mâ yekûlûne ve mâ ente aleyhim bi cebbârin
fe zekkir bil kur’âni men yehâfu vaîdi.
Onların ne söylediklerini, en iyi Biz biliriz. Ve sen onların üzerine,
cabbar (zorlayıcı) değilsin. Öyleyse Benim vaadimden (vaadettiğim cezadan,
azaptan) korkanları Kur'an ile ikaz et.
Onların söylediklerini elbette en iyi
bilen Allah'tır. Hz. Muhammed (S.A.V) Efendimiz'e Allah: "Sen onların
üzerine bir cebbar değilsin. Onları zorlaman için seni görevlendirmedik. Ama
kim Allah'ın vaadinden korkarsa onları Kur'an ile uyar. Onları Allah'ın
emirlerine ve yasaklarına itaat etmeleri için uyar, ikaz et."
14/İBRÂHÎM-52: Hâzâ belâgun lin nâsi ve li yunzerû bihî ve li ya’lemû ennemâ
huve ilâhun vâhidun ve li yezzekkere ûlul elbâb(elbâbi). Bu
(Kur'an’ı Kerim), O'nunla uyarılmaları ve O'nun (Allah'ın) tek bir İlâh
olduğunun bilinmesi ve ulûl'elbabın (sırların sahiplerinin) tezekkür etmesi
için insanlara bir açıklamadır.
Allah'ın tek İlâh olduğunun bilinmesi,
İnsanların O'nunla uyarılması,
Ulûl'elbabın tezekkür etmesi ve Allah'ın
bildirisiyle sırlara ehil olması için bir tebliğdir, açıklamadır.
Kur’an hidayet ve rahmet için inmiştir.
16/NAHL-64: Ve mâ enzelnâ aleykel kitâbe illâ li tubeyyine
lehumullezîhtelefû fîhi ve huden ve rahmeten li kavmin yu’minûn(yu’minûne). Ve
Kitab'ı sana, “hakkında ihtilâfa düştükleri şeyi” onlara beyan etmenden
(açıklamandan) ve âmenû olan (Allah'a ulaşmayı dileyerek mü'min olan) bir kavme
hidayet ve rahmet olmasından başka bir şey için indirmedik.
Allahütealâ:
Kur'an’ı Kerim, Yahudilerin, Hristiyanların
ve İslâm'ın arasındaki ihtilâfların çözümü için gönderilmiştir. Doğru, bu
Kitap'tadır. Aslında Hristiyanlık, Yahudilik ve İslâm, sadece Hz. İbrahim'in
hanif dînidir. Hz. Musa'dan ve Hz. İsa'dan evvel yaşayan Hz. İbrahim, Allah'ın kâinattaki
tek dîni olan hanif dînini yaşamış ve o hanif dînini bütün muhtevasıyla
öğretmiştir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) de hanifti. Allahütealâ, Rum Suresinin
30. ayet-i kerimesinde Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e şöyle buyurmuştur:
30/RÛM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî
fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu
ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık
hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah'ın hanif fıtratıyla ki;
Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah'ın
yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar
yaşayacak) din budur. Fakat insanların çoğu bilmez.
Herkes, Allah'a ruhunu, vechini,
nefsini ve iradesini teslim etmek için yaratılmıştır. Allah'a teslim
hakikatleri (hidayet ve bütün bunların Allah'ın rahmetiyle oluşması), her
peygamber zamanında etraflı bir şekilde herkese anlatılmasına rağmen aradan
geçen asırlarda hep unutulmuş ve insanların arasında ihtilâflar doğmuştur.
Bu ihtilâflar, farklı
peygamberlerden menkul olması ve daha evvelki asırlarda şeytanın, onların
anlattıklarının büyük kısmını yok etmiş olması sebebiyle baş göstermiştir.
Farklı peygamberlere tâbî olan insanlar, Allahütealâ'nın o peygamberlere
verdikleri sanki başka peygamberlere verdiklerinden farklıymış gibi bir
ihtilâfın içine girmişlerdir. Oysaki, sadece tek bir din yani Hz. İbrahim'in hanif
dîni var olmuştur. Ve Kur'an için Allahütealâ: "Hidayet olsun diye
indirdik." buyurarak, bu Kitabı, insanlar ruhlarını, vechlerini,
nefslerini ve iradelerini Allah'a teslim ederek dört hidayete de ersinler diye
indirdiğini belirtmektedir.
Allah’ın indirdiği Kur’an’ı tebliği edin,
5/MÂİDE-67: Yâ eyyuherresûlu bellıg mâ unzile ileyke min
rabbik(rabbike) ve in lem tef’al femâ bellagte risâleteh(risâletehu) vallâhu
ya’sımuke minen nâs(nâsi) innallâhe lâ yehdîl kavmel kâfirîn(kâfirîne). Ey
Resul! Rabb'inden sana indirileni tebliğ et (duyur). Eğer bunu yapmazsan, o
takdirde O'nun Risaletini (sana gönderdiğini) tebliğ etmemiş (duyurmamış)
olursun. Ve Allah seni insanlardan korur. Muhakkak ki Allah, kâfirler kavmini
hidayete erdirmez.
Allah'ın Resullere verdiği görev Allah'ın
emirlerini insanlara tebliğ etmektir. Allahütealâ Nur Suresinin 54. ayet-i
kerimesinde Resullere verilen vazifenin tebliğ olduğunu net bir biçimde
açıklıyor.
24/NÛR-54: Kul atîullâhe ve atîur resûl(resûle), fe in tevellev fe
innemâ aleyhi mâ hummile ve aleykum mâ hummiltum, ve in tutîûhu tehtedû, ve mâ
aler resûli illel belâgul mubîn(mubînu).
De ki: “Allah'a ve Resul'e itaat edin. Bundan sonra eğer dönerseniz
(itaat etmezseniz), O'na (Resul'e) düşen (sorumluluk) sadece O'na yükletilen
(tebliğ)dir.” Ve sizin üzerinize düşen (sorumluluk), size yükletilendir. Ve
eğer ona itaat ederseniz, hidayete erersiniz. Resul'ün üzerinde açıkça
tebliğden başka bir (sorumluluk) yoktur.
İradesini de Allah'a teslim eden Resul,
sadece Allah'ın emirlerini yerine getirir. Allahütealâ, bu ayette sadece Allah'ın
emirlerini yerine getiren Resulünü insanlardan koruyacağını bildirmektedir.
Allahütealâ kâfir kavmi hidayete erdirmez.
Kitaptan vahyedileni okuyun. Onun
kelimesini değiştirecek yoktur,
18/KEHF-27: Vetlu mâ ûhıye ileyke min kitâbi rabbik(rabbike), lâ
mubeddile li kelimâtihî ve len tecide min dûnihî multehadâ(multehaden).
Sana, Rabbinin Kitabından, vahyolunanı oku! O'nun kelimesini
değiştirecek yoktur. Ve O'ndan (Allah'tan) başka yönelinecek bulamazsın
(yönelinecek yoktur).
Allahütealâ bu ayet-i kerimede ve Ankebut
Suresinin 45. ayet-i kerimesinde Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in görevinin
Allah'ın kendisine vahyettiklerini okumak olduğunu söylemektedir:
29/ANKEBÛT-45: Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs
salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le
zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).
Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl).
Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve
Allah'ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.
Kimse Kur'an’ı Kerim'de bir yanlış
bulamaz. O'nun hiçbir kelimesini değiştiremez. Kur'an'da hiçbir şey eksik
bırakılmamıştır:
6/EN'ÂM-38: Ve mâ min dâbbetin fîl ardı ve lâ tâirin yatîru bi
cenâhayhi illâ umemun emsâlukum, mâ farratnâ fîl kitâbi min şey’in summe ilâ
rabbihim yuhşerûn(yuhşerûne). Ve yeryüzünde yürüyen
hayvanlardan ve iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa (4 ayaklı) hiçbir hayvan
ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki; sizin gibi ümmet olmasınlar. Biz
kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra Rab'lerine haşrolunacaklar
(olunurlar).
Kur'an'da birçok şifre vardır.
Allahütealâ kime ne kadar ilim verirse kişi o şifrelerden hareketle sonuca
yürür. Allahütealâ: "Ve Allah'tan başka yönelinecek bulamazsın."
sözüyle sadece Allah'a doğru yön tayin edileceğini, ruhun Allah'a doğru
yükseleceğini ve Allah'a ulaşacağını ifade etmektedir. Yönelme; 3.
basamakta, Allah'a ulaşmayı dilemekle başlayan 14. basamağa kadar geçen
devredir. Allahütealâ, burada geçen "mültehada" kelimesinin dışında
enibu, munib kelimelerini de yönelmek istikametinde kullanmaktadır. Sadece
Allah'a yönelinir ve O'ndan duâ talep edilir. Ruhun, vechin, nefsin ve iradenin
teslim olacağı makam Allah'tır. Allah'tan başka yönelinecek hiçbir varlık
yoktur. 14. basamaktan 21. basamağa kadar olan kesim ise ulaşma kademesidir.
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke
ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû
fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî
ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu). (Allah)
dinde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni
ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dinde) fırkalara ayrılmayın.” diye
Hz. İbrahim'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da
vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey
(Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine
seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine
ulaştırır).
Allah, dilediğini Kendisine seçer ve
O'na yöneleni, Kendisine hidayet eder (ulaştırır).
Allah’a ulaşmayı dilemeyen gizli şirkte
olanlar ayetlerle konuşanlara siz batıldasınız derler.
30/RÛM-58: Ve lekad darebnâ lin nâsi fî hâzel kur’âni min kulli
mesel(meselin), ve le in ci’tehum bi âyetin le yekûlennellezîne keferû in entum
illâ mubtılûn(mubtılûne). Ve andolsun ki, bu Kur'an'da
insanlar için bütün meselelerden örnekler verdik. Ve eğer onlara bir ayet
getirsen, kâfirler mutlaka: "Siz sadece batılla uğraşan
kimselersiniz." derler.
Bütün Resuller ve Nebîlerle, kavimler
arasındaki ilişkilerin başlangıcı hep kavimlerin arasında kâinatın tek dînini
unutmuş olan insanların Resulün bâtılla uğraştığını iddia etmeleri şeklinde
olmuştur. Çünkü onların ilmi sadece bu kadarını ihata eder. Bütün devirlerde,
bütün insanlar Allahütealâ'nın indirdiklerinden haberdar edileceklerdir. Ama
bir kısmı gerçeği kabul edecektir, büyük kısım sahip oldukları emaniyye ilim
sebebiyle Allah'ın Resule söylettiklerini kabul etmeyeceklerdir. Ve gidecekleri
yer bu sebeple cehennem olacaktır.
Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır?
4/NİSÂ-87: Allâhu lâ ilâhe illâ huve le yecmeannekum ilâ yevmil
kıyâmeti lâ raybe fîh(fîhi) ve men asdeku minallâhi hadîsâ(hadîsen).
Allah ki, O'ndan başka ilâh yoktur. Sizi, hakkında şüphe olmayan kıyâmet
gününde mutlaka bir araya toplayacaktır. Ve Allah'tan daha doğru sözlü kim
vardır?
4/NİSÂ-122: Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti se nudhiluhum cennâtin
tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), va’dallâhi
hakkâ(hakkan), ve men asdaku minallâhi kîlâ(kîlen).
Ve onlar ki, amenû olup, nefsi ıslâh edici (nefsi tezkiye edici) salih
amel işlediler, işte onları, altlarından nehirler akan cennetlere koyacağız,
orada ebediyen kalacak olanlardır. Allah'ın vaadi haktır (gerçektir). Ve
Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır?
Artık Allah’tan ve onun ayetlerinden başka
hangi söze inanacaksınız?
45/CÂSİYE-6: Tilke âyâtullahi netlûhâ aleyke bil hakk(hakkı), fe bi
eyyi hadîsin ba’dallâhi ve âyâtihî yû’minûn(yû’minûne).
İşte bunlar, Allah'ın ayetleridir. Sana hak olarak onları okuyoruz. O halde
Allah'tan ve O'nun ayetlerinden sonra hangi söze inanacaklar?
Kur'an, kâinatın mucizesidir.
Allahütealâ'nın anlattığı şeyler, Kur'an'ın nasıl üstün bir mahlûk olduğunu
ifade eder. Kur'an’da Allah'ın bir yaratığıdır. Biz insanlar, sadece zahirî âlemi
görebilecek olan gözlerle mücehheziz. Bu dünyadaki sesleri işitebilecek olan
kulaklarla mücehheziz. Ve de özel şartlarda zahirî âlemi de gayp âlemini de emr
âlemini de özellikleriyle hissedebilen bir de kalbin sahibiyiz.
Sizler ne kütübüssiteden, ne falanın
filanın kitabından değil, Kur’an’dan sorumlusunuz.!
43/ZUHRÛF-44: Ve innehu le zikrun leke ve li kavmik(kavmike), ve sevfe
tus’elûn(tus’elûne).
Muhakkak ki
O (Kur'an), senin için ve senin kavmin için mutlaka bir zikirdir (öğüttür). Ve
siz, (Kur'an'dan) sorumlu olacaksınız.
Bütün insanlar Kur'an'dan sorumludur. Kur’an’ı
Kerim, bütün kâinat için bir zikir'dir. Ama Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in o
anda tebliğ yapması lâzım gelen kendi kavmi olan Arap kavmiydi.
Allah razı
olsun.
Burhan AKSU