İlkokul dördüncü sınıflardayken, kendine göre yeni model ağaç tekerlekli arabalar yapmaya başladı. Öbür çocuklar, arabalarını büyüklerine yaptırırken kendisi sadece yuvarlak çam ağacından hızarla teker biçmede dedesinden yardım aldı. Arabasına direksiyon tertibatı kurdu. Fren ayarladı. Minderli oturma koltuğu yaptı. Kapıyı ve gereğinde dirseğini koyacağı yerleri bile ihmal etmedi. (Bizim oğlan, tee bin dokuz yüz ellilerde yerli ve milli araba yapmış, kimsenin haberi olmamış.) Köyün yukarısında yüz metre uzunluğunda bir yamaç vardı. Oradan arabasıyla inen çocuklardan bazıları yuvarlanır, bazılarının arabaları haşat olurdu. Kendisi, frenle yavaş yavaş inerdi. Öbür çocuklar hayranlıkla ve kıskançlıkla bakarlardı arabasına.  Yokuş aşağı fren yaparak inmek için arabasını isteyenlere "hayır" demezdi. Bir keresinde, bilerek arabasına hasar veren komşu çocuğuyla iyiden iyiye kavga etti. Ayırmasalar var ya, kendinden bir yaş büyük ve daha acar çocuğun canını epey acıtacaktı. Arabasına hasar verilmesine müthiş öfkelenmişti.  Öfkenin insanı güçlü yaptığını anlamasa da,  o çocuğu döveceğine inandığı için üzerine yürümüş ve iteklemişti.  

            Arabasını tamir etmesine etti de, kafasına bir başka şey takıldı bu arada.

            Bu araba, geceleyin de gündüz gibi gitmeliydi. Karanlıkta; taşa, şuna buna toslamadan önünü görmeliydi.  Düşündü taşındı bizimki, arabanın önünü aydınlatacak, kamyon farlarına benzeyen bir alameti farika düşlemeye koyuldu. Çıra aydınlığı tat vermezdi. Gemici feneri, te yüksekten ışık verirdi. Dayısındaki karpit lambası bu iş için birebirdi ama… Kömür madeninde çalışan dayısı vermezdi o lambayı. Üstelik, karpit lambası madene aitmiş.

            Bizimkinin, arabaya gece yol verecek bir ışık bulmaya aklı yetmedi ama, korna yapmayı becerdi. Tenekeden huni. Başına da oğlak dersinden havalı körük. Al sana “Dart! Dart!” öten, duyanları kendine baktıran korna…

 

            İlkokul beşinci sınıfta iken, kullanılmayan kayın ağacından yapılmış kağnı ekseninden tabanca yapmaya yöneldi. Eksenin bir ucunu baltayla yontarak ve keserle de şekillendirerek kabaca tabanca yaptı. Namlu olacak yirmi santim kadar yeri, ince burguyla boylamasına deldi. Kurşun girecek namlu ağzına dikine testere çekti. Geride kalan kısma, esas tabancadaki gibi ileri geri gidebilen mekanizması yaptı. Mavzer fişeği girecek şekilde namlu ağzını açtı. Mekanizma içine kızgın telefon teliyle yol açtı. Fişekteki kapsülü ateşleyecek tel, buradan ileri geri yapacaktı. Çakmak görevi görecek arkası kıvrık ve içinden sapan lastiği benzeri lastik geçen telefon telini ayarladı. Namlu alt ve üstünü birleştirecek şekilde, tenekeden kelepçeler taktı.  Namlu ucunda arpacık, çakmak teli yukarısında gez bile ayarladı.   

Bir mavzer mermisinin dar bölümünü eğe ile kesti. Ucu kesilmemiş fişek içine barut ve saçma konduğunda, ateşleme sırasında saçmalar fişekten çıkmayabilirdi. (Bizimki, süper zekalı değil. Besbelli fişek, barut ve saçma uyumunu başkasından öğrenmiş olmalı.) Ateşleme sırasında fişeğin ileriye gitmemesi ve kolay çıkması için kırık bir bıçak parçasında, fişek kertiğine girecek şekilde eğeyle yuvarlak yuva açtı. (Bunu da başkasından öğrenmiş olabilir.)  Kaba şekli keserle yontarak, çakıyla düzelterek ve kırık camla kazıyarak biraz büyücek de olsa gerçeğine yakın tabanca yaptı. 

Sıra geldi, silahı ateşlemeye. Önce, çakının ucuyla fişek arkadaki patlamış kapsülü çıkardı. Fişek içerisine, ilk başta deneme amaçlı olarak az barut koydu. Bez, birkaç küçük saçmayı bezle sıkıladı. Kapsül yerine de, kestiği kibrit başını doldurup üzerine kibritin eczasından küçük bir parça koydu. İnce sakızla üzerini sıvadı. Dolu fişeği, namlusunun yuvasına koydu.  Oyuk bıçak parçasını fişek gediğine geçirdi. Mekanizma yanlarındaki ağaç tıpaları taktı. Müthiş bir heyecanla çakmak telini çekti. Bıraktığında, gerilen lastiğin iteklemesiyle hızla giden telin ucu kapsül yerine çarpıp kibrit başını yaktı. Fişeğin kapsül yerindeki iki ince delikten içerideki baruta giden kıvılcım da barutu ateşledi. Gerçek tabanca gibi patlayan ağaç tabancada hiçbir hasar oluşmadı. 

Bizimki, daha sonra cesaretlenip,  barut hakkını fişeğin yarısına kadar ulaştırdı. Patlama daha sesli oldu. Tabancada yine bir sorun olmadı. Üçüncü atışta, menzil belirledi. Öyle ki, tabancayla sekiz on metre uzaklıkta olan bir hedef vurulurdu. Mavzer fişeği adedini üçe çıkardı bizimki. Namluya da, bir teneke kelepçe daha ilave etti. (Oğlanın maşallahı var. Ey, Kırıkkale Top Tüfek Fabrikası’nın adamları! Bu çocuğa niye el vermediniz?..Kıyamet topunu bile ilk siz yapardınız bu oğlan sayesinde! Ah ki ah!..)

Aynısından sünnet sağdıcı da istedi. Karşılığında, bakkala yeni gelen bastırmayla ucu çıkan basma kalem alıvereceğini söyledi.  Sağdıcının tabancasına daha bir özen gösterdi bizimki. İki fişekli tabancayı yapıp vermek istedi. Sağdıcı, tabancayı almaktan vazgeçti. Kalemi almış ama vermeye kıyamamış. Onun bu kalleşliğine üzüldü bizimki. Koptu sünnet sağdıcından...

            Anne tarafındaki dedesi ve ninesinin yanında okuyordu. Ateşe hazır iki tabancasından biri elinde, öbürü belinde. Dolu fişekler ceketinin cebinde. Bıçağı da kın içinde ve konçlu yün çorabında.  Onların güvencesinde, altı kilometre ötedeki anasıyla babasının ve kardeşlerinin kaldığı yayla-mahalleye yalnız başına gidip geliyordu. Yol, ormanlıktı. Dağlarda, kurt  sürüleri olduğu halde...

            Yapma ağaç tabancaları ona öyle bir güven aşılıyordu ki,,,Kurt sürüsüyle karşılaşa bile

onları kaçırırdı.  Namluya öylesine çabuk dolu fişek sürüp patlatarak kurtlara korku vereceğine inanıyordu…İşte bu inançla,  korkusuzca yalnız başına yolculuk yapıyordu…

 

            Ortaokul döneminde de mutlaka bir şeyler yapmıştı bizimki. Anımsayamadı. Sınavla

kazandığı yatılı devlet okulunda, avcılık dersi sonrası, barut kutusundan epey barutla saniyeli

fitil kangalından on santim kadar bir parça kesti. (Arakladı da denilebilir.)  İçinden elektrik kablolarının geçtiği bir borudan kırk santim kadarını kesti. Birleşme yerlerini sağlamlaştırdı.

Bir ucunu taşla epey ezerek sivriltti. Öbür ucunu da daraltarak yanlara, balık yüzgeci gibi iki kuyruk çıkarttı. Baş ve kuyruk arasında üç boğum yaptı. Barutu, boru içine doldurdu. Gerideki dar kısma da saniyeli fitilin ucunu soktu.  Füzesi hazırdı, Onu yönlendirecek bir maket lazımdı. Onu da, yarma kalın bir odun üzerinde çıta ve tahta parçasıyla ayarladı. Yaptıklarını bilen arkadaşları, hem merak ediyorlar hem de dalga geçiyorlardı. Okulda, askeri okul gibi katı bir alt üst hiyerarşisi vardı. İki, üç ve dördüncü sınıftaki abiler, füze atışına kesin engel olurlardı.  O nedenle füze tatbikatını bir cumartesi günü öğleden sonra yapmaya karar verdi. Öğrencilerin neredeyse tamamı çarşı iznine çıkmıştı. Meraklı üç arkadaşıyla spor sahasına yöneldi. Füzesini kendisi taşırken maketi hemşehrisi sırtladı. Füze, fidanlığa düşsün diye maketi azıcık eğdi. Patlama olur, füze yönünü değiştirir diye endişelenenler siper edinirken o, kibritle saniyeli fitili ateşledi. Arkadaşlarının yanına koştu. Altı yedi saniye sonra fazla sesli olmayan bir patlamayla maket devrildi, füze havalandı. Hem de geriden ateş ve duman çıkartarak.  Tahminen yüz metre kadar havalanan füze, ateş ve duman bitince fidanlık tarafına düştü. Arkadaşları hararetle kutladılar mucidi. Hemşehrisi, "Çok sivri akıllısın," dedi.  Bir başka arkadaşı da, "Sen, yanlış okula yanlış gelmişsin," dedi.

            Bir gazetede, uzaya gönderilen bir füzenin resmini görmüştü. Merak edip okuduğunda, hemşehrisinin dediği "sivri aklı" hemen buna odaklanıvermişti. Barutla füze denemesi yapmak. Bunda, barutun itici gücü olduğunu bilmesinin etkisi vardı tabi. Kafasına koyduğunu gerçekleştirmesi önemliydi onun için. Bin dokuz yüz altmış bir yılının mayıs ayında, basit de olsa göğe füze yolladı. Hem de şahitli ispatlı olarak...(Bizim oğlan, Nasa'nın arayıp da bulamadığı birisiymiş ama, iki taraf da ne yazık ki treni kaçırmış.)


Veysel Başer

 

( Maketçi Yazar 2 başlıklı yazı Veysel Başer tarafından 4.04.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.