Makale / Araştırma

Eklenme Tarihi : 25.03.2018
Okunma Sayısı : 909
Yorum Sayısı : 0

DAVET ALLAH’A OLMALIDIR

     Rabbimiz bizi zatına, selam yurduna, teslime davet etmektedir. Ve nezirlerin uyarısı ile kendisine ulaşmayı dileyenleri ise sıratı müstakime ulaştıracağını belirtmektedir.

10/YÛNUS-25: Vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm(mustekîmin).                                                                                                                             Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna, Zat'ına ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.

     Bütün Nebiler, Resuller ve Allah’ın tayin ettiği hak mürşidler kendilerine veya cemaatlere değil, sadece Allah’ın sıratı müstakimine ve Allah’a davet ederler. “Allah’a ulaşmayı dilemeye” davet ederler. Çünkü bu Allah’ın sözü ve emridir.

16/NAHL-125: Ud’u ilâ sebîli rabbike bil hikmeti vel mev’ızatil haseneti ve câdilhum billetî hiye ahsen(ahsenu), inne rabbeke huve a’lemu bi men dalle an sebîlihî ve huve a’lemu bil muhtedîn(muhtedîne).                                                                                                       Rabbinin yoluna (Allah'a ulaştıran yola, Sıratı Mustakîm'e) hikmetle ve güzel (pozitif dereceler kazandıracak) öğütle davet et. Onlarla en güzel şekilde mücâdele et. Muhakkak ki senin Rabbin, O'nun yolundan (Sıratı Mustakîm'den) sapanları (dalâlete düşenleri) ve hidayete erenleri bilir.

     Peygamber Efendimiz (S.A.V) için her zaman bir mücâdele, bir sonuca ulaşma söz konusu olmuştur. Ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in mücâdelesinde Allahütealâ: "En güzel şekilde mücâdele et! Senin mücâdelen kırıcı, öfkelendiren, onları kötülüğe, öfkeye sevk edecek ve bu sebeple Allah'ın yolundan kaçıracak dizaynda olmasın. Çünkü senin davetin, Allah'a davettir. Onlara en güzel şekilde davranmalısın, onların Allah'a ulaşmayı istemelerini temin etmelisin." buyurmaktadır.

     “Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in bu daveti, en güzel davettir ve Allah'a ulaşmayı dileyen kişiyi kurtararak, Allah'ın cennetine mutlaka girmesini sağlayacaktır.”

     Bütün ümmetler için durum aynıdır ve bir tek yol vardır. O da sıratı müstakîm üzerinden Allah’a teslim olmaktır. Ruhun, veçhin, nefsin ve iradenin teslim edilmesidir.

     Bizim görevimiz de insanları devrin imamına veya mürşidlerine ulaştırmak değildir. Bizim görevimiz insanları Allah’a ruhlarını ölmeden önce kalpten ulaşma dileğine ulaştırmaktır. Bizim vazifemiz Allah’a davettir. Allah’a ulaşmayı dileyenleri devrin imamına veya mürşidlerine ulaştırmak Allah’ın işidir.

     Hiç kimse Allah’a ulaşmayı dilemeden bütün ayetleri önüne koysanız anlayabilmesi ve sizin idrak ettirebilmeniz mümkün değildir. Nitekim bunu yaptığınız tebliğlerde de bizzat yaşamaktasınız. Bu yüzden insanları Allah’a ulaşmayı dilemelerini sağlamak gerekiyor.

     Peygamber Efendimiz, devrin imamları ve mürşidlerin de görevi kendilerine çağırmak değil, Allah’a davettir. İnsanların kalpten Allah’a yönelmelerini ve hür iradeleri ile Allah’a ulaşmalarını dilemeye davettir.

 

     Nebi’nin, Resul’ün ve mürşidin görevi sadece tebliğdir. Davet nezirin kendisine, meşrebine, mezhebine veya cemaatine değil Allah’adır.

13/RA'D-40: Ve in mâ nuriyenneke ba’dallezî neiduhum ev neteveffeyenneke fe innemâ aleykel belâgu ve aleynel hisâb(hisâbu).                                                                                                               Ve şâyet onlara vaadettiğimizin bir kısmını sana göstersek veya seni vefat ettirsek de; artık senin üzerine düşen, sadece tebliğidir. Hesap, Bizim üzerimizedir.

     Allah'ın bütün Resulleri ve bütün Peygamberleri, irşad makamına ulaştırdığı, iradesini kendisine bağladığı mürşidler, münkerden nehyeden ve irfanla emreden hüviyetteki insanlar tebliğle görevlidirler. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in ve bütün Resullerin yaptığı şey, tebliğdir. Aslında tebliğ, herkesin görevi olup başka bir insanın hidayetine vesile olmanın vasıtasıdır. Herkes mutluluğu sadece iradesini kullandığı takdirde yani Allah'a ulaşmayı dilediği taktirde yaşayabilir. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in amcası, yeğeninin Peygamber olduğunu biliyordu. Peygamber Efendimiz (S.A.V) de ona tebligatını yaptı ama o, Allah'a ulaşmayı dilemedi. Peygamber Efendimiz (S.A.V) onu bu sebeple cehennemden kurtaramadı. Çünkü Peygamber Efendimiz'in görevi; sadece anlatmak, tebliğ etmek, öğretmekti. Allahütealâ: "Sen hesap sormak yetkisinin sahibi değilsin." demiştir. Ve Allahütealâ, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e diyor ki:

28/KASAS-56: İnneke lâ tehdî men ahbebte ve lâkinnallâhe yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huve a’lemu bil muhtedîn(muhtedîne).                                                                                     Muhakkak ki sen, sevdiğin kişiyi hidayete erdiremezsin (onun ruhunu Allah'a ulaştıramazsın). Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir. Ve O, muhtedileri (hidayete erenleri) daha iyi bilir.

     Allahütealâ, hesabı kiramen kâtibin melekleri vasıtasıyla görür. Bu melekler, herkesin hayatının ve düşüncelerinin her saniyesini üç boyutlu olarak hologram filme alırlar.

     Hayat filminde fiillerle, kazanılan ve kaybedilen dereceler arasındaki ilişki daima sıfır neticesini verir. 30 derecelik bir günah, 30 derece negatif olarak hesaba yazılır. Büyük bir hayır işlendiğinde ise hesaba büyük bir rakam yazdırır ve o fiille kazanılan derece birbirini sıfırlar. "Mizan" adlı bir sistem, kâinattaki bütün muhtevayı içeren bir dizayn içerisinde kıyâmette herkese teslim edilecektir. Düşüncelerden neler geçtiği, hayat filminde görülür. Otomatik olarak o göstergeye göre taammüd miktarı net olarak hesaba katılıp, hiçbir hata yapmaksızın kazanılan veya kaybedilen derecelerin sonucu gösterilir. Mizanın gösterdiği rakamla hayat filmindeki rakam aynı rakamdır. Demek ki; kimseye kıl kadar zulmedilmemiştir.

12/YÛSUF-108: Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne).                                                                 De ki: “Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah'ı görerek) Allah'a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah'ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.”

     Basar, kalp gözünün görme hassasıdır. Basiret ise basar hassasının görmeye başladığını yani o kişinin kalp gözünün açıldığını, bir başka ifadeyle o kişinin ikinci defa ölümden hayata geldiğini ifade eder. "Basiret üzere görüş" demek, "kalp gözünün basar hassasıyla görüş" demektir. "Basiretli" deyince tedbirli, dikkatli, ileriyi doğru tahmin edebilen, güvenilen bir insan anlaşılır.

     Allah'a ulaşmayı dileyen bir kişi, fizik vücudunun baş gözü için başındaki kulak ve dili için ölüyken dirilmiş olur. O kişi bundan evvel kör, sağır ve dilsizdir. Ama Allah'a ulaşmayı dileyince Allah, baş gözündeki hicab-ı mestureyi, kulaklarındaki vakrayı ve kalbindeki ekinneti alır. O kişi böylece üç ayrı cepheden de dirilir.

     Baş gözü ve baş kulağı, bu dünya için görür ve duyar. Ama kim daimî zikre ulaşırsa onun kalp gözü ve kalp kulağı açılır. Kişi bu sefer nefsi için yani fiziğin ötesini görmek için bir defa daha hayata gelir.

     Allahütealâ, Fussilet Suresinin 33. ayet-i kerimesinde şöyle buyurmaktadır:

41/FUSSİLET-33: Ve men ahsenu kavlen mimmen deâ ilâllâhi ve amile sâlihan ve kâle innenî minel muslimîn(muslimîne).                                                                                              Allah'a davet eden ve salih amel (nefs tasfiyesi) yapan ve: “Muhakkak ki ben teslim olanlardanım.” diyenden daha güzel sözlü kim vardır?

     Yusuf Suresinin 108. ayet-i kerimesiyle Fussilet Suresinin 33. ayet-i kerimesi arasında bir illiyet rabıtası vardır. Bu ayet-i kerime, açıkça basiret üzere Allah'ı görerek, Allah'a davet etmeyi belirtmektedir. Sadece Peygamber Efendimiz (S.A.V) değil, bütün sahâbe, irşad makamının sahibiydi ve Allah'a davet ediyordu. Onlar, kalp gözleri açıldıktan sonra irşad makamının sahibi olmuşlardır. Hakk'ul yakîn kademesinde, iradelerini Allah'a teslim ettikleri noktada, basiretle Allah'ın Zat'ını görmüşlerdir.

22/HACC-67: Li kulli ummetin cealnâ menseken hum nâsikûhu fe lâ yunâziunneke fîl emri ved’u ilâ rabbik(rabbike), inneke le alâ huden mustekîm(mustekîmin).                                                                   Ve Biz, bütün ümmetler için mensek (tek bir şeriat) tayin ettik. Onlar, onunla (o şeriatle) amel ederler (etsinler). Öyleyse emrim konusunda seninle niza etmesinler (çekişmesinler). Sen, Rabbine davet et. Muhakkak ki sen, mutlaka mustakîm (Allah'a doğru istikametlenmiş) olan hidayet üzeresin.

 

Allah razı olsun.

Burhan AKSU

( Davet Allaha Olmalıdır başlıklı yazı mihrimah tarafından 25.03.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.