DAVET ALLAH’A
OLMALIDIR
Rabbimiz bizi zatına, selam yurduna,
teslime davet etmektedir. Ve nezirlerin uyarısı ile kendisine ulaşmayı
dileyenleri ise sıratı müstakime ulaştıracağını belirtmektedir.
10/YÛNUS-25: Vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu
ilâ sırâtin mustekîm(mustekîmin). Ve
Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna, Zat'ına ulaştırmayı)
dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.
Bütün Nebiler, Resuller ve Allah’ın tayin
ettiği hak mürşidler kendilerine veya cemaatlere değil, sadece Allah’ın sıratı
müstakimine ve Allah’a davet ederler. “Allah’a ulaşmayı dilemeye” davet ederler.
Çünkü bu Allah’ın sözü ve emridir.
16/NAHL-125: Ud’u ilâ sebîli rabbike bil hikmeti vel mev’ızatil
haseneti ve câdilhum billetî hiye ahsen(ahsenu), inne rabbeke huve a’lemu bi
men dalle an sebîlihî ve huve a’lemu bil muhtedîn(muhtedîne). Rabbinin
yoluna (Allah'a ulaştıran yola, Sıratı Mustakîm'e) hikmetle ve güzel (pozitif
dereceler kazandıracak) öğütle davet et. Onlarla en güzel şekilde mücâdele et.
Muhakkak ki senin Rabbin, O'nun yolundan (Sıratı Mustakîm'den) sapanları
(dalâlete düşenleri) ve hidayete erenleri bilir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) için her zaman
bir mücâdele, bir sonuca ulaşma söz konusu olmuştur. Ve Peygamber Efendimiz
(S.A.V)'in mücâdelesinde Allahütealâ: "En güzel şekilde mücâdele et! Senin
mücâdelen kırıcı, öfkelendiren, onları kötülüğe, öfkeye sevk edecek ve bu
sebeple Allah'ın yolundan kaçıracak dizaynda olmasın. Çünkü senin davetin,
Allah'a davettir. Onlara en güzel şekilde davranmalısın, onların Allah'a
ulaşmayı istemelerini temin etmelisin." buyurmaktadır.
“Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in
bu daveti, en güzel davettir ve Allah'a ulaşmayı dileyen kişiyi kurtararak,
Allah'ın cennetine mutlaka girmesini sağlayacaktır.”
Bütün ümmetler için durum aynıdır ve bir
tek yol vardır. O da sıratı müstakîm üzerinden Allah’a teslim olmaktır. Ruhun,
veçhin, nefsin ve iradenin teslim edilmesidir.
Bizim görevimiz de insanları devrin
imamına veya mürşidlerine ulaştırmak değildir. Bizim görevimiz insanları
Allah’a ruhlarını ölmeden önce kalpten ulaşma dileğine ulaştırmaktır. Bizim
vazifemiz Allah’a davettir. Allah’a ulaşmayı dileyenleri devrin imamına veya
mürşidlerine ulaştırmak Allah’ın işidir.
Hiç kimse Allah’a ulaşmayı dilemeden bütün
ayetleri önüne koysanız anlayabilmesi ve sizin idrak ettirebilmeniz mümkün
değildir. Nitekim bunu yaptığınız tebliğlerde de bizzat yaşamaktasınız. Bu
yüzden insanları Allah’a ulaşmayı dilemelerini sağlamak gerekiyor.
Peygamber Efendimiz, devrin imamları ve
mürşidlerin de görevi kendilerine çağırmak değil, Allah’a davettir. İnsanların
kalpten Allah’a yönelmelerini ve hür iradeleri ile Allah’a ulaşmalarını
dilemeye davettir.
Nebi’nin, Resul’ün ve mürşidin görevi
sadece tebliğdir. Davet nezirin kendisine, meşrebine, mezhebine veya cemaatine
değil Allah’adır.
13/RA'D-40: Ve in mâ nuriyenneke ba’dallezî neiduhum ev
neteveffeyenneke fe innemâ aleykel belâgu ve aleynel hisâb(hisâbu).
Ve
şâyet onlara vaadettiğimizin bir kısmını sana göstersek veya seni vefat
ettirsek de; artık senin üzerine düşen, sadece tebliğidir. Hesap, Bizim
üzerimizedir.
Allah'ın bütün Resulleri ve bütün Peygamberleri,
irşad makamına ulaştırdığı, iradesini kendisine bağladığı mürşidler, münkerden
nehyeden ve irfanla emreden hüviyetteki insanlar tebliğle görevlidirler.
Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in ve bütün Resullerin yaptığı şey, tebliğdir.
Aslında tebliğ, herkesin görevi olup başka bir insanın hidayetine vesile
olmanın vasıtasıdır. Herkes mutluluğu sadece iradesini kullandığı takdirde yani
Allah'a ulaşmayı dilediği taktirde yaşayabilir. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in
amcası, yeğeninin Peygamber olduğunu biliyordu. Peygamber Efendimiz (S.A.V) de
ona tebligatını yaptı ama o, Allah'a ulaşmayı dilemedi. Peygamber Efendimiz
(S.A.V) onu bu sebeple cehennemden kurtaramadı. Çünkü Peygamber Efendimiz'in
görevi; sadece anlatmak, tebliğ etmek, öğretmekti. Allahütealâ: "Sen hesap
sormak yetkisinin sahibi değilsin." demiştir. Ve Allahütealâ, Peygamber
Efendimiz (S.A.V)'e diyor ki:
28/KASAS-56: İnneke lâ tehdî men ahbebte ve lâkinnallâhe yehdî men
yeşâ’(yeşâu), ve huve a’lemu bil muhtedîn(muhtedîne). Muhakkak
ki sen, sevdiğin kişiyi hidayete erdiremezsin (onun ruhunu Allah'a
ulaştıramazsın). Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir. Ve O, muhtedileri
(hidayete erenleri) daha iyi bilir.
Allahütealâ, hesabı kiramen kâtibin
melekleri vasıtasıyla görür. Bu melekler, herkesin hayatının ve düşüncelerinin
her saniyesini üç boyutlu olarak hologram filme alırlar.
Hayat filminde fiillerle, kazanılan
ve kaybedilen dereceler arasındaki ilişki daima sıfır neticesini verir. 30
derecelik bir günah, 30 derece negatif olarak hesaba yazılır. Büyük bir hayır
işlendiğinde ise hesaba büyük bir rakam yazdırır ve o fiille kazanılan derece
birbirini sıfırlar. "Mizan" adlı bir sistem, kâinattaki bütün
muhtevayı içeren bir dizayn içerisinde kıyâmette herkese teslim edilecektir.
Düşüncelerden neler geçtiği, hayat filminde görülür. Otomatik olarak o
göstergeye göre taammüd miktarı net olarak hesaba katılıp, hiçbir hata
yapmaksızın kazanılan veya kaybedilen derecelerin sonucu gösterilir. Mizanın
gösterdiği rakamla hayat filmindeki rakam aynı rakamdır. Demek ki; kimseye kıl
kadar zulmedilmemiştir.
12/YÛSUF-108: Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ basîretin ene ve
menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne). De
ki: “Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek,
Allah'ı görerek) Allah'a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah'ı tenzih
ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.”
Basar, kalp gözünün görme hassasıdır.
Basiret ise basar hassasının görmeye başladığını yani o kişinin kalp gözünün
açıldığını, bir başka ifadeyle o kişinin ikinci defa ölümden hayata geldiğini
ifade eder. "Basiret üzere görüş" demek, "kalp gözünün basar
hassasıyla görüş" demektir. "Basiretli" deyince tedbirli,
dikkatli, ileriyi doğru tahmin edebilen, güvenilen bir insan anlaşılır.
Allah'a ulaşmayı dileyen bir kişi,
fizik vücudunun baş gözü için başındaki kulak ve dili için ölüyken dirilmiş
olur. O kişi bundan evvel kör, sağır ve dilsizdir. Ama Allah'a ulaşmayı
dileyince Allah, baş gözündeki hicab-ı mestureyi, kulaklarındaki vakrayı ve
kalbindeki ekinneti alır. O kişi böylece üç ayrı cepheden de dirilir.
Baş gözü ve baş kulağı, bu dünya
için görür ve duyar. Ama kim daimî zikre ulaşırsa onun kalp gözü ve kalp kulağı
açılır. Kişi bu sefer nefsi için yani fiziğin ötesini görmek için bir defa daha
hayata gelir.
Allahütealâ, Fussilet Suresinin 33.
ayet-i kerimesinde şöyle buyurmaktadır:
41/FUSSİLET-33: Ve men ahsenu kavlen mimmen deâ ilâllâhi ve amile
sâlihan ve kâle innenî minel muslimîn(muslimîne). Allah'a
davet eden ve salih amel (nefs tasfiyesi) yapan ve: “Muhakkak ki ben teslim
olanlardanım.” diyenden daha güzel sözlü kim vardır?
Yusuf Suresinin 108. ayet-i kerimesiyle
Fussilet Suresinin 33. ayet-i kerimesi arasında bir illiyet rabıtası vardır. Bu
ayet-i kerime, açıkça basiret üzere Allah'ı görerek, Allah'a davet etmeyi
belirtmektedir. Sadece Peygamber Efendimiz (S.A.V) değil, bütün sahâbe, irşad
makamının sahibiydi ve Allah'a davet ediyordu. Onlar, kalp gözleri açıldıktan
sonra irşad makamının sahibi olmuşlardır. Hakk'ul yakîn kademesinde,
iradelerini Allah'a teslim ettikleri noktada, basiretle Allah'ın Zat'ını
görmüşlerdir.
22/HACC-67: Li kulli ummetin cealnâ menseken hum nâsikûhu fe lâ
yunâziunneke fîl emri ved’u ilâ rabbik(rabbike), inneke le alâ huden mustekîm(mustekîmin).
Ve Biz, bütün ümmetler için mensek (tek bir şeriat) tayin ettik. Onlar,
onunla (o şeriatle) amel ederler (etsinler). Öyleyse emrim konusunda seninle niza
etmesinler (çekişmesinler). Sen, Rabbine davet et. Muhakkak ki sen, mutlaka
mustakîm (Allah'a doğru istikametlenmiş) olan hidayet üzeresin.
Allah razı
olsun.
Burhan AKSU