“BEBEKLER OSMANLI
PADİŞAHINDAN DAHA ARİFTİRLER”
Sinan, Emel ile
evleneli daha iki yıl olmuştu. Henüz bebekleri olmamıştı. İkisi de öğretmendi.
Tokat’ın güzel bir ilçesine tayin olmuşlardı. 5 ay olmuştu Niksar’a geleli.
Tayinleri Niksar’a çıktığı zaman Sinan’ın abisi Tolga, haberi alır almaz mutluluktan
uçmuştu. Çünkü en samimi askerlik arkadaşı Cengiz Niksar’da oturuyordu. Cengiz,
Tolga’nın en iyi askerlik arkadaşı idi.
Tayin haberini alır
almaz Tolga kardeşi Sinan’a demişti ki: “Bizim oğlan, tayininizin Niksar’a
çıkmasına çok sevindim. Ama asıl sevincim ne biliyor musunuz? Benim en yakın
askerlik arkadaşım Cengiz Niksar’da yaşıyor, sizleri onlara emanet edeceğim. Hiç
yalnızlık çekmeyeceksiniz”.
Sinan: “Hayatım yaa,
Niksar’a geleli 5 ay oldu ama hala abimin asker arkadaşı Cengiz abilere ev
gezmesine gidemedik ayıp oldu. Üstelik sürekli de davet ettiler, dışarıda çok
görüştük ama evlerine gitmekte biraz geciktik değil mi sence”. Dedi eşi emele.
Emel: “Haklısın hayatım,
hemen telefonla haber verelim, uygun oldukları bir zamanda ziyaretlerine
gidelim. Hem de oğulcukları Talha’yı da severiz. Zannedersem 10 aylık olmuştur”.
Sinan ertesi gün Cengiz’leri
aradı ve taleplerini iletti. Cengiz: Ee valla yavaş yavaş gücenmeye başlamıştık
geciktiğinize. Hemen yarın bekliyoruz uygunsanız, cevabını verdi.
Sinan ile eşi Emel en
güzel elbiselerini giydiler ve Cengiz abilerine doğru yola koyuldular. Yolda Talha’ya
küçük bir hediye, eve de kuruyemiş almayı da unutmadılar tabi. Henüz arabaları
yoktu. Toplu taşıma aracı ile gelip abilerinin evlerinin önünde indiler. Emel daha
çok oğulları Talha’yı merak ediyordu. Çünkü daha hiç görmemesine rağmen
anlatılanlardan epeyce bilgi sahibi idi.
Apartmanın kapısında
Cengiz beyler heyecanla misafirlerini bekliyorlardı. Sarmaş dolaş oldular hızlı
bir hoş beşten sonra asansöre binip 4. Kata çıktılar.
Evin hanımı Dilek,
tebessümle misafirlerini karşıladı ayaklarına terlik verdi. Salona ilk giren
Sinan oldu, bir de ne görsün: Evin Şehzadesi Talha’cık üçlü koltuğa tırmanmaya
çalışıyor ama bir türlü çıkamıyordu. Sinan’ın bütün yardım duyguları kabardı ve
hiç tereddüt etmeden Talha’yı koltuk altlarından tutup: “hooop amcasının
şehzadesi, çıkamamış mı koltuğa” diyerek, hızla havaya kaldırıp yaylandırarak
kolduğun tam ortasına koydu. Koydu ama bir de ne görsün: Talha’nın kaşları
çatılmış, oturduğu koltuğa sıkıcı yapışmış, çok anlamlı bir şekilde Sinan ve
Emel’e bakıyordu.
Talha adeta diyordu ki:
“Siz kimsiniz? Ben sizleri tanımıyorum? Annem babam da yoklar. Benden izin
almadan niçin beni kucaklayıp, kaldırıp, korkutup buraya koydunuz? Ben sizden
böyle bir talepde bulunmadım ki. Ben kendim çıkacaktım ve başarmanın keyfini
yaşayacaktım. Epeyce çaba sarfetmiş ve çıkmama çok az bir zaman kalmıştı. Zaten
yardıma ihtiyacım olsaydı, annem veya babamdan yardım rica ederdim. Ama ben
kendim çıkmayı, başarmayı ve biraz daha büyüdüğümü anne-babama ispat edip,
onları sevindirecektim. Benim bütün amaçlarımı, duygularımı, başarma güdülerimi
ve özgüvenimi yerle bir ettiğinizin farkında mısınız? Size öğretmen okulunuzda
empati yapmayı öğretmediler mi? Kendi kendime koltuğun üzerine çıktığım zaman,
anne-babamı çağırıp göğsümü gere gere: “Anne-baba, gördünüzmü kendi kendime
koltuğa çıktım, diyerek onlardan aferin ve maşallah alacaktım”.
Genç öğretmenlerimizin
tecrübesizlikleri başlarına neler açmıştı. Demek ki öğrenecekleri daha çok
nitelikli bilgi vardı. Üstelik öğrenilen teorik bilgilerin bir de pratikte başarı
ile uygulanabilme sorunu vardı.
Rahmetli anacığım derdi
ki: “Beşikteki bebek Osmanlı Padişahından ariftir”.
Gerçekten bilinçaltılarının
yardımıyla, bebekler daha anne karnında büyüklerin hissedemedikleri, ama
hissetmeleri gereke bir çok gerçeği yaşamaya başlarlar. Mesela: Hamile annenin
yediği yemeklerden dahi, bebeğin bir çok konuda etkilenmesi gayet doğaldır. Genç
anne-babaların bunları doğru okuyabilmeleri gerekir.
Sinan öğretmen Talha’ya,
bu iyi niyetli davranışı ile güya yardımcı oldu. Ama Talha açısından bakıldığı
zaman, onun öz güveni yerle bir edildi. Tanımadığı insanlar tarafından tam
başarmak üzere olduğu bir eylemin ucuna gelmişken; “Talha’ya (onun anlayacağı
dilden); sen bu işi başaramayacaksın, daha küçüksün” demiş oldu Sinan öğretmen.
Halbuki Talha’cık bu ezikliği kabul etmiyor, ben kendim çıkıp başarmanın
keyfini çıkarıp anne-babamdan maşallah alacaktım, eğer çıkamayacak olsaydım
sizlerden değil, anne-babamdan yardım isterdim diyordu bakışlarıyla…
Talha’cık kısa bir süre
çatık kaşlarla Sinan ve Emel öğretmenlere hesap soran bakışları fırlattıktan
sonra, salonda henüz anne-babayı da göremeyince bütün gücüyle bastı feryadı. “Anne-baba
neredesiniiiiizzz? Bu insanlar kim? Dost mu düşman mı? Niçin gelip bana
yardımcı ve destek olmuyorsunuz? Diye canının yettiği kadar bağırarak ağlamaya,
yeri göğü inletmeye başladı. Tabi Sinan ile Emel’in içinde bulunduğu durumu
tahmin etmek zor değil. “Vallahi bir şey yapmadık! Koltuğa çıkamıyordu,
çıkmasına yardımcı olduk. Ama henüz yeterince tanışmadığımız için bizi yabancı
belledi galiba…
Yaaa, onlar Osmanlı
Padişahından daha ariftirler sözü boş değil, rahmetli anacığımın. Daha anne
karnında iken onlar artık bir birey. Hakları var. Düşünceleri, niyetleri,
amaçları, eylemleri, beklentileri, sesleri, çığlıkları vb. leri var. Onları her
yaşta hakkıyla anlayabilecek ve ona göre en kaliteli davranış modellerini
uygulayabilecek, aynı zamanda pedegog, psikolog, davranış bilimci de olmak
zorunda olan uzman büyüklere ihtiyaçları var.
Onların adına peşin
peşin düşünüp hiç onlara danışılmadan uygulamaya konulan (iyi niyetli dahi
olsa) eylemler, görüş ve düşünceleri alınmadığı, hakkıyla empati yapılamadığı
için, onlara yüksek kaliteli değer verilmemiş anlamına gelir.
Bebek-çocuk eğitimi
için yalnızca anne-baba olmak, büyük olmak, tahsilli olmak yetmiyor. Evvel emirde
onları anlamak, dinlemek, nasıl yaklaşılacağını iyi bilmek, onlara değer
vermek, özgüvenle teçhiz etmek gerekiyor.
Selam, sevgi ve
dualarımla. Allah’a (cc) emanet olunuz.
5 Mart 2018. Saat:
22.30. Antalya
Yrd.Doç.Dr.Süleyman COŞKUNER
Kaliteli Yaşam Uzmanı