Önsöz

 

  Bugün Türkçe konuşan bir çok ülke vardır.  Ancak, bir araya gelip konuşmalar ve paylaşımlar yapılsa, anlaşılmayan ve farklı kullanılan bir çok kelime ortaya çıkmaktadır. Orta Asya’dan dağılan Türklerin, bulundukları coğrafyada yaptıkları savaşlarla, esaret altındaki farklı ülke dilleriyle ve dinleriyle yaptıkları paylaşımları sonucu asırlar geçtikçe dillerine yabancı kelime girmiş ve kullandıkları dilleri erezyona uğramıştır. Kullandıkları alfabeler de değişmiştir. Oysa, yaşam kültürü olarak hala benzerliklerimiz bulunmaktadır. Günümüzde, Türkçeye en yakın dil Azerbeycan dilidir.  Gelişen coğrafyada, ortak faydaları oldukça fazla olan ve aynı ırktan olan bu topluluğun, güçlenmesi ve birlikte hareket ederek süper güç haline gelmesi için yeniden aynı ortak dile dönmenin bir yolunu bulmanın gerekliliği aşikârdır. Türkler ortak kimliği ile bulacakları bu ruhun doğuşuyla, yirmi birinci asırda birlik ve beraberliklerini perçinleyerek, Türk Birliğini kurabileceklerdir.  


…/

 

Dil iletişimdir.  İletişim ihtiyacımız bebeklikten ölene kadar devam eder. Genellikle konuşarak iletişim kurarız. Yalnızca bebekler derdini konuşarak değil, ağlayarak anlatır. Ağlamak, bir nevi beden dilidir. Annelik hissi, bebeğin derdinin ne olduğunu anlamaya yeterlidir. Ancak, biz konuşmayı öğrendikçe, konuşmalarımız anlam kazanmaya başlar. Ağzımızdan çıkan sözün ne olduğunu ve gayemizin doğru anlaşıldığının farkına varmaya başlarız. Başlangıçta, hedefe varamayışımızın sebebi, doğruyu öğrenmek ve ona göre davranmayı becerebilmek içindir. Örneğin, çikolata yemek isteriz, eğer bize yedirilmezse bunun manası dediğimizin anlaşılmadığı değil, o çikolatayı yersek kendimize zarar vereceğini anlamaktır. Neyi en doğru isteriz detayını iyice öğrendikten sonra, dilimiz anlaşılır olur ve güzelleşir.

 

Dil çocuk dilinde emekler, büyür

İster hayrı söyler isterse küfür!

 

Dil bu ergenliği aştığında, kendi kendini geliştirmeye başlar… Şarkı söyleme-dinleme, oyun oynama, dinlemeyi öğrenme, lider olma, kitap okuma-anlama… Gibi toplum kültüründe geçerli olan hareketliliği yaşamında benimsediği dil söylemi ile olgunlaştırır. Ağzından çıkan her sözcüğün ya da hareketinin manasının ne olduğu herkes tarafından bilinir. Örneğin, kişi, gelin namaz kılalım, birimiz imam olsun dese; etrafındaki herkesin namaz kılmaya hevesli bir topluluk olduğu gerçeği aşikârdır. Konuşulan dilden anlaşılan, en doğru şekilde ibadet etmeye gönüllü bir topluluk olduklarıdır…

 

Ergen dilde artık kapanır kapılar

Oturur yerine değişmez yargılar!

 

Başka bir toplumda kullanılan dil de farklıdır, uygulaması da… Örneğin İslamdan başka dinlerde, hayvanı boğarak öldürmek ve kanıyla etini yemekte problem yoktur. Oysa İslam dininde, ilk önce Allah adına tekbirler getirilir, çünkü hayvan Allah rızası için kesilir ve yenir, sonra da hayvana eziyet etmeden,  kanını tamamen akıtarak hayvan kesilir, parçalanır ve yenir. Hayvanı kesen 2 rekat şükür namazı kılar. Hatta kurban için sene de bir olmak üzere bayram vacip kılınmıştır. Allah için kesilmeyen kurban yenilmez, haramdır. Eğer tekbir getirerek kurban kesiliyorsa, o kişinin Müslüman olduğunu dilinden çıkan tekbir ile teyit edilmiştir.  

 

Her ülkenin kabulü farklı farklıdır

Aynı eylemdir fakat niyet saklıdır!

 

Dilin zenginliği teknoloji ile gelişir. Her yeni icat ya da toplumsal benimseme dile yeni kelimeler katar. Aynı ülkede yaşayıp, hiç evden çıkmayan, sosyal medyayı kullanmayan ya da kırsal alanda yalnız yaşayan birisi yeniden toplum içine girse, onun anlattıkları belki delice ve gülünecek bir ortamı yaşatır. Oysa söyledikleri oldukça doğal ve paylaşıma açıktır. Ancak, artık onun kullandığı dil değişmiştir. Toplum, Şalvar giymeyi unutmuş, başa sarık sarmak ayıplanır olmuştur. Erkeğin şalvar giymesi ve sokakta böyle gezmesi artık kabullere göre komik gelmektedir. Şalvar ile gezen kişiye çevresindeki insanlar, “Sen geri kalmışsın, dön yaşadığın ine, ne bu çağ dışı giysiler, hala senin gibiler varmış demek ki!” der hale gelmişlerdir. Artık toplum giyim tarzını gelişmiş ülke insanına uydurmuş, takım elbise giyer olmuş ve kravat takmaktadır. Böyle giyinmeyen ise, içindeki ilmine ve aklına bakılmadan gerici sayılmıştır. Toplumda gelişen teknolojiyle, çağdaş yaşam dedikleri kabullerin sonucunda dile yabancı kelime katılmıştır ve o kelimeler insanı değiştirmiştir, doğal olarak kimliğini de…

 

        Tüfek icat oldu mertlik bozuldu

        Eğri kılıç kında paslanmalıdır!

 

Dil, aynı kültürü yaşamaktır bu anlamda… Görüntüyle, konuşmayla, tavır ve hareketle süslemektir yazılan şiirde, romanda… Çizilen resimle, çalınan müzikle, söylenen şarkıyla! Yurdun hangi köşesine gidersek gidelim, bizi yadırgamayan ve benimseyen toplulukla karşılaşmaktır. Düğünde dillenen türkülerle halay çekilir, dillendikçe söz coşkuyu artırır. Bir ölü varsa, ağıtlar yakılır, dillenen sözcükler çaresizlikle dökülür. Bazen geleneklerin bozulduğu sisteme sitem vardır sözlerde, “Geçti Bor’un pazarı sür eşeğini Niğde’ye” gibi…Erken kalkan erken yol alır misali, çalışma ve üretme yeteneğinin kimliğini deşifre eder, bu deyişle!  

 

Gelenek dile yansır

Yaşamda nasırlaşır!

 

Dil sevgidir de.  O ülke içinde insana duyulan sevgi olduğu için insanlar birbiriyle iyi anlaşır, duygudaşlık yapar, birbirini kırmadan, kusur aramadan paylaşır. Birbirine selam verir, aynı nezaketle selam alır. Eğer anlamadığı bir söz ya da kelime olsa, ne manayı kastettiği sabırla sorulur. En doğruya ve ortak noktaya sevgiyle varılır. Sevmek dilde sabır ve tahammülü öğretir, kavgayı ve savaşı ret eder.

 

Nağmeler sıralanır dil dökülür

Anlatıncaya kadar bel bükülür!

 

Dil aynı zamanda yaşanılan coğrafik şartların da insan üzerindeki etkileri çoktur… Havanın soğuk ya da sıcak oluşu, depremin ya da fırtınanın panik ve korkuyu yayması, yeşil alanın toprağı sıkıca sarması gibi nedenler kullanılan dili de etkiler. Sıcakta yaşayan insanlar sıcakkanlı ve neşeli olur, sözcükleri de şaka doludur. Soğukta yaşayan insanlar sinirli, kaba ve gerçekçi olabilirler ve kullandıkları sözcüklerde buna göre şekil alır. Sıcakta yaşayan insana göre soğuk bölgelerde yaşayan insanlar için belki de kaba tabiri kullanılabilir. Bir başka örnek olarak, çöl görmeyen insan kumun yakışına yakarılan sözcüklere yabancıdır. 

 

Yağmur yağıyor seller akıyor

Arap kızı da camdan bakıyor!

 

Dil inancın simgesidir de! Dinimizi ne kadar detaylı ve samimi yaşıyorsak, kullandığımız kelime dağarcığı da o derece artar. Mekke’ye giden bir köylünün ezanı duyunca, “Burası bizim memleket mi, aynı ezan okunuyor ya!” dediği gibi. Yaşamın her anına giren din, kullanılan ortak dil ile kişi ve toplum üzerinde huzur ve mutluluğu artırır. Allah’ın selamını verirken, o selamı alanda aynı şekilde cevap verir. Kişi dinsel kelimeleri seçip konuştukça, hangi dinden olduğu hemen anlaşılır.  Bu konuşma içinde, bu kişi şu dindendir denilebilecek kadar açıktır kimliği. Bu yüzden de hangi dindensin diye sorulmaz.

 

Din, dilde olur tefekkür

O kimlikte eder şükür!

Dil, kişinin hangi ırktan olduğunu, hangi yörede yaşadığını, hangi gelenekleri benimsediğini de belirler… Karadeniz bölgesinden birisi “Ula da! “ der. Anadolu’da yaşayan birisi, “Gadasını aldığım!” der. Erzurumlu birisi, “Dadaş!” ile kardeş olur. Elazığlı birisi, kardeş, ağabey, amca, kendini bilen yiğit, mert, delikanlı demek olan “Gakkoş!” olur.  Kişi her yöreye gittiğinde, bu sözleri duyduğunda veya o yörede kendisine bu hitap kullandığında anlar ki, “Kardeşim!” demektedir. Kişi, bu yüzden Erzurumludur, Elazığlıdır, Karadenizlidir, Kayserilidir. Yöresel değişikler olsa da, birbirimizi kolayca anlar ve içtenlikle paylaşırız.

 

Dil, harmandalı çektirir… Böbrek taşını döktürür!

Diyecek laf olmazsa çaresiz diz çöktürür!

Dil, ağzımızdan çıkan söz, bağırma tonu ile kişiyi temsil eder, hatta hayvanları da… Bir havlama sesi duysak, arkamıza bakmaya gerek yoktur, biliriz ki o köpektir. Bir “Mööö!” sesi duysak biliriz ki o inek ya da öküzdür… Bize seslenen sesin tonu, bağırışı, yumuşaklığı ve sergilediği dil zenginliği o kişiyi tanımamızı sağlar. O kişinin kullandığı kelimelerde, kendine has kişiselleşmiş ses tonu mevcuttur. Dilden çıkan söz onu temsil eder, tanıtır. Kapı çalar “Kim o?” deriz. Gelen sesi tanır, “Ha sen miydin falan…” der kapıyı güvenle açarız.  

 

Konuştuğun sözleri belleğime not ettim

Bu şekilde tanıdım seni, dostluk kat ettim!


Dil, teknoloji, sevgi, yaşam kültürü, ırkıyla, diniyle ve coğrafik şekilleri ile kendini geliştirme imkânı bulur, insanda gelişir ve değişir. Kişi dil dağarcığıyla kimliğini ortaya koyar ve toplumda kendini sergiler. Bu da o ülkede yaşayan insanların ortak diliyle tescillenen kimliğidir. Ne yazılır, ne kazılır ne de ayrılır; dile düşen izleri toplumun izdüşümüdür. Kişi yaşadığı çevrede, “T.C.” ile değil, diliyle tanınır. Falan kibar dilli, falan küfür dilinden düşmeyen, falan dilinde laf alamadığınız kişi gibi!


Ben Türküm, Müslümanım ve Osmanlı torunuyum, dediğimde herkes benim Türkiye’de yaşayan ve onun bir vatandaşı olduğumu anlamıştır.


Saffet KURAMAZ



( Dilimiz Kimliğimizdir başlıklı yazı safdeha tarafından 17.01.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.