İlçemizdeki kültür ve yardımlaşma derneğimizi haftada
bir ya da iki kez ziyaret ederim. Arkadaşlarla selamlaşmak, gazete okumak, çoğu
kez de uzun uzun sohbetlerle hemşerilerimle iletişimi sürdürmek adına zamanın
akışına kürek çekeriz.
Geçen
hafta yaşı hayli ilerlemiş emekli bir öğretmen ağabeyle sıladan, sıladaki
köylerimizden anlatarak söze daldık. Köy okullarının durumunu irdeledik.
Öğretmenim bir zamanlar her köyünde ilkokulu olan ilçemizde sadece üç okulun
açık olduğunu söyledi.
“Şavşat’ın
içinde, Köprüyaka Köyünde ve birde Meydancık beldemizde birer adet ilkokulda
eğitim-öğretim sürdürülüyor.”
Öğretmenimizden bu gerçeği duymakla hem
şaşırdım hem de aşırı üzüldüm. Hastalığına teşhis konan bir hastanın başka bir
doktordanda aynı teşhisi duyup üzülmesi gibi bir üzüntüydü benimki.
Okullarımızın kapalı olduğunu biliyordum. Lakin aynı acı gerçeği bir kez daha
duymak ruhumu yaraladı. Deneyimli öğretmenimize sordum:
“İlçemizin
ortalama beş yüz haneli Pınarlı Köyü’nde de mi okul kapandı?”
“Evet,
ilçemizde en son Pınarlı’daki okul geçen yıl kapandı!”
Oysa
birkaç yıl önce duymuştum. Pınarlı’nın muhtarı son yıllarda yeni doğan her
çocuk için anneye bir çeyrek altın hediye ediyormuş. Muhtar köyün kurulu düzeni
bozulmasın, nüfusu azalmasın istiyormuş. Sonuç hüsran. Demekki o büyük köyde de,
yıllar önce açılan ilk ve orta okulun faal olması için çocuk nüfusu yeterli
olamamış!
İlimiz
Artvin’in her ilçe ve beldesinde cumhuriyetin ilanı ile birlikte okullaşmaya
büyük önem verilmiş. Yurdumuzun kuzey-doğusunun en uç kısmında Gürcistan ve
bulutlara komşu olan ilçemizin köylerine yol gitmeden önce okullaşma
faaliyetleri başlamış. Genç cumhuriyet benim doğduğum dağların diplerinde
kurulu bin üçyüz metre rakımlı köyüme 1930 yılında okul açıp, öğretmen
göndermiş.
Artvin’de
1950’li yıllarda okullara devam sorunu çözülmüş kız-erkek tüm çocuklar okullu
olmuşlar. Yanan bir mumun çevresini aydınlatması gibi öğretmenlerimiz
köylümüzün aydınlanmasında büyük hizmetlerde bulunmuşlar. Öğretmen ışıktır
karanlıkları aydınlatan. Bir liderdir; cehaletle yapılan savaşta bayrağı en
önde taşıyan. Bu algı köylülerimizce itirazsız kabul görmüş…
Öğretmen-muhtar-imam üçlüsü devletin yurt
sathındaki en uç yerleşim yerlerindeki temsilcileridir. Kaynayan kazanların
altında üç ayaklı bir sac ayağının üç ayaklı olmasının önemi kadar büyükse köylerde
işlerin düzgün yürümesi için devleti temsil eden öğretmen-imam-muhtar üçlüsünün
önemi de aynı oranda önemlidir.
Köylerimizde
bu düzen bozuldu. Sacın en önemli ayağı yok oldu. Köylerimizin kimyasını,
fiziğini bozan iç göç nedeniyle köy okulları tamamen kapandı. Öğrencilere a, b,
c’yi öğreten, köy sorunlarında söz sahibi olan öğretmenlerimiz yok artık
köylerde.
Düzgün kılık-
kıyafetleriyle, örnek davranışları, özenli konuşmaları, her halleriyle
öğretmenler köylerde birer aydın kişilerdi. Biz köy çocukları ütülü takım
elbise, kravat gibi giysi ve aksuvarları ilk kez öğretmenlerimizde gördük.
Biraz
gerilere gideyim. İlçemizde ortaokul yıllarım. Öğlen paydosu oldu. ilçenin tek
caddesinden yürüyerek oturduğum eve gidiyordum. Cadde boyunca genelde takım
elbiseli, kendinden emin adımlarıyla yürüyen adamlar gördüm. Şaşırdım birden.
İlçede çoğunlukla ayaklarında lastik ayakkabılı, üzerlerinde yıpranmış elbiseli
gün yanığı kırış kırış yüzlü insanlar görürdüm. Kim bu öz güvenli yürüyen
adamlar diye merak ederken; ilçeye mesleki toplantıya gelen köy
öğretmenleriymiş bu beyler…
Şimdi
ilçemiz sokaklarında o güzel insanların esamesi okunmuyor artık. Köylere daha
motorlu taşıt girmeden yolsuz, ışıksız, susuz köylerimize ilk kez öğretmenler
girdi. Bilgi birikimleriyle yüz yıllarca karanlıklar ve cehalet içinde yaşayan insanlarımızı aydınlatma çabası
içinde oldular.
Köylerde kar yolları
kapadığında hastahaneler ulaştırılamayan hastalara doktor oldular. İğne
yaptılar. Sağlık kurallarını öğrettiler küçük-büyük köy halkına.
Asker
mektuplarını okudular. Gelen mektuplara cevap yazdılar anne-babaların dilinden.
Genç kuşakların ileride daha rahat yaşamaları için çocukların ilkokuldan sonra
da okumalarrı için büyük çabalar harcadılar. Onları okumaya yönlendirdiler.
Çocuklarını okula göndermek istemeyen babaları ikna ettiler.
Elleri öpülecek idealist duygular taşıyan bu
öğretmenler sayesindedir ki, Artvin yıllarca ülkemizde eğitim-öğretim yönünden
sürekli ilk sırada yer aldı.
Doğup
büyüdüğüm köyümde beş sınıflı ilkokulumuzda yaşamımın en mutlu yıllarını
yaşadım. Aynı köyün çocukları bir taraftan çok sevgili öğretmenimizle ders
işlerken okulumuzun geniş bahçesinde bitmesini hiç istemediğiniz nice güzel
oyunlar oynardık.
İlkbahar
geldiğinde komşu köylerin okullarıyla birlikte yaptığımız kır gezilerini,
yemyeşil çayırlarda doğanın tam merkezinde olmanın ruhlarımızda bıraktığı hazzı
günümüz şehir çocuklarının tatması ne mümkün!
Dağların
yamaçlarından esen serin yeller, kuş sesleri “tepeden tırnağa çiçek açmış
ağaçlar” bir başka güzeldi ilkokul yıllarımızdaki kaygısız günlerimiz.
Uzun kış
gecelerinde sınıf kitaplıklarından
edindiğim kitaplar yalnızlığıma derman olurdu. Hala anımsarım, yaşamımda
ilk romanı başöğretmenimizin (50’li, 60’lı yıllarda okul müdürü baş öğretmen
diye adlandırılırdı) kurduğu köy
kütüphanesinden alarak okumuştum.
Evet,
başöğretmenimiz köyümüzdeki okullu öğrenciler ve kitapsever insanlarımızın
katkılarıyla oldukça zengin bir köy kütüphanesi kurmuştu. Köyümüzde her yıl
piyesler oynanırdı. Öğretmenlerimiz, ortaokulda okuyan ağabeylerimiz ve köy
delikanlıları piyeslerde rol alırladı. Biz ilkokululara da piyeslerin perde
aralarına şiir okumak görevi verilirdi.
1960’ların
sonlarından başlayarak 70 ve 80’li yıllarda tüm yurdumuzun diğer bölgelerinde
yaşandığı gibi il ve ilçemizde de yaşanan iç göçlerle köylerimiz neredeyse
tamamen boşaldı. Dağlar, kırlar, evler ıssız kaldı. Okullar kapandı. Bir çok
köy okulu ilgisizlikten tarumar oldu. Çatılarında geceleri baykuşlar ötüyor.
Yaz
günlerinde doğup büyüdüğüm, başımda
kavak yellerinin estiği ilk gençlik yıllarımı yaşadığım köyüme giderim. Köyde
ilkokulumu ziyaret etmek bir kutsal görev olmuştur benim için. Okulun
bahçesinde dolaşmak, çerçeveleri eskiyip dökülmüş, camları kırık okulumu
görmekle hüzünlenirim.
Bahçede
dolaşırken bir an çocuklık günlerimi anımsar iki yüzün üzerindeki akranlarımın
seslerini duyar gibi olurum. Öğretmenlerimin okulun bahçesinde oturup sohbet
ettikleri anlar bir resim karesi gibi hayalimde canlanır. Tekrar yaşadığım ana
döndüğümde yalnız olduğumun hüznüyle yavaş yavaş boynu bükük okul sahasından
uzaklaşırken köyümün, köylerimizin öğretmensiz, ışıksız kalışının ruhumda
oluşturduğu onanmaz rahatsızlıkla nasıl baş edeceğimin çaresizliğiyle karşı
dağlara yansıyan güneşin altın ışıkların seyrederek efkâr dağıtırım...