ÜÇ  KORE  SAVAŞI  GAZİSİ  VE  ÜÇ  AYRI  AYLA  OLAYI---1. BÖLÜM ---

Bugün  sizlere  üç  Kore  Gazisinin    ve  üç  ayrı  Ayla'nın  öykülerini  anlatacağım.

Önce  Gazileri  tanıyalım

Bunlardan  birincisi Selahattin  Özakar,  İkincisi  Süleyman  Pulat  ve  üçüncüsü  ise  Süleyman  Dilbirliği'dir.

Süleyman  Dilbirliği  ismini görünce  heyecanlandığınızı  tahmin  ediyorum.  Evet,  bir kaç  gün  önce (  7  Aralık  2017 )   91  yaşında  vefat  eden Kore  Gazimiz...  Onu  ''Ayla  ''  filmi  sayesinde  tanıdık ve  çok  sevdik.  Hikayesinin  filmi  olan  ''Ayla''   Türkiye'de  izlenme  rekorları  kırdı.  Ancak   diğer  gazilerimizi  yani  Selahattin  Özakar  ve  Süleyman  Pulat'ı  tanıyan  ya  da  hatırlayan  çıkacağını  pek  sanmıyorum.


Şimdi  de  Ayla'lara  geçelim

Birinci  Ayla,  Kore  Gazisi  Selahattin  Özakar'ın  özbe  öz  kızı  Ayla  Özakar'dı
İkinci  Ayla,  Kore  Gazisi  Süleyman  Pulat'ın  Kore'de  himayesine  aldığı ve  babalık  ettiği  ama  hiç  bir  zaman  Ayla  adını  vermediği  bir  kızdı.  Şimdiki  adı  Ço  Min  Ja  idi  ama  Süleyman  Pulat  ve  arkadaşları  ona  Seul  adını  vermişlerdi.
Üçüncü  Ayla'yı  artık  tanıyoruz.  Kore  Gazisi  Süleyman  Dilbirliği'nin  yine  Kore'de  tanıdığı  ve  himayesi  altına  aldığı ,  gerçek  anne  babasının  hangi  adı  verdiğini  bile  bilmediğimiz  ama  bugünkü  adıyla  Eunja Kim,  Süleyman  Dilbirliği  ve  arkadaşlarının  verdiği  isimle  Ayla..

Şimdi  I.  Ayla'nın  hikayesi  ile  başlayalım.

Rahmetli  Selahattin  Özakar,  Bir  Kore  savaşı  gazisiydi.  Kore'de  pek  çok  Türk  askeri  gibi  o  da  kahramanca  savaşmış,  üstün  başarılar  göstermiş  ve  sonunda  sağ  salim  ülkesine  dönmüştü.

İstanbul'da  yaşayan  Selahattin  Özakar'ın  Kore  Savaşından  sonra  1955  yılında  bir  kız  çocuğu  dünyaya  geldi  ve  adını  Ayla  koydular.

Ayla'nın  hikayesi  9 Ekim  1961  tarihinde  başladı.  Yani  Ayla  henüz  6  yaşındaylen...  Aynı  tarihte  ben  de  7  yaşındaydım  ve  Ayla  olayını  hayal  meyal  de  olsa  hatırlıyorum.  Çünkü  bütün  Türkiye'nin  gündemine  oturmuştu.  

Bundan  sonrasını  tamamen  alıntılıyorum:


Selahattin Bey, yarı baygın haldeydi. ‘Bana telefon vermeyin, konuşacak halde değilim’ dedi. Ağabeyi ısrar etti; ‘Sivas valisi arıyor, ayıp olur. Buldukları kız da yanındaymış’ diyerek uzattı telefonu.Önce valinin ‘Ayla yanımda. Seninle konuşmak istiyor’ dediğini duydu acılı baba, ardından da küçük bir kızın sesi geldi ahizeden. ‘Baba ben Ayla’yım, seni çok özledim.’

Ahizeyi yere fırlatmasıyla arkasına dönüp ellerini pencereye vurması bir oldu. Camlar yere inmiş, sağ elinden oluk gibi kan akıyordu. O ise akan kana bakıyordu şaşkın bir halde. Oysa o sabah Sivas’tan müjde verildiğinde umutlanmıştı. Haber bu kez ciddi görünüyordu. 

Yıldırım baskılar yapmış, ‘Kayıp kız Ayla Sivas’ta bulundu’ manşetleri atmıştı gazeteler...Saatlerce heyecan içinde bekledikten sonra telefonda o kızın sesini duyunca yıkılmıştı Selahattin Bey. Beklediği ses değildi işittiği. Nitekim ertesi gün polis Sivas’tan getirdi küçük kızı. Ayla ile ilgisi yoktu. Yine birileri oyun oynamıştı belli ki...

Baba Selahattin Özakar’ı yatağa düşüren olaylar zinciri, 9 Ekim 1961’de eşinin bir telefonuyla başlamıştı; Ayla kayboldu acele gel.’

Küçük Ayla, hemen hergün evlerinden 100 metre kadar ilerdeki bakkala gider bisküvi, çikolata, sakız gibi şeyler alır dönerdi. O gün de annesinin verdiği 10 lirayla bisküvi almak için bakkala gitmiş ama bir daha dönmemişti.Bakkal, Ayla’nın bisküvi alıp çıktığını söylüyordu. 

Selahattin Bey, hemen polise haber verdi. Karakollar, hastaneler, akla gelen her yer arandı sabaha kadar. Hiçbir iz bulunamadı. Kaçırılma ihtimali üzerinde duran polis, bakkalı, onun çırağını, civardaki inşaat işçilerini tek tek sorguladı. Sonuç yine kocaman bir sıfırdı.Bunun üzerine Selahattin Özakar, tek kişilik bir savaşta başrol oyunculuğu üstlendi. Binlerce broşür bastırarak Türkiye’nin dört bir yanına gönderdi. Ayla’yı bulana 20 bin lira ödül vereceğini ilan ediyordu. O günlerde İstanbul’da bir daire alınabilecek miktardı.Ardından neredeyse ‘Ayla’yı bulana ödül kampanyası’ başladı. Ödül miktarı Ayla ile uzaktan yakından ilgisi olmayan insanların açıklamalarıyla büyüdü. Bir vatandaş altı kamyonundan birini, bir müteahhit yaptığı apartmanın bir dairesini, bir esnaf ise buzdolabı vermeyi taahhüt ediyordu. 

Ayla için şarkılar yazıldı, Ayla cikletleri, Ayla karamelaları bile çıkarıldı. Dönemin ünlü çocuk yıldızı Ayşecik, Ayla’ya mektup yazdı. Fahri dedektifler, hocalar, büyücüler, falcılar, ruh çağıranlar bile devreye girdi. Herkes elinden geleni yapma gayreti içindeydi.Öyle bir hava oluşmuştu ki, Ayla bulunsa Türkiye, bayram yapacaktı. 

1961’in Türkiyesi, çok farklıydı. 6 yaşındaki kayıp bir kızla ilgili haberler, günlerce gazetelerin manşetinden verilebiliyor; Emniyet Teşkilatı alarm durumuna geçiyor; İçişleri Bakanı, Meclis, kısacası bütün Türkiye ayağa kalkabiliyordu. Böyle olunca da Anadolu’nun dört bir yanından haber yağıyordu, ‘Ayla bulundu’ diye.

Gece gündüz, özel polis ekipleriyle birlikte ihbarların peşinde koşan Selahattin Bey, yorulmuş, sinirleri harap olmuştu. 

Bir gün postayla gelen yığınla mektubun arasında büyük bir zarf dikkatini çekti. Açtı, içinden küçük bir not ve düzgün çizilmiş bir kroki çıktı. Kadıköy tarafında bir evin adresini veren ihbarcı, ‘Bu adrese gidin Ayla tavan arasında’ diyordu. Ayla bulununca krokinin aslıyla birlikte gelip 20 bin liralık ödülünü alacaktı, öyle yazmıştı.Polis, mektubu ciddiye aldı. Selahattin Bey de polis ekipleriyle birlikte yola çıktı. Evde kimse yoktu, çilingir açtı kapıyı. Ayla yoktu ama tavanarası kolilerce kaçak sigara ve viski doluydu. Düşmanı olduğu kişinin kaçak sigara ve viskilerini yakalatmak isteyen bir kendini bilmez, kızını arayan bir babanın acısını düşünmeden polisin dikkatini çekmeyi başarmıştı.

Ayla olayı, İngiltere’de bile yankılandı. Daily Mirror Gazetesi’nden John H.Dawidson adlı muhabir, İstanbul’a gelerek konuyu araştırdı. Dawidson, olayı yazmakla kalmadı. Ayla’nın paltosunu, İngiltere’de pek çok faili meçhul olayı aydınlattığı söylenen Hary Edwards adlı medyuma götürdü. Medyumdan aldığı adresleri İstanbul’a gönderdi. Ancak o adreslerden birşey çıkmadı.

Birgün telefon çaldı yine. ‘Ayla’nın yerini biliyorum. Polise söylemeden Levent durağına gel’ diyordu genç bir erkek. Cinayet masasına haber verdi. ‘Gidebilirsin’ dediler. Onlar gizlice takip edeceklerdi. Otobüs durağına zamanında gitti Selahattin Bey. Yarım saat kadar sonra 30 yaşlarında birisi girdi arabaya. ‘Ayla’nın yerini biliyorum. 10 bin lira verirsen söylerim’ dedi. Yanında o kadar para yoktu, büroda verebileceğini söyledi. ‘Pekala gidelim’ dedi adam. İnanmıştı. Büroya doğru yola çıktılar. Nereden çıktılarsa tam büronun önünde iki polis aracı yanlarında durdu. Dört polis, adamı karga tulumba büroya götürdüler. Cinayet masası şefi olan başkomiser tanıyordu ihbarcıyı. Adı İhsan’dı, zaman zaman polise ispiyonculuk yaparak yolunu bulan işsiz güçsüz biriydi. ‘Ayla, Gültepe’de bir evde’ diyor, yemin billah ediyordu. İhsan, ‘Komiserim çocuk çingene Osman’ın elinde’ deyince polis arabaları, Gültepe’ye hareket etti hızla. Eve yapılan baskında sadece yaşlı bir çingene kadın buldular karşılarında. Aradıkları çingene Osman’ın annesiydi. Oğluna beddualar yağdırdı kadın, ‘ Oğlum Taşlıtarla’ya gitti. Yanında ufak bir kız çocuğu vardı’ dedi. Hatta adresi de tarif etti. Taşlıtarla’ya giderken, Selahattin Bey de mutlu sona yaklaştığına ve orada gerçekten Ayla’yı bulacağına inanmıştı. Yaşlı kadının verdiği adrese geldiklerinde onu arabada bıraktılar. Evden yükselen gürültülerin ardından polisler, çingene Osman’ı getirdiler.‘Abi, ben kim, çocuk kaçırmak kim? Yanımdaki kız baldızımın kızı’ diyordu. Selahattin Bey bir kez daha yıkılmıştı. 

Ayla’yı ararken neler olmadı ki? Niğde’de evli ve kambur bir kadını Ayla diye gösterdiler, başka bir yerde bir erkek çocuğunu çıkardılar ‘İşte Ayla’ diye. Kimi para peşindeydi, kimi başka şeylerin.

 ‘Beşler Çetesi’ imzasıyla gelen bir mektupta ‘Ayla’ya kavuşmak istiyorsan Aksaray’daki camiye 30 bin lira bırak’ deniyordu. Yine polise haber verdi Selahattin Bey. Para bırakıldı, etrafta önlem alındı ama gelen giden olmadı. 

Eskişehir aramalar sırasında en sık gündeme gelen şehir oldu. Kendisini hakim olarak tanıtan bir sahtekar, inanılmaz bir senaryo yazmıştı. Eskişehir’den İstanbul’a getirilip günlerce otellerde ağırlandı. Polis, anlattıklarının hayal ürünü olduğunu ortaya çıkarınca sokağa bıraktı.

Bir süre sonra gene Eskişehir’den, çingenelerin yanında Ayla’ya benzeyen birinin bulunduğu haberi geldi. Selahattin Bey, araştırmak üzere gittiğinde haber kentte duyulmuş, kalabalık bir grup yardım için bir kamyona doluşmuş onu bekliyordu. Bu yardımsever kalabalığa Selahattin Bey ve polisler de katıldı, yola çıktılar.Dağa yaklaşınca asfalt bitti, toprak bir yoldan tırmanmaya başladılar. Önlerine çıkan bir tümseği kamyon kolayca aştı ama Selahattin Bey’in Opel aracı takıldı kaldı. Kamyondaki kalabalık yardıma geldi, arabayı hep birlikte kaldırıp geçirdiler tümsekten.Tepeye vardıklarında, bir çingene kafilesiyle karşılaştılar. Çeribaşı, huzursuz olmuştu. ‘Ne istiyorsunuz?’ diye sordu. Polis, ‘Bir kız çocuğu arıyoruz, ihbar var’ dedi. Çeribaşı önce izin vermek istemedi, sonunda sadece Selahattin Bey ve bir polisin arama yapması noktasında anlaştılar.Kalabalık beklerken, Selahattin Bey ve bir polis, tek tek baktılar çadırlara. Bir çadırda Ayla’ya benzeyen bir kız çocuğu vardı. Ama o Ayla değildi.Selahattin Bey ayrılırken, kamyonla kendisine eşlik edenlere tek tek teşekkür etti, gözleri dolmuştu. 

Selahattin Bey bir sabah büroya giderken Çemberlitaş’ta, Cağaloğlu’nda ‘Kayıp Kız Ayla’ yazan film afişleri gördü. Para kazanma peşinde olan birileri, kendisine haber vermeden Ayla’nın filmini çekmişlerdi.Kumaş tüccarı bir uyanıktı filmin yapımcısı. Avukatıyla birlikte bürosuna gidip, filmi durdurmasını istedi. 300 bin lira harcadığını söyleyen adam, gülümseyerek kardan pay önerince sinirlendi Selahattin Bey. Bağırıp çağırarak ayrıldı bürodan.Fakat bu tepkisi filmin yapımcısını durdurmaya yetmemişti. 20 Mayıs 1962’de gazetelerde ‘Kayıp kız Ayla filmi sinemalarda’ ilanları çıktı. Dava açmaktan başka çaresi kalmamıştı. Duruşma günü geldiğinde, film sinemalarda gösterilmeye başlanmıştı bile. Mahkeme, filmin kopyalarının toplanmasına karar verdi. Selahattin Bey, icra memurlarıyla sinema sinema dolaşarak filmin kopyalarını topladı. Bazı sinemalara film gösterimde oluyor, Selahattin Bey seansın bitmesine izin vermiyordu. Birkaç gün içinde dokuz kopyadan sekizini el koymayı başardı. Sadece birini bulamadı. O da zatan İsrail’e gönderilmişti

Bu olay, acı içindeki babanın kalan enerjisini de tüketti. Zaten aylardır ihbarların peşinde oradan oraya koşturmaktan mahvolmuş, gücü kalmamıştı. Yolun sonuna geldiğini kabul etti. Artık gelen ihbarları polise bildiriyor, sonucunu öğrenmekle yetiniyordu. Umudunu yeniden canlandıracak bir gelişme olmadı yıllar boyunca. O da kızını bir daha göremeyeceğini kabullendi. 1994  Yılında  Topkapı Mezarlığı’nda kızı için bir mezartaşı yaptırdı.

Mezar  taşında  şunlar  yazıyordu:

Ayla Özkakar: Doğumu 1955 Kayboluşu 9 Ekim 1961 

Canım  kızım 

Altı  yaşında  kaçırıldığında  gazeteler  seni  bulmak  için  olayın üstüne  çok  gittiler. Hadise  bütün  Türkiye'ye  yayıldı.  Polis,  jandarma,  halk,  özel  ekipler,  seni yıllarca  aradık.  Bütün  çabalar  ne  yazık  ki  bir  işe  yaramadı. Seni  bulamadık.  Aradan  kırk  yıl  geçti.  Acın yüreğimde  yıllarca  gizli  kaldı. Ölümlü  dünyada  her  faninin belli  bir  yeri  olur  sevgili  kızım.Hakkın rahmetine  kavuştu isen kalbimizdeki  yerin  burasıdır  artık.Bizimle  berabersin.  Ebediyyen  rahat  uyu.  Baban.

Diğer  Kore Gazilerimiz  ve  Ayla'ların hikayesi  de  gelecek  bölümde  inşallah. 

Not:  Bu  yazının  çok  büyük  bir  bölümü  şu  linkten  alıntıdır:

http://www.hurriyet.com.tr/kayip-kizinin-pesinde-bir-baba-38668977

( Üç Kore Savaşı Gazisi Ve Üç Ayrı Ayla Olayı---1. Bölüm --- başlıklı yazı Sami Biber tarafından 10.12.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.