Yer karasında yani dünyamızda istisnasız kişi başına düşen ulusal geliri en azından yirmi bin doların üstünde olan ülkeler demokrasi ile yönetilen ülkelerdir.  Ulusal geliri çok yüksek olan ülkelerin gelirlerini rakamsal olarak bir bir sıralayıp bizim durumumuzla karşılaştırarak moral bozmak istemem. Çünkü hepsinin durumu bizlerin birkaç katı büyüklükte.

 

         Bu ülkeler demokrasi ile yönetiliyorlar dedik. Bizden farkları ne peki? Demokrasinin tüm kurallarını işleterek ve halkın kendi kendini yönetme ilkesine dayanan en iyi yönetim biçimi olan bu yönetim sisteminin nimetlerinden yararlanıyorlar.

 

Bir kere o ülkeler yıllar önce eğitim-öğretim sorunlarını çözmüşler. Bizde zorunlu eğitimin beş yıl olduğu doksanlı yıllarda o ülkelerde zorunlu eğitimin süresi çift basamaklı sayılara çoktan ulaşılmıştı. Ve de nitelikli eğitime… Aldıkları eğitim sonucu demokrasiyle yönetilen ülkelerin insanları özgür düşünceli yurttaş olma bilincine sahip oluyor.

 

         Daha başka, demokrasiyi içselleştirmiş ülkelerde yurttaşların kitap, gazete, dergi benzeri yayınların okunma durumu ile bizlerin durumu karşılaştırılamayacak düzeyde aleyhimize. Durum böyle olunca başta Avrupa, Amerika ülkeleri olmak üzere Japonya benzeri bazı Asya ülkeleri bilim, kültür ve sanat alanlarında büyük başarılara imza atıyorlar. Demek ki, ülkelerin cumhuriyet ve giderek demokrasi ile yönetilmesinin halkların ekonomik ve kültürel düzeylerinin iyileşmesinde doğrudan ilişkisi var.

 

          Demokrasiyi ancak yurttaş olma bilincine ermiş halklar uygular ve yaşatır. O halde demokrasi yönetimini aydınlanma yaşamış uluslar yaşamlarının vaz geçilmesi yapıyorlar Yurttaş olma bilinciyle okuyan, okuduğunu anlayan, yorumlayan, soru soran olayları neden-sonuç ilişkileri içinde irdeleyip yorumlayan bireylerdir kastedilen

 

Matbaaya icadından yüz yıllar sonra kavuştuk. Okullaşma sorununu bir türlü istenilen düzeyde çözemedik. Yurttaşlarımızın eğitim düzeyini yetesiye yükseltemedik. Hal böyle olunca ülkemizde yapılacak işlerin başında sade yurttaştan en yukarlardaki ülke yönetiminden sorumlu olanların iş birliği içinde okullaşma sorunlarını en akılcı yöntemlerle çözme yoluna girmesi elzemdir. Aksi durumda dünyaya hükmeden ülkelerle aşık atmamız söz konusu bile olamaz.

 

Yurttaşlar olarak üzerimize düşen görev okumayı, kitabı, aydınlanmayı yaşamımızın birinci sırasına koymak yurttaş olma bilincimizin pekişmesi için ekmek kadar su kadar gerekli ve önemli.

 

Ulus olarak Japonya, Fransa, İtalya, Almanya… düzeyinde aydınlanmayı başarabildiğimizde ülkemizde barışı, dostluğu, duygudaşlığı ve bir arada yaşama bilimcini içlendirebiliriz. Okuyan insan kavga etmez, ses tonunu artırarak konuşmaz. Sorunlarını konuşarak çözme olgunluğuna kavuşur. Bilimde, sanatta özgün çalışmalar yapar.

 

Tüm böylesi yadsınamaz gerçekler adına okuma ve kitapla ilgili Don Kişotça yaşadığım serüvenlerle ilgili bazı anekdotlar anlatmak isterim.

 

 Okuma sevgisi bende okumaya başladım ilkokul yıllarında başladı. Kitapların gizemli dünyasına dalmakla betimlenemez hazlar duyardım.  Alphonse Daudet’in dediği gibi, “Kitaplarım benim sevgili dostlarım, gerçek yol göstericilerimdir. İkiyüzlülük etmeden bana görevlerimi hatırlatırlar.” Giderek kitabın okumanın soylu bir eylem olduğu bilincine vardım.

 

 

Yurt, ulus, nehir edebiyatıyla ülkede barışa ve özlenen demokrasiye kavuşulmuyor. Tırnak arasında belirteyim. Mesleğim gereği Almanya’da da çalıştım. Batı insanının kitaba, okumaya olan ilgisini bire bir gözlemledim. Yurttaş olmak bilincinin kestirme yolu okumaktan çok okumaktan geçtiği gerçeğine iyi özümsedim.

 

Avrupalı, Amerikalı, Çinli ya da Japon yurttaşı senede ortalama 25-30 kitap okuyorsa bizler de Türk yurttaşları olarak yılda bunun iki katı kadar kitap okumanın önemini anlamalı ve gereğini yapmalıyız.

 

Hem mesleğim gereği hem de yurttaş olarak kitabı yaşamımızın birinci sırasına almak, kitapları sevdirmek adına özel çabalar içine girdim. Bunun için diyorum ki, en iyi hediye kitaptır.

 

Öğretmenliğim ilk yılları çiçeği burnunda on sekiz yaşında göreve başlayan uzak bir köy öğretmeniyim. Kent merkezine ancak ayda bir kez gitme olanağım var. Uygarlığın tüm nimetlerinden uzağım. Bucak merkezinde çalışan bir öğretmen ağabeyimize genç öğretmenler olarak odun devşirdik. Sevgili yengemiz bizi öğlen yemeğine alıkoydu.

 

Yemekte öğretmen ağabeyimin evinde zengin bir kütüphanesi olduğunu gördüm. Aç tilkinin erişemeyeceği yükseklikteki üzümlerine bakarcasına kitaplara baktım. Köy çocuğuyum. Köylü insanının sırtında bir kambur olan utanma duygusunu bir türlü üzerimden atmış değildim. Kitap istemeye utandım. Yemekten sonra kahvehaneye gittik. Arkadaşlar iskambil oyunlarına tutuştu. Kafamda kurnazca bir fikir olgunlaştı. Birazcık tavla oynamasını öğrenmiştim. Şakayla karışık evinde zengin kitaplığı olan meslektaşıma tavla oynamayı önerdim.

 

Oyunu kazanırsam kitaplıktan o yıl ilkbahara kadar istediğim kadar kitap alıp okuyacağım. Kaybedersem meslektaşıma istediği bir roman alıp hediye edeceğim. Amacım oyun değildi elbet. Kitap dostluğu kurmak istiyordum. Oyunu kaybettim.  Öğretmenime Demirciler Çarşısı Cinayetini aldım. İlk kitap hediye edişim böyle başladı. Elbette o yıl onlarca ödünç kitap aldım okudum Ali Zorba adlı saygıdeğer öğretmenimden.

 

Tanıştığım insanlarla özellikle meslektaşlarımla sohbetimin önemli kısmını kitap konusu alır. Ve karşılıklı kitap değişimi. Bu arada arkadaşlarıma sürprizlerim olur. Onların beğendikleri ve okumak istedikleri bir kitabı satın alıp hediye etmek…

 

İstanbul Küçükçekmece’de bir okulda kısa süre çalıştım. Kitap Fuarının açılışının ilk yılları. Elli sekiz mevcutlu bir ikinci sınıf okutuyordum. Fuardan altmış adet kitap alarak öğrencilerime, okuyunca birbirleriyle değiştirmek koşuluyla birer kitap hediye ettim. O gün birkaç dersi kitap okuma saati olarak işledik. Hepsi varoş semtinin yoksul çocukları olan öğrencilerimin kısa süreliğine de olsa mutlu olmuşlardı.

 

Teknik, iletişim olanakları baş döndürücü hızla ilerliyor.  Sanal âleme girdim ucundan kenarından. Bu âlemde kalem oynatan memleketimin güzel insanlarıyla tanışıp yüz yüze konuşurcasına sohbetler ettik.

 

         Öncelikle genç arkadaşları yazma gibi soylu bir çabanın içinde olmalarını teşvik etmek ve yazın ustalarını da kutlamaktı amacım. Derken yazma gibi hoş bir eylemin içinde buldum kendimi bu alanda çok geç kalmış biri olarak.

 

         Bu arada kalem ve kitap dostlarımla düzeyli ilişkilerim artarak devam ediyor. Peki, niye anlatıyorum bunları. Konumuz, kitap hediye etme ve hediye kabul ederek kitaplığımı zenginleştirmek. Confucius’un dediği gibi, “Tanrım bana kitap dolu bir evle çiçek dolu bir bahçe ver.” Kitap fuarlarında ve kitapçılardan bolca kitap alarak evdeki kitaplığımı zenginleştirirken hoş sürprizlerle de karşılaşıyorum.

 

İki genç ve güçlü kalem: Ayşegül Akdağ (Trabzonlu yazar) Soğuk Cehennem adlı romanını ve Mehmet Öksüz  (Hataylı şair) Eflatuni Mısralar adlı eserini gönderdi. Adresime kitaplar gelince ilk kez kendisine bir oyunca hediye edilen yoksul köy çocuğunun mutluluğuna eş mutluluklar yaşadım…

 

devam edecek.

 

 

 

        

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

( En İyi Hediye Kitaptır başlıklı yazı sahara tarafından 8.12.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.