1
Taksim Elmadağ'da bir otelde çalışıyordum. Gece vardiya sırası bendeydi.
Saat sabahın beşi; otel için gazete almaya çıkmıştım. Taksim’de gazete
bayisinin yanında yaz kış oturup küçük tablasında incik boncuk satan yaşlı bir
adam vardı; yaşlı adamın iki gözü de yoktu. Hayır olsun diye ondan bir nazar
boncuğu alırken nereden aklıma estiyse, “İşkembe çorbası sever misin?” diye
sordum. İçimden gelmişti, harbiden çorba ısmarlayacaktım. Adam, “Gözlerim
görürken her gün bir büyük tas içerdim; şimdi midem kaldırmıyor” dedi. Paramın
üstünü de kuruşu kuruşuna bir tamam verdi; ben iyilik olur düşüncesiyle,
“Kalsın amca” dediğimde, “Sen onu dilenciye ver” diyerek beni bir güzel
azarladıktan sonra, “Gözlerim kadere aitti, bana danışmadan aldı gitti; ama
onurum bana aittir”, demişti yaşlı ve kör adam…
Büfeden günün
gazetelerini almış otele dönüyordum. Kaldırımın üstünde bağdaş kurmuş, hırpani
giysiler içinde bir kadın, kucağında yamalı bir kundağa sarılı yapma bir
bebekle sağa sola ırgalanıp duruyordu. Önündeki karton kutunun içinde beş altı
kutu kibrit vardı. Yirmi beş kuruş bırakıp kibritlerden birini alırken, “Üstü
kalsın” dedim; kadın ani bir hareketle elime yapışıp, “Aaa! Terbiyesize bak;
kibritler satılmıyor” diye cırladı. Yirmi beş kuruşumu geri aldım. Ben
uzaklaşırken arkamdan, “Deli mi nedir, hem parayı bırakıyor hem de geri
alıyor!” diye söylenip duruyordu.
*
Muharrem Soyek