Gökyüzü birden kapandı, gün ortasını akşam karanlığı bastı. Hava patlayacak. Rüzgâr bile sinmiş, yaprak kıpırdamıyor. Böyle havalar içimi daraltmaz ama yeryüzünde yapayalnız kalmışım gibi hüzünlendirir beni. Bu sefer seviniyorum; çatlayan toprak, sararan otlar, dökülen çiçekler adına sevinç doluyor içim; pencereme yığılan kara bulutları yalnızlığımın kollarına alıp heyecanla öpmek istiyorum. Yağmur o kadar özletmişti kendini…

Hafif bir esinti çıktı; ilk damlalar rüzgârın atımıyla cama tıklamaya başladı. Seyrek ama irice olan ilk yağmur damlaları yere vurduğunda toprak yolun tozu küf mantarı gibi pufluyordu. Karşı evin kızı hiç de acele etmeden bahçede asılı çamaşırları topluyordu. Bir şimşek çaktı, hemen ardından kovadan boşanırcasına yağmaya başladı. Annesi kıza seslendi. Sular yollarda aniden dere gibi akmaya başlamıştı. Komşu kızı çamaşırları leğene toplamış ama eve gireceğine yüzünü göğe çevirip ağzını açmış semazen gibi döneniyordu. 20 yaşlarında vardı. Benden büyük olsa da kendisiyle evlenme hayali kurduğum sarışın güzeli bir kızdı. Islak sarı saçları yüzüne boynuna yapışmış, çenesinden süzülen yağmur damlaları ışık incisi gibi ışıldıyordu. Sırılsıklam ince entarisi şeffaflaşmış, kendi derisi gibi üstüne yapışmıştı. Yavaş adımlarla evinin kapısına geldi; başını yana eğip saçını avucuyla sıvazlayarak suyunu sıktı ve içeri girdi.

Genç kızdaki bu doğal coşkuya imrenip ben de fırladım dışarı yağmurun altına. Gömleğim hemen yapıştı üstüme. Kafama ve kulaklarıma pıtır pıtır vuran yağmur damlaları, şakaklarımdan süzülen, burnumun ucundan damlayıp yere düşen yağmurun içindeki coşkulu hayat gücünü hissedebiliyordum... Ah bir de ıslak komşu kızı gelse ellerimden tutsa... Dönene dönene hayatın merkezine yolculuk yapardık valla… Saçlarımı parmaklarımla arkaya sıvazladım; ensemden koynuma kaydı sızan sular. Gözlerimi kısıp kendi eksenim etrafında dönmeye başladım;  ağzımı açtım ve yüzümü göğe çevirdim. Bulutların göbeğinde kımıltısız, duru masmavi bir açık kapı gördüm. Sağanak açılan o kapıdan mı boşalmıştı? Belki de havada kalan kuşlar kaçabilsin diye açık bırakılmıştı. Kim bilir, belki de beni ve komşu kızını keyifle seyreden Tanrı’nın gözüydü sadece…

Donuma kadar ıslanmaktan keyifli bir canlanma duyarak içeri girdim. Kurulandım, üstümü değiştim, bir kitap aldım yatağa uzandım. Bir satırı okuyuncaya kadar gözüm birkaç kere dışarı kaçıyor, yıkanmış tepelere doğru koşmak istiyordum. Kitabı okuyamadım; gözüm dışarıdaki sağanak şakırtısına çekili kaldı.

Komşu kızı odasının penceresini açtı, dirseğine kadar sıvadığı kolunu uzatıp saçaktan dökülen suları avucuyla yakalıyordu. Saçlarını tarayıp toplamış, başına pembe oyalı bir yemeni bağlamıştı. Sıkmabaş yapmış, saçlarını boynundan göğsüne dökmüştü.  Bir an pencereden kayboldu, sonra elinde bir bebekle yeniden göründü. Bebeği dışarı uzatıp saçak sularının altına tuttu. Sonra içeri çekti. Tekrar dışarı uzatıp bebeğin saçlarını ovalamaya başladı. Bebeğin başı köpürmeye başladı. Ellerini ve bebeğini saçak sularında durulayıp içeri çekilirken bana dil çıkardı. Ben de onu seyrettiğimi çaktırmadığımı sanıyordum.
*
Muharrem Soyek
( Yağmurun Neşesi başlıklı yazı M. Soyek tarafından 24.11.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.