MEKTUP
Hepimizin çok sevdiği
bir şarkı vardır, hüzzam makamında. Güftesi Mehmet GÖKKAYA’ya, bestesi de ünlü
bestekar ve sanatçımız Erol SAYAN’a ait. Ünlü sanatçımız Emel SAYIN’ın kadife
sesinden zevkle dinlediğimiz;
“Yine yakmış yar
mektubun ucunu
Askerlikte sevda çekmek
zor diyor
Yüklemiş postanın bana
suçunu
Hatırımı teller ile sor
diyor
Askerlikte sevda çekmek
zor diyor”.
Eskiden hayatımızda çok
önemli bir yeri olan mektubun, artık günümüzde nerede ise hiçbir önemi kalmadı.
Postacılar yine var ama artık mektup değil, mahkeme tebliği, icra takibi, banka
kredi ekstresi, düğün davetiyeleri ve bürokratların özel gün kutlamalarını
dağıtıyorlar. Eskiden postacıların gece bekçilerinden daha fazla forsu olurdu. Başlarında
özel şapkaları olan resmi kıyafetler giyerler, içlerine mektupları koydukları
ve omuzlarından aşağı sarkıttıkları resmi çantaları olurdu.
Bizim neslin en iyi
bildiği bir şarkı, postacıların önemini hala zirvede tutmayı başarmıştır:
“Bak postacı geliyor
selam veriyor
Her kes ona bakıyor
merak ediyor
Çok teşekkür ederim
postacı sana
Pek sevinçli haberler
getirdin bana
Bu gün benden bu kadar
darılmayınız
Yarın yine gelirim
hoşça kalınız
Haydi git güle güle
uğurlar olsun
Ellerin dert görmesin
neşeyle dolsun”.
İlk mektubumu on yaşımda
iken askere giden merhum ağabeyime yazmıştım. Sevgili abicim diye başlar,
babamdan anamdan başlayarak bütün sülaleyi sayarak selamlar iletilir. Hava durumu
en ayrıntılı bir şekilde anlatılır. Sizin oralarda ne var ne yok diye sorulur.
Asker arkadaşlarına ve komutanlarına özel selam ve sevgiler yollanır,
büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden, emsallerin yanaklarından
öpülürdü.
Yavukluların mektuplaşmaları
ise, postacılardan gizli yapılırdı. Küçük bir kağıda mektup yazılıp, içinin
kibritleri boşaltılmış kibrit kutusunun içine sıkıştırılır ve sevgilinin geçeceği
muhtemel yola bırakılırdı. Diğer bir yöntem de, mahallenin küçük bir çocuğu
postacı görevini yüklenebilirdi.
Mektuplar önceleri
çizgili kağıtlara yazılırdı. Ancak daha çok özenenlerce, çizgisiz beyaz kağıt
kullanır, satırlar eğri olmasın diye altına çizgileri keçe kalemle
koyulaştırılmış beyaz kağıt konularak yazılırdı. Kırtasiyeden mektup zarfı
alınır, sol üst köşeye Gön: Falanca. Sağ alt ortaya Sayın: Falanca ve adres
özenle yazılırdı. Zarfın kapağının zamkı tükrüklenerek özenle kapatılırdı. Hazır
olan mektup hiç vakit kaybedilmeden Postaneye (PTT) götürülür, veznede oturan
memura yeterli para uzatılır ve bir pul alınırdı. Alınan pulun arka tarafındaki
kurumuş zamk, dilimizle veya ıslattığımız parmağımızla nemlendirilir, zarfın
sağ üst köşesine yapıştırılır ve memura tekrar geri verilirdi.
Mesafelerin uzaklığı ve
yakınlığına göre, mektuplar bir hafta ile on beş gün arasında ilgiliye
postacılar tarafından teslim edilirdi. Mektubun gelme zamanı biraz gecikti ise,
postacılar geçerken yolları kesilir ve kendilerine mektup olup olmadığı sorulurdu.
Özellikle asker
mektupları büyük önem arz ederdi. O zamanki askerlerin analarının çoğu cahildi.
Asker olan oğul veya torundan mektup geldiği zaman mektuplarını okutmak için, mahallede
mektepli olan gençlere müracaat ederlerdi. Mektubun okunma merasiminde birçok
sülale efradı toplanır, heyecanla mektup dinlenirdi.
Özellikle asker ve
öğrencilere, yasak olmasına rağmen, görünmeyecek bir şekilde mektubun içine
saklanan harçlıklar da aynı zamanda gönderilirdi. Gelinlik kızların asker olan
yavuklularına elleriyle işledikleri mendiller de kokulandırılıp, mektuplara
konularak gönderilirdi.
Merhum abim Mardin İdil’de
jandarma çavuşu iken, telleri emekli olmuş bir saz ele geçirmiş ve bizden bir
takım saz teli istemişti. Bizde mektubun içine koyarak göndermiştik.
O yıllarda bazı
adresleri mektuba yazabilmek oldukça zordu. Dağdaki çobanların, ovalardaki bağcıların,
ekin tarlalarındaki orakçı ve harmancıların, dağlarda taş kırıcıların, gurbette
çalışan kamyoncuların vb. adresleri olmazdı. Bunlara mektup gönderen
gurbetçiler, asker veya öğrenciler; çarşı içinde berber Emin KAHRAMAN, KOPUK,
Aygazcı Hüseyin dayı, Bakkal Dılbar Arif, vb. eliyle diye yazarlardı.
Mektubun içine konulan
para, mendil vb. gibi eşyaların yanı sıra, mektubun en önemli müşterileri, o
günün ilkel makinaları ile, “BUCAK hatırası” perdesi önünde çekilmiş, siyah
beyaz fotoğraflar olurdu. Evli olarak askere giden gençlerin hanımının özel
durumları (hamilelik vb.) ile ilgili merakları oldukça fazla olurdu. Doğum,
düğün, asker dönüşü, gibi sevindirici haberler hemen ilave mektupla
bildirilirken; kaza, bela, ölüm, ağır hastalık gibi sevimsizlikler, morali
bozulmasın askerimin diye asla duyurulmazdı.
Günümüzde genel
anlamıyla sosyal medya diye adlandırdığımız iletişim teknolojileri ile, her
türlü haberleşmeyi sağlamak çok hızlı, ucuz ve kolay hale gelmiştir. Bizim nesiller
mektuplaşma serüvenlerini daha dün gibi hatırlarken, günümüzün gençleri için bu
serüveni ne kadar anlatsak bile, ya anlamakta güçlük çekecekler ya da hakkıyla
anlayamayacaklardır. Belki de halimize acıyacaklardır.
Ne yapalım atalarımız
boşuna dememişler: “Gün bulduğunu harcarmış” diye…
Selam, sevgi ve
dualarımla… Allah’a (cc) emanet olunuz.
15 Kasım 2017 Saat:
19.00. Antalya.
Yrd.Doç.Dr. Süleyman
COŞKUNER
Kaliteli Yaşam Uzmanı