Zamanı çalabilir misiniz, bayım?
Ya, zamansız çalarken kalbimi?
Öfkenizi öldürün de gelin hem ve
yalın bir kelamla elinize aldığınız çiçekleri de çarçur etmeden yol boyu.
Duyguların gazabına uğradığınız oldu
mu hiç?
Ya da kural tanımaz benliğinizle bir hutbe
bellediğiniz geceyi hele ki hele ki o sırdaş imleri sonra da tedirgin bir sunum
ile ilan-ı aşk ederken üstelik hayır bellediğiniz şerri, sır bellediğiniz
yüreğin mahremindeki kayıtları…
Zaman tırmalıyor sadece tırmalıyor ve
tırmandığınız gözetleme kulesinde hüsrana uğruyorsunuz oysaki içinizin radarına
takılı kalmışlığınız tüm olup biten ve hezeyan bürüyen çehrenizle bozuntuya
vermemek adına.
Gölgeler bile yoksunluğun avucunda
oysaki avuçlarımdan kayanlara hatim indirmekle meşgulüm her yangını kurtuluş ve
ölümü de başlangıç bildiğim.
Destursuz günüm yok.
Lüzumu da yok isyanın.
Hâşâ, demekten gayri ne gelir ki
elden?
Azımsandığınızı çoğalttınız mı?
Çoğalırken eksildiniz mi peki?
Katmanlarında yürek hamurunun;
sıfatların da aczi yetinde kıvrıldınız mı yoksa süzüldünüz mü damarlarından
aşkın belki de kutsayan değil de kutlayandı yine aşkın tek sahibi…
Ölümsüz olmayı dilediniz mi belki de
ölüme sabitlerken döngüyü kader, hangi akla hizmetle yarınlardan medet
umuyoruz?
Öyle ya, bizler sevgi fukarasıyız:
öncelikle kendimizi dışladığımız belki de evrenin en somut bildirgesi iken umut
hep de saf tuttuğumuz köşe başı yüreğin…
Bir koyup bir aldığımız.
Bir düşüp bir kalktığımız.
Düşmez kalkmaz Allah bir, demenin
asaleti değil mi yüreği bin parçaya bölünmüşlükten kocaman bir bahçeye
dönüştüren?
Lav ettiklerimiz.
Lal şiirlerimiz… kim demişse halt
etmiş ne de olsa şiirlerde roman kalınlığında hayatlar ve hayaller saklı.
Umudun tınısı uzaktan sesi hoş gelen
lakin yakın durdukça büyüsü kaybolan bir gizem nispetinde ve bizler şerh
düşüyoruz: kâh düne kâh yarına kâh kayboluyoruz kâh bulutlara tırmanıyoruz
belki de Tanrı’ya yakın olmak adına belki de kendimizi terk edip yükseliyor
ruhumuz yine beden dilinde bir hiciv; yine şuursuz bir seçim iken o şaibeli
fıtratın da dile gelmez nice tefrikası…
Büyürken küçülüyor hayallerimiz.
Küçülüyoruz insan pazarında belli ki
insan olmanın rehaveti ile en tedirgin lisan iken sessizlik.
Sulh bildiğimiz.
Şer sandığımız.
Ser verip sırları peşine taktığımız
nice kuyruklu yalan.
Aşka nazire eden çocuk saflığında.
Çocuklara kötülük yapan şeytan kadar
da tıynetsiz bir kelam sandığımız nicesini sindiriyoruz aslında siniyoruz
aslında sınanıyoruz aslında susuyoruz hem de ölümüne ne de olsa susmak
öğretildi bize belki de tüm noksanımız bu sessizliğimiz yine de vur deyince
öldür, demediklerin de mahiyeti bunca ters tutum.
Yansız.
Yolsuz.
Çulsuz üç beş imgeyi çalarken
kitaplardan belki de hayatı yığarken satırlara aslında satırları yok sayan
yürek erbabı nice deyiş: bir bakışın, bir tebessümün çok şey ifade ettiği
oysaki bizler ifa edemezken içimizdeki zenginliği.
Şimdi gitmeliyim.
Aslında çoktan gitmiştim.
O zaman nerede miyim?
Bilsem keşke.