İKİNCİ (MANEVİ) ANNEM RAHİME İĞCİ
Daha önce adına
makaleler ve şiirler yazdığım öz anam Ayşe Hanım (Ülkü) COŞKUNER’i, 13 Ekim
2003 tarihinde sevdiğine yolcu etmiştik. Bugün bana hiçbir yakınlığı olmadan, hiçbir
zorunluluğu olmadan, tamamen insani duygularla, uzun süre annelik yapmış olan
Rahime annemden bahsedeceğim.
Rahime annem büyük halam
Emine İğci ve Demirci Koca İrbelek, İbrahim İğci’nin büyük gelinidir. Halaoğlum
Ahmet İğci’nin hanımı olan annem, bugün 85 li yaşlardadır.
1958 yıllarında merhum
anacığım beni doğurduktan sonra, doğumla ilintili olarak, o günlerde sebebi
anlaşılamayan gizemli bir hastalığa tutulur. Hastalığa çare arama çabaları,
anacığıma yeni doğan bebeğini unutturur. Beni hiçbir şekilde gözleri görmez. Diyar
diyar gezerek hastalığına çare bulmaya çalışır. O anlarda bana bakacak hiçbir kimse
yoktur. Ablam benden sadece 6 yaş büyüktür ve bana hakkıyla bakabilecek
donanımda değildir.
Rahime annem yeni
evlenmiş ve birkaç yıl geçmesine rağmen çocuğu olmamıştır. Onların evleri
Çavuşlar mahallesinde bizim evden aşağıda hamamın üst tarafındadır. Sık sık
bizim eve gelerek benimle ilgilenmeye ve bakmaya başlar. Henüz bebeği olmadığı
için, benimle bebek sevgisini gidermeye çalışır.
Oldukça fakir ve
imkansızlıklar içerisinde olmalarına rağmen, benim bakımımla yakından
ilgilenir. İlk başlarda hep evimize gelerek, benim ihtiyaçlarımı gidermeye
çalışır. Bir gün babama der ki; “Dayı, ben Süleyman’ı evime götüreyim orada
daha rahat bakarım” der. Merhum babam buna müsaade eder ama, hasretime dayanamaz
ve kısa süre sonra geri getirmesini ister.
Onun olmadığı
zamanlarda ablacığım kendi çocuk olmasına rağmen, benim bakımımı üstlenir.
İmkansızlıklar diz boyu. Bir gün anlatıyordu: “ Küçüklüğünde sana bakarken öyle
eziyetler çektim ki, çaydanlıkla ağzına yukardan su dökerdim” dedi. Ben de: “
Suyun içine şeker eritseydin bari dediğimde”, tokat gibi bir cevap almıştım. “Şekeri
kim yitirmiş de biz bulduk, bizim oğlan”.
Bir gün belli ki Rahime
annem meşgul gelememiş. Ben yeni apalamaya başlamışım. Evimizin tahtalısının şahnişi
yok. Aşağısı üç kat boyunda ve taşlık ve çalılıklarla dolu. Ablacığım beni çiş
yapsın diye tahtalının en ucuna koyar. Bir süre sonra çişle ve kakayla birlikte
dengeyi kaybeden ben, hooop aşağıya… Taşlık ve çalılıkların arasına. Hiç gören
yok. Belli ki ablacığım kendi de bir çocuk olduğu için, beni çişe bırakıp oyuna
gitti.
Bitişiğimizde tek katlı
karpişte evde küçük halam, Devri’li Mustafa eşi, Merhum İsmail agam ve Adem
abimlerin annesi otururdu. Halı dokurken benim düştüğümü alak malak görür gibi
olur. Ama şemsiye uçtuğunu zanneder ve oralı olmaz. Bir müddet sonra şemsiyenin
uçtuğu taraftan zırıl zırıl bir bebek ağlamasına benzeyen sesler gelince,
halacığım kayıtsız kalamaz.
Halı dokumayı
bırakarak, bizim evin önündeki taşlık ve çalılık mezbelelikten gelen sese doğru
gider. Bir de ne görsün. Halsizlikten canlı ağlamaya takati kalmayan ben,
kendim duyacağım kadar ve de şükürler olsun ki halacığımın da duyacağı kadar
düşük bir sesle ağlıyorum. Halam hemen çığlığı basar ve aynı zamanda beni
kucağına alarak, bugünkü eski hastane ve şimdiki sağlık meslek lisesi olan, o
zamanki sağlık ocağına götürür.
Gidinceye kadar saçının
zülüfü başta olmak üzere, bir çok yerine çiş ve kakam bulaşmış ve telaştan hiç
farkına dahi varmamıştır. Bu olayı bana sağlığında defalarca anlatmıştı merhum
halacığım.
O günkü şartlarda
tedavim yapılır ve eve taburcu edilirim. Halam beni evimize getirir ve bir
şiltenin üzerine yatırır. Babam yeni gelmiş duruma müdahil olmuştur. Halam
babama demiş ki: “Amat bu çocuk ölecek, bak sana sessiz soluksuz yatıyor,
düştüğü yer üç kat ve taş ve çalılıkların arası”. Babamın çaresizliği satırlara değil,
dünyalara sığmaz büyüklüktedir. “Aba, ölürse ölür ne yapalım”.
Bu acı durumdan sonra,
zannedersem Rahime annemle birlikte komşular da olaya dahil olmuşar. Benim için
ellerinden geleni yapmışlar ve takdir-i ilahi ölmemişim.
Merhum ağabeyim
Mustafa, ailemizin en büyük çocuğu. İlkokulu bitirince baş muallim elinden
tutarak ahırda mala bakan babama gelir: “Amed ağa, bu çocuk çok zeki bunu
okutalım” der. Babacığım tarihe geçecek sözünü söyler: “Baş muallimim, kafasına
12.5 liralık şapka giyecek, (daha elbisesi ve diğer masrafları cabası) cebimde
12.5 kuruş yok” der.
Ablamı hiç okula
gönderemez, İbrahim abimi de 5’e kadar okutabiliyor. Sıra bana gelince: “Bu
çocuk öldüydü yeniden dirildi, bunda bir hikmet var. Ceketimi dahi satıp bunu
okutacağım” der. Altı kardeşin içinden ortaokula başlatılabilen tek bendim. Bin
bir güçlükle ortaokulu bitirdiğimde, merhum babam dedi ki: “”Oğlum biliyorsun
imkanlarımız çok zayıf, devlet himayesinde bir okul tercih et” dedi. En
masrafsız okul olan Astsubay okulu idi. Her masrafını devlet karşılıyor bir de
küçük maaş veriyordu.
Bütün gücümle kalıştım.
Aileme mahcup olma lüksüm yoktu. Tek çarem vardı başarmak. Rabbime sonsuz
şükürler olsun. Nefsimden O’na sığınırım. Yırtarak, tırmalayarak, İşletme
Fakültesi, Yedek subaylık, Kredi Yurtlar Kurumu idari ve muhasebe memurluğu,
Gazi Üniversitesi Asistanlığı, Yüksek lisans, Doktora, Yardımcı Doçentlik ve
Anabilim dalı başkanlığı. En sonunda TBMM Burdur Milletvekilliği.
Öldürmeyip bana bu
başarıları nasip eden Rabbime sonsuz şükürler olsun. Doğuran merhum anama,
sonsuz çaba sarf eden merhum babama, sonsuz gayret eden Rahime anneme,
ablacığıma, merhum abime, emeği geçen komşularımıza sonsuz şükranlarımı
sunuyorum. Rabbim hepsinden de gani gani razı olsun. Ahirete göçenlere sonsuz
rahmet, sağ olanlara sağlık ve selamet niyaz ediyorum.
Selam, sevgi ve
dualarımla… Allah’a (c.c) emanet olunuz…
14 Ekim 2017 Cumartesi
Saat: 18.00. Antalya
Yrd.Doç.Dr. Süleyman
COŞKUNER
21.Dönem Burdur
Milletvekili
Kaliteli Yaşam Uzmanı