Öyle bir geçiyor zaman ki, bir de
bakmışsın otuz, kırk, elli derken ortayaşı geçmişsin. Acı tatlı nasıl geçti bu
elli sene... Daha dün sokaklarda kısa pantolon ile gezip, yaz günleri kukalı
saklambaç oynuyorduk. Amerikalı'lar aya ilk ayak bastığında, bizler dokuz on
yaşlarında çocuklardık. Sokaklarda misket ve gazoz kapakları ile vakit geçirip,
bahçelere dalıp, kiraz ve kayısı aşırıyorduk, bisiklete biniyorduk...
Lise 1.Sınıfta edebiyattan kaldığım gün,
başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü sanki, bana kalsa o verdiğim yazılı
kağıdı, elli üzerinden kırk alırdı belki, ama kazın ayağı öyle değilmiş. O
zamanlar da okumayı severdim şimdiki gibi...
Sınıfta kalmışız üç arkadaş.
Tenffüslerde derslerde sürekli gülüyoruz kakara kikiri kakara kikiri... Güldüğümüz
şeyler de dişe dokunur bir şeyler olsa... Otuz küsur yıl geçmiş, o günlerden
geriye acı tatlı hatıralar kalmış sadece...
Yetmişli yılların terör ve anarşi olayları
daha dün gibi hafızamda. Onlar sağcı bunlar solcu diye insanlarımız
birbirlerini vurur oldular. Beşbin gencimizi kaybettik yaklaşık; bir o kadarı
da cezaevine girdi... MC Hükümetleri, Cumhurbaşkanlığı seçimi krizi, yokluklar,
sigara, sanayağı, benzin kuyrukları... Bizler babamızın disiplini sayesinde ne
sağ ne de sol bir örgüte girdik. O zaman hiç bir tarafta olmayanlara ot
diyorlardı; biz ottuk belki ama terör olaylarına bulaşanların da hazin sonunu
sizler, bizler millet olarak gördük...
Daha bir güzeldi mahalle arkadaşlıkları,
aramıza internetler, bilgisayarlar girmezdi, en fazla kahvelere bilardo ya da
masa tenisi oynamaya giderdik...
Öyle bir geçiyor zaman ki; ben babamın
otuz yıl önceki yaşına gelmişim, çocuklarım benim otuz yıl önceki yaşıma... Benim
bilge Mehmet Ali amcam ''Ömür bir gün evlat derdi bir gün.'' Dünyanın oluşumunu
milyarlarca yıl olarak bir bütün şeklinde düşünürseniz, yetmiş yıllık bir insan
ömrü aslında beş on saniyelik bir olay gibi gelir insana...
Neredesiniz dünyaya kök söktüren diktatörler,
cumhurbaşkanları, başbakanlar? Adınız anılmıyor artık hiç bir yerde...
Çok büyük hayaller kurmak mı yoksa
kurmamak mı? Bu konuda kafamdaki düşünceler henüz netleşmiş değil. Birtakım
şeyleri büyük hayalleri olanların başardığını düşünürsek yanlış konuşmuş
olmayız sanırım. Tersini de şöyle iddia edebiliriz, çok büyük hayallerimiz
olmazsa, çok büyük hayal kırıklıklarımız da olmaz...
Hani İlhan İrem'in bir şarkısı vardı
yıllar önce bilirsiniz. ''Işıltılar içinde tutsaklığı yaşarlar, bana benzer
göklerde çivilenmiş yıldızlar.'' Evet, bugün şöhretin zirvesine çıkmış birtakım
insanlar var, ama onlar sizin bizim gibi, sokakta elleri ceplerinde, ıslık
çalarak yürüyemezler, boş bir tenekeye tekme atamazlar. Bir yere gitmek için
evden çıktıklarında peşlerinde en az bir iki korumaları vardır. Işıltılar
içinde ki tusaklık budur işte, çarpayım öyle şöhrete, hiç lazım değil onların
olsun onların...
Walt Disney odasında gördüğü küçücük bir
fareden Miki Maus'u yaratmış yoksullukdan zirveye çıkmıştır. Nazım Hikmet'in
ilk şiirleri kaç kişi tarafından biliniyordu; şimdi bütün dünya tanıyor...
Bazılarını eskitemiyor zaman, bazıları
da zamana bile kalmadan kendi kendilerini yıpratıyor saçmalayarak. M.Kemal
ATATÜRK yetmiş seksen sene önce söylemiş, nevi şahsına münhasır bir cümle diyor
ki ''Tarih yazmak tarih yapmak kadar mühimdir, yazan yapana sadık kalmazsa,
değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır'' Al bu cümleyi şablon
olarak, doğru anlatıldığından şüphe duyduğun her tarihi olayın üstüne koy. Böyle
bilgece lafları söyleyebilecek çok az lider var dünyada. Kendi kendini
yıpratanların kim olduğunu da siz çok iyi biliyorsunuz, isimlerini bir daha
burada zikretmeye gerek yok. Yüzde doksanbeş, yüzde beş meselesi Türk Milleti
için. Hani Kemal Sunal'ın ''Deli Deli Küpeli filiminde bir anekdot vardı
hatırlarsınız'' Kim akıllı kim deli orasını Allah bilir.'' Aptal kim, akıllı kim
seneler sonra net bir şekilde ortaya çıkar...
Kurtulun bakalım komplekslerinizden.
''Biz adam olmazmışız.'' Kim demişse halt etmiş. Biz adam oluruz, olmuşuz da,
onlar da belki görür belki göremez, kısmet...