Dobra şarkılar ürkünç aryalar
fısıldıyor,
Eklemleri gecenin çok yoğun,
Kemikleri kırılgan şirret gece
Yine hüzne gebe ve aşka,
Vur patlasın çal oynasın aklımın
nifakları
Ve zehirli bir tebessüm
Ölü ağızlarında mezar diplerinde
Kayıp sanrıların.
Zıt tabanların izinde yorgun kıyam
Aşka nazire eden gökte o boşluk
Yine kırlangıç misali iç gıcıklayıcı
Öksesinde ömrün:
Girdap kaderlik,
Sevda ömürlük,
Nakşeden istirham yine emrine amade
durduğum
Yerlerin, göklerin hâkimi.
Bir sefil nameden ibaretim madem
Gök gözlü insanlardan dilendiğim
dirlik.
İçimin temaşası;
Zarif kumruların kayıtsız cıvıltıları
Bir de batılına yörüngenin
Aşkın kısa ömrüne biat
Çatırdayan hutbesinde ömürlük
izdihamın
Kayda değer ne çok kara bulut
İşvesi rüzgârın dağıtırken isini
bilumum neferinde
Yürek denen cengin,
İstirahata çekildiğimin de göstergesi
Şu dingin ruhun anlık öfkesi
Yine nöbette akıl tutulması
Yine firarda sivilceli adam
Bir de kıran kırana
Yaygarası arş-ı alaya çıksa da
Sağır Sultan bile duymazdan öte
Şimdilerde gidip geliyor kıvrımları
İçimde reçine;
Bilumum gölge tehir etmişse
misafirliğini
İzbelerde sakındığım gözümden
aydınlık;
Kara suratlı Çingene
Atarken göbek dolusu hüzün
Mutluluk çığlıkları ne alaka?
Ya da neyin derdi
Eylül’ün?
Şimdilerin yazı sözüm ona
Yaza yaza çıktık feraha bir kış günü:
Mevsimler illet be sevgili
Ve arabozucu komşu kadın
İspiyonlarken ebegümeci beynamaz bir
cümlede
Karaçalı,
Belki de tencereyi ovalamaya kalkma,
dercesine:
Tencere senin dibin benden kara
Ve bir türkü çığıran
Yalın ayak tekir kedi.
Afalladık madem gecenin körü
Temennim o ki;
Sen de düş aşka
Yaşını yükleyip yasına
Demlen yine bir şiirin göbeğinde,
Derledikçe yorgun cümleleri
Argın gökten de alıp nasibini
Boya yeryüzünü şaibeli şiirlerle
Derviş misali, gömül dibine efkârın;
Dertli hazan misali
Öykün Eylül’e bir de
diyemediklerinden kork
Eğer ki giyinmişsen hüznü.