‘’Thomas Bernard’dan bazı sayfaları
işte bu ruh haliyle okuyordum. Bernhard’ın kitaplarından da bir medet umduğum
için değil. Bir görev duygusu ve oyalanma umuduyla. Ödemem gereken bir borç
vardı; Bernhard’ı çok severdim bir zamanlar; sonra…
İlk defa, bu mutsuzluk bunalımım
sırasında, birisinin sesi, bana aslında mutsuzluğum dediğim sefaletin öyle
abartılacak berbat bir şey olmadığını gösteriyordu…’’(Alıntı)
Kürediklerin kadar kararsızlıkların
da bir yoldaş aklımın nedamet yüklü yokuşlarında, ben bir varsayım peşine düşüp
de var sayılmadığım bir tenkidi yüklenirken.
Ambarlarında alt bilincimin saklı
tuttuklarım günbegün yüzeye çıkmakta aslında alınmam gereken her mizansen de
bir alıntı daha yükleniyorum. Konduğum, korumacılığında bilinmezin sonra da her
tökezlediğimde kopardığım o yaygara.
İzafi sancıları var mademki evrenin,
iç acılarım da mı soyut bir hitabet sonra da kandığım günlük yalanlarına mı
insanların meylediyorum?
Dokunaklı kıyılarında ömrün,
kayıpların da şeceresinde saklı kayıtları boca ettiğim hengâme.
Görsel efektler konduruyorum sonra da
aklımın imlerine ve satılmış düşler sokağına düştükçe yolum, ayrılmak
istemiyorum kendime anlattıklarımdan çıkıp da yola büyümeye meyyal bir istemi
reddederken Tanrı.
Beni mademki çocuk yaratmış.
Mademki körelmiş namelerini geçmişin
hala saklı tutuyorum dün öbekli şiirlerin de alt yapısını hazırlayan…
Ve metazori kahkahalar atan sokaktaki
satılmış düşler konvoyu, ben irkiliyorum ansızın.
Ansızın suslar düşüyor payıma.
Bir es’e verdiğim selamı es geçerken
Tanrı belli ki geniş çağlı acılar öbekleniyor yine bilinmezin rahminde.
Aşka düşen kahkahaların ikilem yüklü
ömrü ve satılmışlar tayfasından nasiplendiğim elem yüklü şiirleri hecelere
bölmek adına bölündüğüm ana kıtanın iç denizleri.
İçimin dehlizleri.
İçli şarkılar söylemekten imtina eden
dünün yıldızları ve güne el veren hüzün ile olan randevusu lehim yaptığım
aklımın bitpazarına düşüp de yolu Bit Palası diyen bir roman kapağı.
İçine düşmüşlüğüm belki de kayıtsız
zihniyetlerin tufana kapılan sihir yüklü kelimeler pazarında açık arttırma
usulü hangi yangına düştümse, kova kova su misali bir imge sağanağına tutulmak
adına niyazlarımda haykırdığım.
Şimdilerin ünü mademki namert bir
teyakkuz; dünlerin merhemi mademki çivi çiviyi söker tarzı, illegal bir
gösteri, hangi akla hizmet düşerim de düşerim cenup düşlerini münafıklara sunan
iblisin ipliği çoktan pazara çıkmışken?
Gösterişli olmasını dilediğim bir aşk
masalı: kadının hüznüne eşlik eden elit bir âşık.
Kalburüstü simgeler doluşurken başına
âşıkların, üşüten söylemler belki de bir melodrama özenip, al yazmalı bir
gelini baş tacı yapmak adına yine erkek tarafının bitimsiz öfkesi.
Kıskanç ve metazori bir âşık belki
de.
Kayıp bir öyküde verdiği kayıpların
peşine düşüp de yeni kahramanları yolcu etmek adına, güverteye düşmüşken yolu,
gemi kaptanının.
Belki de eskilere rağbet olsaydı nur
yağardı bitpazarına, diyenlere inat bir miladı yok sayıp dünü güne taşımakla
uğradığım vakit kaybı.
Umarsız bazen.
Önyargısız hatta.
İşkillendikçe çevresinde düşe kalka
çıkıp da yola arzın merkezine yapıla yolculuk derken arz-ı endam eden cüssesi
bol kepçe lokantaların masalarına buyur ettiğimiz tebaanın da bitimsiz açlığı.
Bir eksik bir fazla.
Bir senden öte bir de bizden gayri.
İyi de nereye varacak bu işin sonu?
Kükreyen kaleminde yadsıyamadığım o
tanıdık hüzün: beklilerimi doğrayıp keşkelerimi de katıp, dünleri ötelemeden,
varlığımı da altın tepside sunduğum birkaç hoyrat tümce.
Sencileyin, diyen yüreğin
istilasında, ben-merkezcil bir tutumu yadsıyıp yolum, sık sık sana düşmüşken.
Heybemdeki o yırtık ve ben diktikçe
bir yandan parçalama arzuma yenik düşüp geniş bir yamayı ters yüz edip, içimi
boşalttığım tutanaklarda, kayıt dışı bir rezilliği de yok sayıp sadece varsayım
mağduru bir gölgeyi gönül bahçeme misafir ettiğim…
Belki de mutsuzluk günlerinde
Bernhard okudukça sana ilaç gibi gelen şey bana da bulaşıyor aksi bir bulaşıcı
hastalık gibi belki de aksi olan hangi şahsı muhterem ise, tüm empati
yeteneğimle nemalanıyorum mutsuzluğundan ve cürüm bellediğim aksiliğinden hatta
aksime bakıp da akasyalar düşlüyorum bir Eylül gecesi; gecenin çeperinde ne ise
saklı tuttuğum, kaynatıp kaynatıp içtiğim ıhlamura minnet edip adaçayı
yorgunluğumu da bertaraf ettiğim bir İstanbul aşığına özenirken iç sesim yine
güme gidiyor hayallerim.
Dökümünde tüm bulutların nemi ile
ıslanan yeryüzü aslında sayacın takılı ibresi hala yaza namzet iken.
‘’Başkalarının aptallıklarına,
salaklıklarına saldırmanın mutluluğu… Sonunda tutkularımız ve saplantılarımızla
yaptıklarımızın dışında hiçbir şeyin hiçbir şey etmeyeceğini bilmek…(Alıntı)
Aklın yolu birdir, değil mi sayın
yazar?
Aşkın bukleleri niye bu denli sarı
peki?
Ya da aklın izbelerine doluşan
düşünceler yine sapağa geldiğinde buz kesiyor?
Yorgunluğun mimarı biz miyiz yoksa
bizi bizden eden yargılar, alaylar ve söylemler mi?
Mutlak tınısında mutluluk denen
safsatanın da hengâmesi iken bir diğerinin hüznü bizlerin gönül sofrasına meze
olurken sonra da gelmiş; benliğimizi övüyoruz ne de olsa övünç kaynağımız yine
sağlak sevinçlerimiz oysaki solumuzda hep hüzün saklı ve hüznü seven yüce
Yaratan.
Muğlâk oldukça aslında kimine göre
nüktedan ve sevici bir ışıltı görüp de sevinme babında haykırıyoruz defolu
ruhlarımızla haraç mezat satılmışlığımızı da yok sayıp.
Kandığımız kadar kandırdığımız belki
de saflığa bulaşan o isi seviyor olmamız.
Biraz farklı olmanın neresi kötü
olabilir ki ya da yalıtılmış ruhun yansıttığı mutluluk mademki şükür ve sabır
sayesinde hayat buluyor…
Yorgun coğrafyaların asil halkı.
Asil aşklarımın mağdur kahramanları.
Kahraman addedilene yüklediğimiz
vasıflar belki de:
Korumacı, adilane, aykırı, bilinmez,
ketum, çığırtkan…
Ötelendikçe ötekileştirdiklerimize
değil rahmet sayıp sövdüğümüz sonra da içimizin ipliğini pazara çıkarıp, kutu
kutu boya ile boyadığımız sahte yüzler.
Belki de senin dediğin gibidir her
şey.
Belki de varlığın hiçliğimin
tahakkukudur.
Belki de yalandır ömür.
Belki de zaman kaybıdır düşünmek.
Ya, aşka rest çekenlere ne demeli ya
da aşkı tinsel bir tını ile zikretmek yerine bedensel hicvini görmezden gelip,
dokunmadan da aşkın yaşanacağına duyulan inanç?
Aşk mağduru olsak keşke her birimiz.
Keşke hicvetsek yalnızlığı, içimizde
yaşattıklarımıza duyduğumuz şükrü duyarken Tanrı, biz de esefle doğmayı
becersek yeniden ve sevsek yeniden üstelik sevilmeyi tehir edip bir o kadar
beklentilerimizi yok sayıp da düşsek yollara bir derviş misali.
Yüreğin cengi sayın yazar.
Belki de sevebilmenin gücü üstelik ne
satırlara sığar ne de dimağa.
Yaşadığımızdan fazla yaşattıklarımız;
görüp görmeden, bilip bilmeden tek kelime etmeyip, zihnimizin yorgunluğuna mal
olsa da üstünkörü hayatları yok saysak.
Bazen arzuları öldürüp.
Şehveti yok sayıp.
Paraya tükürdüğümüz.
İhaneti gömdüğümüz.
Aşkı pazarlamadığımız bilakis aşkı
palazladığımız üstelik yanı başımızda şakıyan kuş misali koruyup kolladığımız.
Sevdiklerimize hürmeten çoğaldığımız;
sevilmeden de sevmenin gücüne inanıp İlahi Aşkın coşkusuna kapıldığımız.
Evrildiğimiz.
Bazen devrildiğimiz.
Ama yeni baştan tutunduğumuz.
Onca muamma.
Onca riya.
Onca masumiyet, diyebilmenin şerefine
nail olup asla taviz vermeden içimizdeki çocuktan.
Belki de sadece senin dediğin gibi:
‘’Tüm yazarlar söyledikleri şeylerle
değil, söylemedikleriyle mutlu ederler bizi.’’ (Alıntı)
Tecrübe ile sabit bir söylemden çıkıp
da yola varmayı ertelediğimiz o yaka üstelik aşılmayacak engel mi kaldı da,
demeye itiraz eden bir yüreğin kıyısına diktiğim sancağıma rahmet okurken
Tanrı.
Sevebildiğimiz kadar insanız, sayın
yazar.
Sevebileceklerimiz ise sonsuz ve
inancın attığı o yürek ve tüm hüznü bertaraf eden tek mefhum:
Huzurun erişebileceği en yüksek tepe
belki de insanlığın ölmediğine duyduğumuz inanç ile sıkı sıkıya sarıldığımız
nice güzellik ve sevdiğimiz sayısız insan ve değer.
Dediklerimiz kadar varız belki de
demediklerimiz de adaydır var olmaya aday her hikâyenin gizemli kahramanları
iken bizler…
Dokunmak istediğim kadar değil de
dokunmanın verdiği haz sanırım hayatı kucakladığıma dair inancımın pekiştiği
üstelik bölündüğüm her hücrem, böldüğüm her hece ve sevmeyi azat eden bir
evrenin de şaibelerinden uzak iken insanlık ve masumiyet…
Görüşmek üzere sayın yazar.