1
Bizim
diyarlarda ormancıların kırdıkları cevizlerin sayısı yüzü kat be kat aşardı.
Köylülerimiz orman köyleri. Ormanlar insanımızın yaşamında her zaman büyük yer
tutar. Bir kere evler, ahırlar, samanlıklar, bil umum tarım araçları için
ormana müracaat etmekten başka çıkar yol yoktur. Balta, kazma, çapa sapları hep
ağaçtan yontularak yapılmıştır. Evler yapılırken en iyi tomrukların
biçilmesiyle ortaya çıkan tahtalar kullanılır.
Sadece
bunlar için mi ormana gidilir? Değil elbet. Yakacak temini için de ormanların
yolları aşındırılır. Ormana gitmek, istediğin zamanda beğendiğin ağacı kesmek
serbest mi peki? İşte orada duracaksın! Senede bir kere en çok bir hafta izin
verilir özellikle kış odunu ve yıllık yakacak ihtiyacı için. Peki diğer zamanlar,
diyelim ki, samanlığın çatısını rüzgâr uçurdu. Kerestelik ağaçlar temin etmek
gerek samanlığın çatısını onarmak için.
İşte o
zaman çat kapı; elde hızar ve balta ile ormana dalınmaz. Peki, ne yapılacak?
Yüzünü karartıp köyündeki devlet memuru ormancıya müracaat edeceksin. Durumunu
uygun bir lisanla arz edip ihtiyacının karşılanmasını isteyeceksin. İşin ucunda
ölüm yok elbet. Bu dünyada sadece ölüme çare yok. Her sorunun bir çözüm yolu,
yöntemi vardır.
Çözüm yolları, ünü ilçemizin tüm köylerine
yayılmış Asker amcamızın fıkramsı anısında saklı. Babası askerliği çok sevmiş
olacak oğlunun adını Asker koymuş. Asker Amca, günümüzün Nasrettin Hoca’sı. Çoğusunu
kendinin yarattığı müthiş fıkraları var. Asker Amca’nın köyüne bir gün orman
mühendisi gelir. Köyünde görevli orman memurlarıyla mühendisi evine davet eder.
Yemekler yenir. Kahveler içilir. Bu arada Asker Amca anlattığı fıkralarla
konuklarını gülmekten kırıp geçirir. Bir ara mühendise sorar.
“Mühendis
Bey, yıllarca okumuş adamsınız. Kaç lira maaş alıyorsunuz?” der. Mühendis
normal bir rakam söyler. Asker Amca, üzgün bir yüzle sözlerini sürdürür.
“Durumunuza
üzüldüm mühendis bey, keşke birkaç yıl daha okuyup ormancı olsaydınız. Sizin
aldığınız maaşı ormancılar çoğu kez bir gecede kazanıyorlar…” Ormancıların
yüzleri biraz kızarır! Hepsi o kadar. Fazlada bir şey olmaz. Düzen devam eder.
Ormancılar,
çalıştıkları orman köylerinde derebeyler gibi devran sürdüler. İlkokul mezunu olan
bu beyler köylüleri yıllarca sömürdü. Ormancının izni olmadan kaçak ormana
gidenler de oldu elbette. İşini aşıranlar bir yana çoğu yakalandı. Yakayı ele
verenler soluğu hapishanelerde aldı. Orman Kanununa muhatap olup beraat
edenlere rastlanmaz. Onun için ne yapıp, ne edip ormancıya yakalanmamak
gerekir.
Olmadık
zamanda ortaya çıkan kerestelik ağaç ihtiyacını halletmenin yolu ormancıyla
anlaşmaktan geçer. Yıllarca bu acı döngü devam etti. Çocuktum. Daha ilkokula başlamamıştım.
Yayla evimizin ufak çaplı onarıma ihtiyacı vardı. Çürüyen bir kirişinin
değiştirilmesi gerekiyordu. Babam ormancıları yemeğe davet etti. Bir oğlak
kesti. Et olurda yanında bir şey olmaz mı? Sofrayı bir şişe ile süslemişlerdi.
İlk kez rakı adını o zaman duydum. Başka zamanlarda baba evimizde rakı adını
hiç duymadım.
Şimdi
anlatacağım olaylar yine ormancılarla ilgili. Bölgemiz orman bölgesi. Yaylalarımızın
doruklarına kadar ormanlarımız her tarafı kaplamış durumda. Hopalılar ta
Hopa’dan kalkıp bizim ilçe yaylalarında yayla tutmuşlar. Özellikle çocukluk
yıllarımda bu insanların çoğu koyunculuk yaparlardı. Yazları yaylalara
gelirlerdi sürüleriyle. Yaylada yakacak ihtiyaçlarını bizim yaylaların
yakınlarındaki ormanlardan sağlarlardı. Çobanlık yaparken bir bakardık üç-beş
Hopalı atlarıyla gelip denk yaptıkları odunları atlarına yüklemiş yaylalarına doğru
gidiyorlar. Yaptıkları iş elbette izne tabi olmazdı. Ormancılara denk
gelirlerse işleri sarpa sarardı.
Bu
amaçla bir Hopalı yurttaşımız tek başına atıyla beraber ormana gelir. Bir
yüklük odun hazırlar. Tam o sırada güçlü kuvvetli, cehennem yüzlü bir ormancı
belirir. Atını bir ağaca bağlar ve Allah ne verdiyse tüm gücüyle elindeki
kamçıyla Hopalıyı dövmeye başlar. Zaten çelimsiz, güçsüz bir yapıdaki
zavallının feryatları bulundukları vadiyi kaplar. Ormancı yoruluncaya kadar
adamı döver. İplerini keser. Hopalı yüzü gözü yara bere içinde yaylasına döner.
Atını bırakır. Doğru ilçe merkezine yolunu tutar.
İlçede
hükümet konağının hemen yanı başında önündeki küçük masasının üstünde daktilosu
olan arzuhalciye yaklaşır. Emredercesine haykırır söyleyeceklerini:
“Yaz
der! Aynen yaz. Ey Ankara’da oturanlar… Ey a…..na k..duklarım. Orda rahat rahat
koltuklarınızda oturayırsınız! Hiç bilmayırsınız Zölt’ün Boğazında ormancı ne
b@k yiyor…” Elbette arzuhalci böyle bir dilekçeyi Ankara’ya göndermez. Hopalıya
çay söyler, gönlünü alır.
İşte
ormancıların böylesi sadistçe eylemleri hep yaşanır hadiselerdi. Ağustos
ayları. Yaylada koyunları güdüyorum. Hava güneşli. Yemyeşil yayla düzlerinin en
güzel zamanları. Benim gibi çoban arkadaşlarımda var. Tatlı tatlı sohbetler
ediyoruz. Bazen güreş tutuyoruz. Uzun gün bir türlü akşam olmuyor. Az
ilerimizde ormanlarımızın son uzantısı makilikler var. Daha aşağılarda gürgen,
karaağaç ve daha çok kayın ağaçlarıyla kaplı ormanlarımız uzanıyor. Bazı günler
Ardahan yaylalarından kağnı arabalarıyla insanlar gelip yaylalarına yakacak
temin ederlerdi.
Karşılaştığım
olaylardan birisi iki kağnı arabasıyla ormana yaklaşan Ardahanlılarla ilgili.
Adamlar daha ormana yaklaşmadan atlarıyla iki ormancı bir anda ortaya çıktı.
Ormana yaklaşan adamların önünü kestiler. Henüz suç teşkil edecek durum
yaşanmamıştı. Ormancılar Ardahanlılara:
“Hayırdır
ağalar, böyle gün ortasında yolculuğunuz ne tarafa?” İşleri sarpa saran
Ardahanlıların yüzlerinden dökülen bin parça. Yaşlı bir adam kızgınlıkla cevap
verdi ormancılara:
“Nereye
mi gidiyorum! Kara yolun katına, Cehennemin altına gidiyorum!” İki ormancıya
karşı ormana giden üç adam vardı kağnıların başında. Arabalarını kolay kolay
düze indirecek gibi değillerdi. Fakat ormancıların tüfekli. Karşılıklı
bağırmaya başladılar. Ardahanlılar:
“Azıcık
maki yükleyip boş arabalarla geri dönmezsek olmaz mı?” diyerek biraz aşağıdan
almaya başladılar. Ormancıların yumuşacağı yoktu. Sertçe sözlerine devam
ettiler.
“Canınız
dayak istemiyorsa arabalarınızı geri çevirin geldiğiniz gibi dönün
yaylalarınıza…” Yapacak bir şey yoktu. Adamlar kuzu kuzu geri döndüler.
Bir
başka gün yine aynı düzlüklerde koyun güdüyorum. Ardahan yaylalarından bir adam
kağnısına yüklediği daha çok makilerden oluşan yükü ile yavaş yavaş yanımdan
geçiverdi. Aradan çok kısa bir zaman geçti. Atıyla bir ormancı adeta bitiverdi.
Birden ortaya çıktı. Atını kağnıcının yanına kadar sürdü. Yıldırım hızıyla
atından indi.
Adamı
dövmeye başladı. Ormancılar hemen hemen bir santimetre çapı kalınlığında kamçı
taşırlar. Kapçı hayvan derisinden örülür. Eğer kamçı ile es kaza insanın elinin
ayasına bir kez çok hafif vurulsa dayanılmaz acı verir. Ormancı adama ha bire:
“Aç
ellerini!” diye bağırıyordu. Zavallı adamın yapacağı hiçbir seçenek yoktu.
Ormancının emirlerini harfiyen yerine getiriyordu. Ormancı son gücünü
harcayarak kapçıyla adamın ellerine vuruyordu. Bulunduğumuz yer geniş bir
düzlüktü. Kamçının her şaklamasıyla oluşan sesler düzlüklerde yankılanıp arşa
yükseliyordu.
Adam,
bir çocuk gibi ağlamaya başladı. Hani denir ya, dünyada en acımasız yaratık
insandır diye. Bu yargı ispat edilircesine ormancı insanlık dışı eylemine devam
etti. Kendini kaybetmiş bir durumda zavallı adamı ha bire dövüyordu. Kamçının
her şakladığında adamın hissettiği aynı acıyı vücudumun en uç noktalarında ben
de hissediyordum. Yapacağım bir şey yoktu. Bir söz söyleyip ormancıyı
sakinleştirecek durumda değildim.
Yıllar
geçti. Yaz tatillerinde memleketi ziyaret ederim. Yaylalara çıkar çobanlık
yaptığım yerleri dolaşır, çocukluk günlerinin anı kırıntılarını hatırlamaktan
farklı tatlar alırım. Fakat ormancının garip Ardahanlıyı döğdüğü yere
yaklaştığım zaman yıllar önce tanık olduğum hazin sahne daha dün yaşanmış gibi
gözlerimin önünde canlanır. O zamanlar hissettiğim acıyı tekrar yaşarım.
İnsanın insana
çektirdiği acılar ne yazık ki günümüzde katlanarak yaşanıyor. Haydut devletler
güçsüz devletlerin topraklarını işgal edip zenginlik kaynaklarına el
koyuyorlar. Bu arada nice suçsuz, günahsız insan ölüyor. Bölgesel savaşlar,
anarşi, terörün bir türlü önü alınamıyor. Dayanılmaz acılar yaşanıyor.
Ne
diyelim. Durumu kabul mu edelim. Dün ormancıların yaptığı zalimce eylemleri
günümüzde farklı güçler pervasızca sürdürüyorlar. Bu kısır döngüyü ters
çevirmek için; barıştan dostluktan yana olmaktan başkaca bir makbul çözüm yolu
yok. Barışı, bir arada huzur içinde yaşama iradesini sürekli gündemde tutarak
insanlık olarak güzel günler yaşayabiliriz. Yaşlı dünyamızın kaynaklarını
insanlığım barışı ve mutluluğu için kullanma iradesini gösterirsek yer
karasında acıların yerini güzellikler alır diye umut ediyorum.