"Ay buluta girmiş." diyordu geceyi
giyinmiş bir adam. 'Adam hüzne...' dedim gayriihtiyari. "Ay buluta girmiş." diyordu karanlığı örtü edinmiş bir
adam. 'Adam hüznü giymiş.' dedim
bile isteye. Ne kadar sevilmediğini
her fırsatta dile getiriyordu adam. "Sevilmeyi
sevilmeyi kör olduk." diyordu. Kalbe pas değdi. Güle küf.. Üf!
Sevgisizliği
ağzına kadar yaşayan adamı anlatmak istiyorum. İtirazı yoktu sevmelere. İsyanı
yoktu rabbe. Yediği darbelere ah'ı kalmadı daha. Ağlamaksa kaderi oluyordu ve
abdestini almak için bir lütuf sayıyordu ağlamayı. Çiçekleri hüzünle besliyor
ve en keskin kokulu çiçekleri yetiştiriyordu. Damarını kesip nefesleniyordu kör
ve paslı bir bıçakla. Werther onun yanında hikayeydi sadece.
Alemlerin
yaratıcısı görüyordu onun bu halini ve imtihanın böylesi her kula nasip olmazdı
bunu biliyordu adam. Ferhat, sahiden dağları delerken elindeki külüng ile bu
hüzün bakışlı adam da yüreğindeki sahici hüzün dağlarını deliyordu kalemiyle. Mecnun
çölü otoban eylerken Leyla'sı için adamımız da ruhundaki çölleri aşkı için orman
eyliyordu. Ney dertli dertli çalmıyordu artık onun aşkına şahit olduktan sonra,
bülbül kendini yok yere perişan eylemiyordu, pervane mum için kendini ateşe
atmıyordu. Bir dalgalı denizdi durgunlaşmıştı. Bir fırtınalı havaydı,
açmıştı.Kıştı bahara ermişti.
Baktığı
her yerde hayat son buluyordu. Bu bile adamı yoruyordu. Herkes soruyordu: Mevlana'ya
Şems olan bu hüzün bakışlı adama da mı Şems oluyordu? Pervane muma atıp da
canını kül edince, inceden inceye bir sızı girmez mi cana? Adam da sevmekten
dolayı sızısız yer mi kaldı?
Akıl
denen şey emanet değil de nedir insana? Kafası akıl dolu olsa ne olmasa ne? Kalbi
olmayan adam, adam mı sayılır bu alemde? Kalp meydana çıktı mı dünyanın aklını taşısan
ne yazar? Dünya kadar akıl yan yana gelse ne olur ki? Adam akılla değil kalple
seviyordu. Sancıması bu yüzdendi.
Dokunduğu
her şey kuruyordu. Aşkın Midas'ı oluyordu. Açan çiçek soluyordu. Öten bülbül
düşüyordu. Adamın ruhu geçiyordu dokunduğu her şeye, bu o derece tesirli bir
hal idi ki onunla göz göze gelmek bile ölüm tehlikesi demekti. Adam resmen
çarpıyordu. Ondan elektrik alamadım diyen yok gibiydi.
Dünyayı
zapt eden bir komutan gibiydi adam, ama gönlü sevgilinin avucunda ürkek bir
ceylanın masumiyetine bürünüyordu. Heybetiyle dağları düz eden adam bir ahu
gözlünün tutsağı oluyordu. Bu tenakuz hali insana has bir özellikti. Herkese
aslan kesilen bir işveli yâre kuzu oluyordu. Her şeyi kıran, onun karşısında
bir cam gibi paramparça oluyordu.
"Şîrler pençe-i kahrımda
olurken lerzân
Beni bir gözleri âhûya
zebûn etti felek." diye
haykırmıştı ya Yavuz Sultan Selim. O, aslanları pençesiyle titreten ve korkutan
padişah, ceylan gözlü birisine kul köle oluyordu. damın hali de Yavuz Sultan
Selim'den farklı değildi. Gürbüzlüğüyle düşmana
korku saran adam, bir ince bellinin nazarıyla suspus oluyordu. Meğer aşk imiş
alemdeki en güçlü silah, en tesirli zehir aşk imiş.
İlahi aşk,
sen adamı madara da edersin kadavra da! Sen adamı el üstünde de tutarsın yerle
bir de edersin. Adam şu an enkaz halindeydi. Dünyası başına yıkılmış, aklı
yitmiş, gözlerinin feri sönmüş, beti benzi atmış bir haldeydi.
Adam aşkın
ölgün haliydi.
Solgun
rengiydi.
Dünyanın en
büyük silahı aşktır. ABD bütün bombaların anasını patlattı geçen günlerde. Oysa
aşkın silahı bütün bombaların anasının da anasıdır. Hangi kalbe doğrultulduysa
o kalp bir daha iflah olmadı. Hangi kalbe düştüyse o kalp bir daha mamur
olmadı.
Adam bir aşk
maktulüydü.
Yaşıyordu
ama ölüydü.
Vardı ama
yoktu.
Sevdiği yüreğindeydi
ama yanında değildi.
Adam, dilinde
eksik etmediği bir şarkı gibi "Ne kadar da sevilmedik?" diyordu. Gözleri
karalar bağlamıştı, kalbi yaralar...