Bir varmış, iki yokmuş, üç varmış dört
yokmuş, beşin bu işler ile hiç alakası yokmuş, beş o sırada senelik izindeymiş.
Develer tellal, pireler berber iken, yavru pireler berber çırağı iken, hem
develerin tellallığına hem pirelerin berberliğine, hem de yavru pirelerin
berber çıraklığına itiraz çokmuş. İtiraz çoksa da hem develer, hem pireler, hem
de yavru pireler hiç mi hiç umursamamışlar bunu. Masal bu ya, adı üstünde işte
masal, sen de oku bakalım da ders al. Almazsan da canın sağ olsun, ben yine de
anlatayım.
Ayşegül ile Cin Ali iki kardeşmişler.
Evet, evet şaşırmayın hani şu ilkokul bir de karşımıza çıkan Cin Ali bu Ali...
Tabi epey büyümüşler, okumuşlar okumuşlar da ilkokul son sınıfa kadar
gelmişler... Tam onlar ilkokul son sınıfa geldikleri sene İnternet bütün
dünyada yaygınlaşmaya başlamış. Amerika'da, İngiltere'de, Malezya'da, Tunus'da,
Yeni Zelanda'da, Dominik Cumhuriyetinde, Fildişi Sahillerinde, Burkina Faso'da,
Türkiye'de ve adını yazamadığımız bir dolu ülkede... Eee, tabi Ayşegül ile Cin
Ali de bundan nasiplerini almışlar. Babalarına hemen birer bilgisayar
aldırmışlar. Bilgisayar gelirde evlerine, İnternet'e girmezler mi? Sosyal
medyayı da kullanmazlar mı? Kullanırlar tabi ki hem de harıl harıl...
Hayatlarına İnternet girene kadar
baharda, yaz aylarında, sokaklarda çok sevdiği arkadaşlarıyla oyun oynayan
Ayşegül ile Cin Ali daha sonra yavaş yavaş sokaklardan ellerini eteklerini
çekmeye başlarlar. Ne saklambaç kalmıştır akıllarında, ne körebe, ne de iki tane
taş koyup da tek kale maç yapmak, duvarın üstüne oturup arkadaşları ile sohbet
etmek ya da evcilik oyunu oynamak.
Ayşegül'ün de Cin Ali'nin de kısa
zamanda sosyal medyada tanıdıkları veya tanımadıkları, bazısının sadece
resimlerini gördükleri bir dolu arkadaşları olmuştur. Artık arkadaş sayıları
yüzler ile ifade ediliyor ve mutlu oluyorlardı... Her ne kadar anne ve babaları
bir takım kısıtlamalar getirmiş olsa da bilgisayar kullanmalarına, onlar yine
de bir yolunu bulup sosyal medya ağlarına takılıyorlardı... Zaman zaman sosyal
ağlar rüyalarına bile giriyordu... Anne ve babalarının ''Oğlum Ali kızım Ayşe
hava çok güzel çıkın biraz bahçede bisiklete binin ya da arkadaşlarınız ile
oynayın.'' laflarına hiç aldırış etmeyip bilgisayarlarından başlarını kaldırmıyorlardı...
Saklambaç küsmüştü Cin Ali ile
Ayşegül'e... Nasıl küsmesin ki? Daha öncesinde sık sık oynadıkları bir oyun
iken, bilgisayar geldikten sonra günlerce gelip de saklambaç oynamamışlardı,
bir sobe bile dememişlerdi apartmanlarının duvarına, ne Cin Ali, ne Ayşegül ne
de arkadaşları... ''Böyle giderse ben de bir kaç sene içinde yok olur giderim,
çocukların hayatından çıkarım.'' diye düşünmeden edemiyordu Saklambaç... Sanki
diğer oyunlar farklı mıydı? Körebe, Yağ Satarım Bal Satarım, Top Tepmek, Topaç
Çevirmek, Mendil Kapmaca... Hepsinin hayatında, İnternet dünyaya geldikten,
çocukların yaşantısına son sürat girdikten sonra, endişe ve korku hakim olmaya
başlamıştı...
Sonra bir gün, bütün oyunlar Saklambacın
liderliğinde bu işe çözüm bulmak için bir araya geldiler. Saklambaç mikrofonu
almış eline, söylemiş de bakalım ne söylemiş, dinleyenler nasıl dinlemiş.
''Arkadaşlaaaaar görüyorum ki hepiniz endişelisiniz, çocuklar, bizim
çocuklarımız, hatta dünya çocuklarının bir çokları bu İnternet hayatlarına
girdikten sonra bizleri terk etti.'' Diğer oyunlar can kulağı ile Saklambacı
dinlerken ona da hak vermemezlik edemediler... Sonra devam etti Saklambaç ''Bu
çocukları tekrar sokaklara kazandırmamız, oyun oynamalarına zemin hazırlamamız
lazım, en azından hepsini sokaklara çekemezsek bile bir kısımını yeniden
kendimize çekebilmeliyiz.'' Onu dinlemekte olan oyunlarda yine Saklambaca,
hmmm, evet, doğru, çok doğru diye onaylayan kelimeler kullanarak onay verirler
... Saklambaç tekrar arkadaşlarına dönerek ''Neler yapabiliriz bunun için
düşüncelerinizi öğrenmek isterim.'' diyerek sorar. Körebe parmak kaldırıp söz
almış, görelim bakalım aldığı söz nerelere varmış. ''Arkadaşlar, benim adım her
ne kadar Körebe ise de bu bazı gerçekleri görmeme engel değil, oyundaşlarım,
madem ki bu İnternet bizim sokak oyunlarımıza büyük bir darbe vurdu, o zaman
bizim yapacağımız yegane şey de, kendimizin, yani oyunlarımızın reklamını yapıp
da çocukları tekrar bizleri oynamaya teşvik etmek, yani sokaklara çekmek.''
Diğer bütün oyunlarında aklına yatmıştı Körebenin bu teklifi... Oturumu yöneten
Saklambaç sazı ve sözü tekrar almış eline, bakalım ne söylemiş ''O zaman sokak
oyunlarını tekrar yaygınlaştırmak ve çocukları sokağa çekmek için ülkenin ileri
gelen bütün basın yayın kuruluşlarına özellikle de görsel basın dediğimiz
televizyon ve İnternet ortamlarına, gazetelere bu günden tezi yok reklam
veriyoruz arkadaşlaaaaaaaaaaaaaar!'' Bu kararı hepsi coşku ile kabul edip
ayakta alkışladılar... Daha sonra Saklambaç sazı ve sözü son kere alıp da
eline, davudi sesiyle, yüksek perdeden oyundaşlarına dönerek ... ''Sloganımızda
belli değil mi arkadaşlar, haydi çocuklar sokağa, haydi çocuklar oyuna, mahzun
kalmasın oyunlar, mahzun kalmasın ne saklambaç, ne körebe, ne topaç çevirmek,
ne de mendil kapmaca...''