Bir sonbahar günü Sakarya Caddesinde, ellerim ceplerimde, ıslık çalarak
öyle sakin bir şekilde yürüyüp, yerdeki bastığım yaprakların hışırtısını
dinlerken, karşıma nereden çıktı ise, aniden eski çocukluk arkadaşım Hikmet
çıkmaz mı...
-Vay ne haber baba okulu bitirdik, bir kayboldun pir kayboldun kerata, neler
yapıyorsun bakalım?
-Ne olsun İsmailciğim yuvarlanıp gidiyoruz işte. Okulu bitirdim sonra
üniversite sınavlarını kazanamadık, biz biliyorsun sınıftan üç beş arkadaş ile
daha sonra vatana borcumuz varmış onu ödemeye gittik, o zaman paralı maralı hak
getire, zaten hak getirmese de bizde fitik nanay anlarsın ya, ödedik vatan
borcunu alnımızın akıyla. Gelince ben baktım şehirde iş miş yok döndüm bizim
kasabaya. Baktık orada üç beş sene eğlendik, emme boşa eğlenmişiz tekrar geldik
şehre. Buralarda eşin dostun yardımı biraz da Allah'ın inayeti ile bir işe
girdim en ssk'lısından karım var, iki de çocuğum var ellerinden öper geçinip
gidiyoruz işte...
Suratına bir baktım yine o gençlikteki dalyan gibi Hikmet azıcık saçları açılsa
da, ara ara siyaha beyaz karışsa da saçlarında, yanakları hafif çukur çukur
olsa da, enerjisinden esprisinden neşesinden fazla bir şey kaybetmemiş gibi
görünüyor. Döndüm Hikmet'e...
-Sen bildiğim kadar Fenerli idin oğlum, bakıyorum şimdiden takım değiştirmeye
Beşiktaşlılığa doğru sağlam adımlar ile ilerliyorsun, saçlarının siyah
beyazından kelli...
Biraz alınır gibi olsa da belli etmedi.
-Sende de var İsmail azıcık beyaz sende de var.
-Var oğlum var biz inkar etmiyoruz ki, yaşlandık baba yaşlandık boyumuz kadar
çocuklarımız var. Nerede oturuyorsun evin barkın, karın çocukların mutlu musun
bari?
-Sorma birader o kadar mutluyum o kadar mutluyum ki, hatta mutlular arası
olimpiyat olsa kesin derece yapar krom madalya bile alırım, hayli iddialıyım bu
konuda. Evim de bir konfor var, bir konfor hayret edersin. Dersin ki bundaki
konfor İngiltere Kraliçesinin Buckingham Sarayında bile yok, İsveç Kralı
Güstav'ın başkanlık sarayında da aranıp bulunmaz ve dahi Amerikan Başkanının
siyah giyen siyah renkli adamın ak sarayı mı, beyaz sarayı mı orada da yok.
Hatta ve hatta sekiz yüz altmış dört rakımlı tepede oturan vatandaş da bu kadar
konfor içinde değil...
Anlattıklarından bayağı heyecanlanmıştım. İşçi olup da bu kadar konfor olsun
bir adamın evinde. Kendi kendime dedim bu ya benle kafa yapıyor yada benim
bilmediğim başka bir mutluluk formülü var bu adamın. Biraz kurcalayayım
bakalım...
-Nasıl oluyor oğlum bu iş anlat bakalım hele...
Bu döndü bana başladı anlatmaya...
-Bir kere bizim evde her şey uzaktan kumandalı İsmail'cim, aklına gelebilecek
her şey. Benim mutluluğum da buradan kaynaklanıyor işte dostum...
O anlattıkça iyice meraklanmaya başlamıştım her ne kadar belli etmesem de.
Devam etti...
-Evimiz nohut oda bakla sofa, senin anlayacağın iki artı bir. Başka bir deyiş
ile beş eksi üç, artı bir de diyebilirsin. Akşam eve gelince sofraya oturuyorum
önce. Hanımmm, tabağa yemek koy. Hemen koyar. Kız terliğimi getir, hemen
getirir. Ayağıma giydir, hemen giydirir. Sofradan kalkarım ellerimi yıkamaya,
kız musluğu aç, ellerimi ben yıkarım ama, kız musluğu kapat. Hanım havluyu ver,
verir illa ki. Sonra televizyonun karşısına geçerim. Benim televizyon siyah
beyaz milattan önceden kalma nerede ise, kıza seslenirim, kız Kanal D ye bas,
basar. Oğlana seslenirim bu sefer, haberler var, TRT ye bas, o da basar. Aman
derim bana kumandayı vermeyin, yorgunum zaten, vermezler sağ olsunlar. Hanım
çay koyar, getirir önüme, kızı çağırırım, kız çayımı karıştır bakalım, kaşığı
içinden çıkar. Sonra gazeteyi getirirler önüme, ama sayfalarını ben çevirmem, okudum mu bir kaş göz işareti kıza, kız da cin gibi kendi kızım diye demiyorum,
anlar hemencecik sayfayı çevirir. Bir kaş göz daha yaparım hemen, spor sayfası, yine çevirir. Arada kahvem gelir, kız annesinden öğrendi bu küçük yaşta. Tam
okurken gözlerim gazetede oğlan ağzıma götürür kahveyi, ama harbiden hüüüp diye
höpürdetmesini ben yaparım, hem de güzel höpürdetirim, ona hiç üşenmem...
Ben de saf saf dinliyorum anlattıklarını. O yine devam ediyor...
-Geçen gün komşu Hidayet Bey ile hanımı geldi. Sohbet muhabbet faslından sonra,
tutturdu Hidayet Bey tavla oynayalım diye. Severim tavlayı sevmeye de. Zarları
al salla tavlanın içine at. Pulları oyna uzun iş. Çağırdım benim kızı, Hidayet
Beye de söyledim, kızım oynayacak benim yerime, ben sadece zarları atarım dedim.
Şaşırdı baştan biraz. Araya lafı sokuşturdum çakmasın diye. Öğrensin istiyorum
öğrensin, yoksa başka bir maksat yok dedim. Ha tamam dedi...
Anlattıklarına bayağı şaşırmıştım Hikmet'in
-Pes vallahi pes dedim Hikmet demek her şeyde uzaktan kumanda dediğin buymuş.
Sen şuna ''Tembellikten eşeğe dayı çağırıyorum'' desene...