III.4. Darwinizm

 

                         Evrim düşüncesi, bir inanç değil, hatta bir hipotezden de ileri, doğruluğu birçok ve çeşitli alanlardaki bilimsel gözlem ve deney ürünü sayısız verilerle her gün yoklanıp, biraz daha fazla ispatlanan bilimsel bir teoridir. Kuramının ilk ifade edilişi olan Darwin’in Türlerin Kökeni isimli çalışmasıyla günümüzdeki hali arasında çok büyük farklar olması, kuramın değişmez bir inanç değil, bilimsel bir araştırma olduğunu kanıtlar.

                       Evrimin bilimsel gerçeği, adından da anlaşılacağı üzere, bir nevi ideolojiye dönüşmüş Darwinizm’le bir değildir. 19. yüzyılın ikinci yarısı, deyiş yerindeyse, Darwin'in bir bakıma putlaştırıldığı dönemdir. Türlerin Kökeni, İncil gibi, istenilen anlamda yoruma açık yarı kutsal bir kitaba dönüşür. Almanya'da, doğal seleksiyon ilkesi Prusyalı Junkerlerin üstün ulusların oluşması için zayıfların yok edilmesi gerektiği inancına, aranılan bilimsel desteği sağlar. O dönemde ve hatta yakın geçmişe kadar, kısmen bazı İskadinav ülkeleri dahil, çoğu Batı ülkesinde, saf, kusursuz ırk yaratma amacıyla özürlü ve kusurlu insanlar kısırlaştırılmış, toplama kamlarında toplanmış, hatta öldürülmüştür. Ancak Darwin'den sonra bir ara Sosyal Darwinizm adı altında etkinlik kazanan ve izlerini Hitler, Stalin, Mao gibi cani diktatörlere kadar sürdürebileceğimiz bu tür görüşler, evrim kuramının bilimsel olmadığını ispatlamaz; aksine sapık zihinlerin, düşüncelerini empoze etmek için, bilimsel gerçeklere dayanma çabalarını gösterir. Unutmayalım ki İslam adına terorist eylemler yapanlar da Kur’an’dan dayanak aldıklarını ifade edebilmektedir. Ama bu İslam’ın yüce ruhunu asla lekeleyemez.

 

                     Doğada, toplumsal yaşamda olduğu gibi, Darvinizm’in ileri sürdüğü yarışma ve savaşım yanında, dayanışma ve işbirliği de vardır. Devamlılığını sağlayıp ayıklanmaktan kurtulan en uyumlu türler, her zaman en güçlü türler demek değildir. Güçlerini birleştirip dayanışma içine girenler de, en güçlüler gibi, başarı sağlar. Darwinizm’in görüşlerine zıt olarak bizzat Darwin, İnsanın Soyu adlı kitabında bu noktayı açıkça belirtmiştir: Üyelerinin çoğunluğunun birbiriyle dayanışma içinde olan topluluklar en iyi gelişme gösteren ve çoğalan topluluklardır.” Ancak bilimsel disiplinden uzaklaşıp ideoloji olma yoluna giren Darwinizm, tüm ideolojiler gibi, işine gelen bir noktada saplanıp kalmıştır. Darwin'den sonra evrimde dayanışmanın önemini vurgulayan ilk yazar, yüzyılımızın başında adını duyuran Prens Kropotkin (öl.1921) olmuştur. Evrimde Bir Faktör: Yardımlaşma adlı yapıtında bu konuları işler. Dayanışma eğilimi özellikle kuşlar arasında belirgindir. Serçe ve benzeri küçük kuşların, doğan, şahin, kartal gibi yırtıcılardan kendilerini dayanışma içine girerek korudukları bilinmektedir. Kropotkin, “Hayvanlar dünyasını, kanlı dişleriyle kurbanlarını durmadan parçalayan aslan, kaplan ve sırtlanlardan ibaret saymak tümüyle yanlış bir bakıştır. Öyle olsaydı, insan yaşamını da sürekli savaş ve toplu kırım saymamız gerekirdi.” der. Fizyoloji ve tıp alanında tanınmış bilim adamı Kenneth Walker'in de benzer olarak şunları söyler: “Yıllarca önce Doğu Afrika'da avlanmaya çıktığımda hayvanlar arasında gözlemlediğim dayanışmanın birçok örneği hâlâ belleğimde canlıdır. Athi düzlüklerinde değişik zebra ve ceylan sürülerinin tehlikelere karşı birbirlerini uyarmak için belli yerlere nöbetçi koyduklarına tanık oldum. Zebra avlamaya çıkmamıştım; ama ceylan avlamam da hemen hemen olanaksızdı. Çünkü ne zaman birine yaklaşmak istesem, nöbet tutan zebra tehlikeyi fark eder, ceylanları uyarırdı. Gene zürafalarla filleri de çok kez birlikte bulurduk. Fillerin kocaman kulakları, son derece keskin işitme duyuları vardır; ancak görme duyuları zayıftır. Zürafalar ise adeta gözetleme kulelerine yerleştirilmiş bekçiler gibidir. Güçlerini birleştirdiklerinde görünmeden ya da duyulmadan ne fillere ne de zürafalara yaklaşmaya olanak vardır. Daha ilginç (daha doğrusu son derece garip) bir işbirliği gergedanlarla, derilerine gömülen kene türünden parazitleri ayıklamak için sırtlarında sıralanıp oturan kuşlar arasında idi. Bu kuşlar her zaman tetikte bekler, yaklaştığımı çok uzaktan fark eder etmez hırçın çığlık ve gagalamalarla konuğu oldukları hayvanı uyarırlardı. Gergedan kaçmaya koyulduğunda kuşlar bir katardaki yolcular gibi hayvanın sırtına asılıp yerlerinden ayrılmazlardı.” 

  

GÜLEN KÜÇÜK FOTOĞRAF

 

Bir fotoğraf vardı. Küçük bir kızın. Gülen bir fotoğraf… Harabeye dönmüş yıkık bir evde, rüzgarla sürüklenen… Bir zamanlar hayatla dolu olan bu harabeyi rüzgarın gücüyle dolaşan… Bir fotoğraf vardı. Küçük bir kızın. Gülen bir fotoğraf…

 

Oysa küçük kız, o fotoğrafın, neşeyle koşuştururdu cıvıltısı olurdu odaların. Ve fotoğraf, o küçük kızın anılarını taşır şimdi odalara. Varlığına sinen hayatını taşır. Geçmişini, evinin en güzel köşesinde, çerçevesinde olduğu günleri, hapsini…

 

Hapsini taşır gülen fotoğraf rüzgarın nefesiyle özgür. Yıkık evde yitikliği taşır. Şimdi gülen küçük fotoğraf, içinde bitimsiz bir hüznü büyütür.

 

( Ya Hu Ve Adem- 2. Bölüm Adem Ve Evrim -23- başlıklı yazı KENAN KOÇ tarafından 8.02.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.