6-) Âlemlerin Geçiciliği ve Gerçekliği

 

                                      Hubert Reeves şu satırlarında dünya hayatının geçiciliğini vurgular : “Fırtına zamanı dalgaların kayalık üzerinde kulakları sağır eden bu patlaması, milyonlarca yıldır yankılanıyor; bugün de ben tanıklık ediyorum ona. Uzun bir süre daha yankılanmaya devam edecek ama ben artık var olmadığım için işitmeyeceğim. Yüzleri değiştirmeye bir yüz yıl yetiyor. İnsanlar ölüyor ama yaşam hiçbir şey olmamış gibi bir biçimde devam ediyor… Atomlar kalıcıdır. Yok edilemezler. Oysa canlı organizmalar sürekli olarak tehdit altındadır. Yaşamımızı sürdürmek için savaşmak zorundayız. Ama uzun vadede ölüme mahkumuz. Hayatta kalma umudumuz bütünüyle dölümüzde kendini sürdürür. Soyun devam etmesi için, döllerimizin döl verecek çağa ulaşması için, onları korumamız, özenle kucaklamamız, o güç yaşama mesleğini onlara öğretmemiz gerekir.”

                                     İnsanın kendi hayatı, tüm yaşadıkları ; son tahlilde zihninde bir anı yani düşünce, bilgi haline gelmektedir. Benzer şekilde tüm insanlık tarihi ve hatta evrenin tarihi,( örneğin bir insanın bilincinin tüm geçmişi kuşattığını varsayarsak), şu anda sadece bir anı değil midir? Sanki her şey şu anda derinlerde olmuş bitmiş ve izi kalmış bir anıdır. Ve şu an denen sonsuz küçük an, her an kendini geleceğe taşıyarak, kendinde geçmişin izlerini tutarak, sonsuz büyük bir ana dönüşmüyor mu? Ve geçmiş, izini ana bırakan geçmiş, şu anda yok hükmünde değil mi?

                                   Bir mikroskopla çalışan araştırmacı için, mikroplar alemi, gözlemlediği bir alem olarak vardır. Ama sıradan bir insan için sadece bilgidir. Hatta belki bu mikroskobik âlemi hiç duymamış biri için bu alemin bilgisi bile yoktur. Görüp yaşamadığımız mikroskobik âlemdeki bir mikrobun yaşamının bizde bir izi, anısı bile yoktur. Nice şeyler, görmediğimiz için yok hükmündedir. Belki çok daha farklı bilinçlerin idrakinde de şu yaşadığımız âlem hatta biz, bir yok hükmündeyiz.4

“Dehr içre öyle bir süreç vardır ki, insan henüz anılır bir şey dahi değildir. (İnsan üzerinden , kendisinin anılır bir şey olmadığı , dehr içre bir zaman geçmedi mi ?)” (76/1)  

“O (şeytan) ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler.” (7/27)

                                  Öyleyse bilinç her an evrenin yokluğuna inip çıkmakta, varlıktan yokluğa, yokluktan varlığa geçmektedir. Her şey son tahlilde bir anı, bir düşünce, bir biliş, bir ilim olarak kalmaktadır. Tıpkı bir elektronun bir an bu evrende parçacık olarak ortaya çıkışı bir an saklı bir yaşam düzenine gizlenişi gibi. Her şey anda, adeta yokluk kaynağından fışkırmakta ve tekrar o anda kaynağa dönmektedir. Sanki evren sürekli sabit bir görüntü değil, hızla yanıp sönen neon ışıklarının sergilediği bir görüntüdür. Evren; yanarken varlığını ,sönerken

 

yokluğunu haykırmaktadır.Yani yok hükmünde var oluşunu, geçiciliğini ; adeta var görünen, yokluk denen kaynaktan gelen ve tekrar yokluğa dönen dalgaların evreni gibi .

                                     Tıpkı su yüzünde daimi bir dalganın kalamaması gibi. Yokluk üstünde de daimi bir varlık kalmamaktadır. Tıpkı sesin bir an var, bir an yok oluşunun sessizliğin üstünde oluşu ve kulaklarda bir anı olarak kalışı gibi... Her şey bir masal, her şey bir varmış bir yokmuş hükmünde sanki. Yok olan her şeyin kaynağı Yokluk’ tan başka olan ne var ki ? Çünkü Dünya, bakana var ve o da bir anı olarak vardır. Bir anının bir düşten, şu anki gerçekliği açısından farkı nedir? Hayat, nesnel bir düşten başka nedir? Bize göre nesnel olması açısından yaşanmalı ve gerçekliği kabul edilmelidir. Ama bilinmeli ki Yokluğun indinde her şey rüyadır. Bize göre yokluk olanın indinde asıl biz yok hükmündeyiz. Her şey tasavvufi deyimle, noktadaki nüktede gizlidir. Varlık ‘Hu’dan bir nüktedir. Hayy’dan gelip Hu’ya giden, Hayy’dan gelip Hu’ya varamayan ve sonuda Hayy Allah diyen bir nükte işte.4 Zira Allah’ın Hayy (Hayat sahibi) sıfatının kısmi ve eksik tecellisinden oluşan canlılar, Allah gibi ezelden ebede bir hayat sahibi olamazlar. Yaşamları hiçliklerine, Allah’ın ‘Hu’ makamına yöneliktir. Allah’ın kudretiyle oluştadırlar. Her an Hayy ile ‘Hu’ arasında gidip gelirler , ama asla Hu’ya da ulaşamazlar. Hayy’dan gelen Hu’ya gitse, yönelse de, Hayy’dan gelen Hu’ya varamaz.

                                   Bagavad Gitta’da, hayatın geçiciliği ve mutlak mutluluğa yani Allah’a ulaşmaya yakin olmak için geçici olana bağlanmanın aşılması gerekliliği şöyle vurgulanır: 

“Kendilerini her şeyde, her şeyi de kendilerinde bulanlar, gönüllerinden her türlü bencil isteği atmış olanlar bilgeliğe ermiş olanlardır. Ne acılarla yıkılırlar, ne zevk peşinde koşarlar; onlar hırs, korku ve öfkenin boyunduruğundan kurtulmuş, ruhları dingin, ermiş kişilerdir. Bütün bağlarından kurtulmuşlardır. Ne iyi yazgılarına sevinirler, ne kötü yazgılarına üzülürler. İşte bu gerçek bilgeliktir. Kaplumbağanın kabuğuna çekilmesi gibi, onlar da duyularını dünya zevklerinden çekmiş ve gerçek bir iç görü kazanmışlardır. Bunu bilerek duyularını denetleyen kişi zihnini hep bende yoğunlaştırmış olarak bilgelik içinde yaşar. Kişi bedensel zevkler için yaşarsa onlara doğru çekilmeye başlar. Bu çekilmeden istek doğar, istekten de tutku ve öfke. Oysa duyular dünyasında yaşayıp da nesnelere ne tutkuyla bağlanan ne de onlardan nefretle uzaklaşan kişi, tam bir denge, ruhsal bir erinç içindedir. Kendisini aşıp bu bütünleşmeyi sağlayamayan bir zihin, Tek olanda odaklaşamaz. O zaman da ne erinç bulabilir ne de sevinç. Zihnini duyuların egemenliğine terk eden kişi, fırtınaya tutulmuş bir gemi gibi oradan oraya savrulur durur. Nasıl bütün sular denize akar ama deniz hiç taşmazsa, ruhu durulmuş kişi de istek duyar ama bu isteklerden etkilenmez. Oysa tutkulu kişiler için bu böyle değildir. İşte insandaki Sonsuz budur. Bu noktaya ölüm anında bile ulaşılabilir ve ölümden ölümsüzlüğe geçilir.”

 

 

 

“Hiçbir şeye bağlanmadan zihinsel güçlerini tam bir denge içinde tutmayı başaran insan, Doğru Eylem yolunda yürüyen kutlu bir kişidir. Tüm eylemlerini yalnızca Yüce Olana ada ve zihnini içindeki Sonsuzda odaklaştır. Kendin için bir şey beklemeden, ruhsal bir erinç ile yap savaşını. Bu tanrısal yasalarla uyum içinde, inançlı bir biçimde ve yakınmadan yaşayan kimse, eylem yasasının etkisinden kurtulmuş olur. Yakınıp eleştirerek bu yasaları değiştirmeye çalışanlar, büyük bir yanılgı içindedir. Onların çektikleri acının nedeni, kendilerinden başkası değildir. İstek insanın duyularında, zihninde ve aklında yaşar. Bunlar aracılığıyla ruhu körleştirir ve bilgeliğe engel olur. Onun için duyularını dizginle ve bilgeliği yok eden günahkar isteği öldür. Yaptığın, yediğin, verdiğin her şeyi bana armağan et. Acıyı bile benim için çek. Şu ölümlü ve geçici dünyada tüm sevgini bana ver Arjuna. Benliğini benimle doldur. Sev beni, tap bana, benim için çalış. Yüreğinde beni ararsan sonunda benimle birleşirsin. Brahman ile birleşince sevinci ve acıyı aşan ruh dinginleşir. Artık onun için tüm varlıklar birdir ve bana gönülden bağlıdır. Sevgi yoluyla beni gerçekten tanır. Beni gerçekten tanıyıncada  benim varlığıma katılmış olur. Yaptığı her şeyi benim için yapar ve ölümsüzlüğe ulaşır. Yaptığın her şeyi bana ada, tek koruyucun olarak beni gör. Bana sığın, her zaman beni düşün. Beni aklından hiç çıkarmazsan tüm güçlükleri yenmeni sağlarım. Ama yalnız kendini düşünür ve dinlemezsen sana hiç kimsenin yardımı olamaz. Benden başka hiçbir şeyden destek ve koruma bekleme. Seni geçmiş günahlarından arındıracağım, üzülme.”

                                       Bir kutsi hadiste, “Ey ademoğlu, seni kendim için yarattım. Eşyayı da senin için yarattım. O halde kendim için yarattığımı, senin için yarattığımın ayarına düşürme.”  denilerek : insanın Allah’a ait tüm isim ve sıfatları varlığında bulabilmesi açısından, Allah’ın kısım sıfatlarının yansıdığı alemlerdeki her bir unsurdan daha yüce olduğu belirtilir. Dolayısıyla âlemlerin de bir nevi insanın varlığının ayrıntıları olduğu yani insanın hakikatiyle özdeş olan hakikatın zuhur mertebeleri olduğu söylenebilir. Ancak yine insan, bu muazzam ruhunun hakikatini, âlemlerdeki unsurlara erişme çabasıyla heba ederek kendi beşeri varlığının perdeleriyle örtmektedir. Öyleyse insana düşen, âlemlerin geçici unsurları peşinde koşarak kendini heba etmemesidir. Gaye ; ‘Değişmez Öz’e elden geldiğince yakine ermek olmalıdır.

                                    Geçicilikle ilgili olarak Taoizm’den bazı pasajları da şu şekilde verebiliriz:

“Büyük bir rüzgar en fazla sabaha kadar eser/ Sağanak da bütün gün sürmez/ Gökyüzü ve yeryüzü bile sonluysa/ Vay kısa ömürlü insanoğlunun haline.”

“Her an kırılgan ve geçicidir/ Geçen an,/ Güzel olsa da saklanamaz/ İçinde bulunduğun an,/ Hoş olsa da öyle kalamaz/ Gerçek an,/ Ümit dolu olsa da yakalanamaz/ Zihin, nehri belli bir yerde sabitleştiremez/ Geçmişin anılarına kapılıp/ Gelecek hayallerle meşgul olduğundan/ Şu anın apaçık gerçekliğini görmezlikten gelir/ Zihni çözülmemiş olan derhal ayaklarında Tao’yu/ Elinde duruluğu keşfeder”

                                 Mevlana ise bu konuda şunları söyler: “Ey yüz güzelliği ile övünen kişi! Bilmiş ol ki, görülen maddi şekil, güzellik yok olur gider. Fakat mana alemi, ölümsüzdür. Testiye bakma, içindeki suya bak.” .“Bu dünyada bütün çiçekler soluyor. Bütün kuşların ötüşleri devamsızdır. Ben ebedi sürecek yazları düşünüyorum.”   Halil Cibran da geçiciliğin farkına varan bir bilinç için, Sabun köpüğü birden patladıtabirini kullanır.

                                  Kur’an’da :

Her nefs ölümü tadacaktır. Ve bu dünya hayatı ise ancak aldatıcı şeylerdir.” (3/185),

“Dünya hayatı, oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Halâ akletmeyecek misiniz?” (6/32)

 denerek geçiciliğe atıfta bulunulur. Ve geçici dünya hayatından çok, bu hayatın özündeki değişimin daha az olduğu temel tabakalara yönelenler,

 Dünya hayatını vererek, ahireti satın alanlar..” (4/74) olarak tanımlanır. Geçicilikle ilgili diğer bazı ayetler şunlardır:

“Mal ve evladın fayda sağlamayacağı o günde..” (26/ 88),

“Onlar ki, dünya hayatını ahiret hayatına tercih ederler.” (14/3),

“Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlencedir, iman eder ve sakınırsanız, Allah size mükâfatınızı verir. O, sizden mallarınızın (tamamını) istemez!..” (47/36),

“Yeryüzünde bulunan her şeyi ona mahsus bir ziynet olarak kıldık ki, kimin daha güzel amellerde bulunacağını ortaya koyalım .” (18/7),

“Onlardan bir kısmına, kendilerini fitneye düşürmek için verdiğimiz dünya nimetlerine göz koyma!..” (20/131),

“Onlar ki, boş ve yararsız şeyden yüz çevirirler.” (23/3),

“Dünya hayatının mallarından ve güzelliklerinden hiç bir şey Allah indinde hayırlı ve kalıcı olanlar gibi değildir. Hâlâ akletmeyecek misiniz?..” (28/60),

“Şu dünya yaşamı, oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Ahiret ise, gerçek hayatın ta kendisidir..” (29/64),

“Küllü men aleyhâ fân.” (55/26) “Ne varsa hepsi fânidir.”,

 

 

“Ve yebkâ vechü rabbike Zül celâli vel ikrâm.” (55/27) “Ve sadece, Zül celâl vel ikram (Mutlak hüküm ve ikram sahibi) olan Rabbi'nin vechi Bâkî ‘ dir.”

( Ya Hu Ve Adem - 21- başlıklı yazı KENAN KOÇ tarafından 21.01.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.