5.3-) İslam’da Nefs Terbiyesi

 

                                Nefs insanın kendisi ya da özü anlamına gelir. 1. anlamda nefs izafi benliğimizi; 2. anlamda ise İlahi benliğimizi simgeler. Bu nedenle Kur’an’da nefs, hem iyi hem de kötü bir şey olarak ele alınır. Söz konusu nefslerden biri izafi kabuk zata, diğeri ise Mutlakla rabıtalı özsel Zat’a denk gelmektedir. Zat olan nefs, Allah’a en yakın yönümüzdür ve insanın halifeliği bu nefsinden ötürüdür.  Örnek olarak,

 

“Sana gelen iyilik Allah’’tandır. Sana isabet eden kötülük ise nefsindendir.” (4 /79),

“Allah onlara zulm etmiyor, asıl onlar nefslerine zulm ediyorlar.” (29 /40)

 

  ayetlerinin birincisinde bu bahsettiğimiz 1. nefs, ikicisinde de 2. nefs söz konusudur. Bu özsel, Zat anlamında kullanılan asıl nefsle ilgili diğer bazı ayetler şunlardır:

 

“Onu şekillendirdiğim ve ruhumdan üflediğim zaman, onun için secde edin.” (15/29)  

 

“Dediler ki: "Rabbimiz, nefslerimize zulmettik. Eğer bize mağfiret etmez ve rahmetini esirger isen mutlaka ziyan edenlerden oluruz.." (7/23),

 

“Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez!.. Ancak, insanlar kendi nefslerine zulmederler.” (10/44),

 

“Sonra, nefslerine zulmedenlere: "Ebedi azabı tadın!, ancak, yaptıklarınızın karşılığını almaktasınız..." denir.” (10/52),

 

“Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar kendi nefslerine zulmettiler.” (11/101),

 

“Oku kitabını, bu gün Hasîb (hesap görücü) olarak nefsin yeterlidir.” (17/14) 

                             

                               İşte bu nefs sonradan edinilme nefsimiz tarafından zulmedilen, Ruh’tan üfürülen özsel asıl nefstir. Hesabımızı görecek olacak olan da, O’dur. Burada Hasib, aynı zamanda Allah’ın isimlerinden yani Esma-ül Hüsna’dandır. Ayette Özsel nefsin, Allah’ın ismiyle sıfatlandırılması, anlatmak istediklerimizi özetleyen önemli bir işarettir.

“Nefslerinizde!.Hala görmüyormusunuz.?” (51 Zariyat-21),

“Şükreden, ancak kendi nefsine şükretmiş olur.... Rabbim Ganî'dir..” (27/40),

 

 

“Yemin olsun ki, biz Lokman'a, Allah'a şükretmesi için "hikmet" verdik.. Şükreden, ancak kendi nefsine şükretmiş olur.” (31/12),

“ .... Sizi bir Nefs'den yaratan...” (4/1) 

ayetlerinde de söz konusu bu nefse atıf yapılır. Bu saf nefs, önceki başlıkta açıklamış olduğumuz sezgi ve salt aklın kaynağı olan gerçek nefstir. Sonradan edinilen nefs ise, doğumdan itibaren yaşanan dünya hayatında mantıksal kalıplarla şekillendirilmiş bilincin kendini o kalıplardan ibaret zannetmesi halinden doğar. İşte bu nedenle arındırılmalı asıl saf haline ulaştırılmalıdır:

“Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene', Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). Onu arındırıp temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.” (7/10)  

                               Burada örtüp-sarmanın nefsin kabuğunu kalınlaştıran, dünyeviye olan bağımlılığın tortusuyla biriken kabuğun izafi benliği simgelediği söylenebilir. Bu kabuğu inceltmek, bu tortudan nefsi kurtarmak, dinin birincil amaçlarındandır:

“Gerçek şu ki, Nefsini arındıran kurtuldu” (91/9).

Tortu ne kadar temizlenir ve tortulaşmanın önüne ne kadar geçilirse Özsel aslına ve özsel nefse o derece yakın olunacak ve yakın kalınacaktır:

“Kulluk et rabbine, yakin gelene kadar.” (15/99).

                                Ancak özsel nefse ulaşmada en büyük engelleyici kabuk nefstir. İnsanı, kendisi olduğuna inandırır. Bunu başaramazsa eriyeceğini bilir. Varlığı, özü kaplayan tozun kalınlığına bağlıdır.

“Bununla beraber, ben, nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefs, var şiddetiyle kötülüğü emreder. Meğer ki, Rabbimin esirgediği bir nefs ola” (12/53)

                                Rabbin dilemesiyle, toz tutup kabuk bağlatan bu kısır döngüden kurtulup özsel nefse doğru arınma gerçekleşebilir. Bu, özsel neftsen gelen bir itici güçle, yani insanın fıtratıyla, yaradılışıyla, mayasıyla ilintilidir. Bu durum, Allah’ın dilediğini seçmesidir. Ancak kabuk nefsten Allah’a yönelim de belki daha zor olanı başarmak anlamında olacağından, daha asil ve makbül bir kurtuluş yoludur. Zira burada insanın iradi olarak kendini zorlaması söz konusudur. Bu durum da Allah’ın kendine yönelenleri hidayetlendirmesidir. İşte din, bu zorlamayı yaptıracak, hidayete ulaşacak atılımı sağlamaya yönelik olarak çalışan bir arındırma sistemidir.

 

 

“Allah, dilediğini kendine seçer ve kendine yönelenleri hidayetlendirir.” (42/13)

 

                                Halil Cibran bu saf nefsi, içimdeki ben olarak (bir nevi Yunus’un ünlü dizelerinde olduğu gibi) tanımlar: “İçimdeki ben, sessizlik konağında oturur; ve sonsuza kadar orada kalacak, anlaşılmaz ve yaklaşılmaz olarak..” Halil Cibran’ın bir meselinde İnsandaki yedi benlik katmanından en derinde olan yedinci benlik, diğer benliklere şöyle der:

“Ben sizler gibi değilim, benim hiçbir şeyim yok. Ben, hiçbir şey yapmayan, siz hayatı tekrar tekrar şekillendirirken sessizlikte oturan, hiçbir zaman hiçbir yerde olmayan benliğim.” Ve her şeyin ardındaki hiçliğe bakarak, gözlemeyi sürdürür.

 

                                 Yine bir başka meselinde Cibran; bu gözlemleyici idraki, bir narın ortasında yaşayan gözlemci saf ruh olarak simgeler. Saf ruh, nar tanelerinin konuşmalarını dinler. Birinci tane, ağaç olacağı günün özlemini dile getirir. İkinci tane, gençken kendisinin de bu özlemle yaşadığını, ama artık umutların boş olduğunu anladığını söyler. Üçüncü tane, kendilerine böyle güzel bir gelecek vaat eden hiçbir işaret görmediğini söyleyerek ikinci taneye katılır. Dördüncü tane, böyle güzel bir geleceğin olmaması durumunda bu hayatın anlamsız olacağını söyleyerek itiraz eder. Beşincisi, tüm bu tartışmaların boş olduğunu, şu anda bile ne olduklarını bilmeden gelecekte ne olacaklarından bahsetmenin saçmalığını öne sürer. Altıncısı, ne olursak olalım, var olmayı sürdüreceğiz der. Yedincisi, tüm gerçeği biliyorum ama sözcüklere dökemiyorum der. Tüm bu tartışmaya sekizinci, dokuzuncu, onuncu ve daha sonra tüm taneler katılır. Ve tüm bu kargaşa ve gürültüden sıkılan gözlemleyici ruh, hemen o gün, taneleri daha az ve hemen hemen sessiz olan bir ayvanın içine taşınır. İşte bizde dünya hayatını, bu hayata ve ölüm ötesine çeşitli kalıplar giydirmekle geçiriyor, özümüzdeki saf ruhu bu karmaşada gözden kaçırıyoruz. Zira o ruha, dünyasal kalıplarla kapılmış bir bilinç haliyle ulaşılamaz.

                                                                    

                                   Bu bölümü, Profesör Fred Alan Wolf’un “Evrenin Ruhu: Kuantum Fiziğine Göre Ruhun Kanıtı: Bir Fizikçinin Ruh, Can, Madde ve Nefse Bakışı” adlı eserinden vereceğimiz şu cümlelerle bitirmek yerinde olacaktır: "Sizin şu anda “ben” derken kastettiğinizle, her bir varlığın “ben” derken kastettiği aynı şeydir… Çok sayıda algılayıcı olmasına rağmen, Evrende tek bir akıl, ya da tek bir bilinç vardır. Evrenin herhangi bir yerinde birbirinden bağımsız iki ayrı akıl mevcut olamaz…Evrende Tek bir akıl’dan başka bir şey olamaz!" ( Dolayısıyla, ‘nefs’ diye bilinen, yani normalde ‘ben’ derken kastettiğiniz bir hayaldir, yanılsamadır; ancak Tek olan gerçektir.

 

 

( Ya Hu Ve Adem - 20 - başlıklı yazı KENAN KOÇ tarafından 21.01.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.